İşte Ankara’daki Terörün Failleri
Malum, Ankara'mızda bombalar patladı, Allah sayısını artırmasın 97 can yitip gitti. Devlet bu alçak saldırının faillerin kimliğini bir şekilde tespit eder. Bu bir işe yarar mı? Sanmam…
Tespit ettiğiniz terörist, hangi terör örgütüne mensup olursa olsun,
emin olunuz o
örgütte sadece tetikçidir. Yani o da ‘legal' şehir ve/veya dünya eşkıyalarının taşeronudur.
İsterseniz önce 11 Eylül 2011 New York/ABD saldırıları ile Londra Tavistock Meydanı saldırısına bakalım. Bakalım ki fail kim, sonuç ne, kim kazandı, kim kaybetti anlamamıza yardımcı olsun.
İKİZ KÜLELER YIKILDI ‘YÜK' GİTTİ
Ünlü ekonomik tetikçi John Perkins'ini okuyarak başlayalım: “Dünya Ticaret Merkezi (yani ABD'de patlatılan ikiz kuleler)'nin 1960 senesinde David Rockefeller tarafından başlatılan bir proje olduğunu ve yapının son yıllarda bir yük olarak nitelendirildiğini…
Finansal garabet olarak şöhreti vardı. Modern fiber optik internet teknolojisiyle uyumsuzdu. Üstelik verimsiz ve maliyetli bir asansör sistemine sahipti. O ikiz kule bir zamanlar, David ve Nelson (Rockefeller kardeşler) olarak adlandırılıyordu. Şimdi ise yükü gitmişti…” (Bir ekonomik Tetikçinin İtirafları 1. cilt s: 265)
Farkında mısınız ne dedi? Dedi ki: “Şimdi ise yükü gitmişti!”
NANO TERMİK MADDELER
11 Eylül'de yıkılan ikiz kulelerin numunelerini analiz eden Kopenhag Üniversitesi'nden Kimya profesörü Niels Harrit, BBC'ye verdiği mülakatta diyordu ki: “Patlama düzeneğinin içinde nano termik maddeler bulduk. Bu maddelersadece uzay çalışmalarında ve askeri amaçlarla kullanılır ve hiçbir zaman teröristlerin eline geçmez. Geçse bile bu miktarda geçemez.”
Niels Harrit'i de işittiniz! Demek ki, bina El Kaideci teröristlerin uçakları binaya saplaması ile değil, temele yerleştirilen patlayıcılarla yıkılmış. Bunu sadece Harrit değil, binada çalışan ve binadan pek çok insanı kurtaran görgü tanıkları da aynını söylüyor.
Ayrıca binada yüksek düzeyde asbest vardı ve mülk sahibi yıksa, yıkıntı atıklarını çevreye bırakamayacağı için ağır bir maliyetle karşı karşıya kalacaktı. Kaldı ki, bina 11 Eylülden bir süre önce milyar dolarlara sigorta edilmiş, yıkım sonrasında sigorta şirketinden bedeli tahsil edilmişti.
DELİLLER YANDI BİTTİ KÜL OLDU
Bu bina ile birlikte, 7/47 olarak bilinen üçüncü bir bina daha yıkılmıştı. Yıkılan bu üçüncü binada da, ABD'nin küresel çetesinin finansal suçlarına dair soruşturma dosyaları vardı. Bu sayede tüm belgeler yandı bitti kül oldu.
Bir de Pentagon'un kayıp trilyon dolar meselesi var ki, 11 Eylül patlaması ile bunun da üstü örtüldü.
AMAÇ: MÜSLÜMANLARIN İTİBARINI YOK ETMEK
11 Eylül'ü El-Kaide'nin yapmadığına dair yüzlerce delil var. Müslümanların itibarını sarsmakla mükellef El-Kaide ve DAEŞ gibi örgütler, yapmadıklarını da kabul eder ki, kanlı şöhretleri yürüsün. Daha fazla militan toplayabilsinler. El Kaide'nin kuruluşu ve varlık nedeni ile Irak'taki direnişi kırmak için MI6 ve CIA tarafından kurulan DAEŞ'in varlık nedeni farklı değil.
11 Eylül ardından, Afganistan ve Irak işgal edildi. ‘Sonuçları herkesin malumu' demek isterdim. Ama ne yapılanlar, ne de sonuçlarını pek kimse bilmiyor. Medya neyi, ne kadar ve hangi veçhesiyle göstermişse, ekranlarda yorum yapan “uzmanlar” dahi o kadarını biliyor.
TERÖRÜ UYUŞTURUCU İLE FİNANSE EDİYORLAR
Afganistan'da bu sayede dev bir uyuşturucu trafiği başladı. Küresel siyaset ve terör faaliyetleri, buradaki uyuşturucu trafiği sayesinde yönetiliyor. Bu vesileyle belirtelim ki, dünyanın en büyük uyuşturucu üreticisi Afganistan'da Afgan gençleri, ABD tarafından sentetik uyuşturucuya alıştırıldı. Onu da ABD, Afganistan'a “ihraç” ediyor.
11 Eylül patlaması, karanlık hedeflere gerekçe üretmenin sadece sonucu. Bunu yaparken, yıkacağı binanın enkazından maliyetine kadar en ince detayını hesaplamışlar. Biz ise, Siyonizm'in güdümündeki medyanın sürüklediği körlükte elimize geçen üç beş kırıntı üzerinden kocaman kocaman analizler yapmaya kalkanlar ile şer odakları piyonlarının yönlendirici karanlığına hapsolmuş durumdayız.
Irak'ın işgali ve ardından İslam Coğrafyası'nın hâli pür melalini görüyoruz.
CANLI BOMBA DEMİRTAŞ
Ankara saldırısı sonrasında kendini yorumcu/analist zanneden ekran efendileri çıkmış, MİT'i suçluyor. Asıl dertleri MİT değil, iktidar ve Erdoğan.
Selahattin Demirtaş adlı “canlı bomba”nın söylediklerini bir kenara bırakarak, bunu MİT ve diğer istihbarat kurumlarımızın neden tespit edemediklerini soruyorlar. İstihbarat birimleri hâşâ Allah mı ki, her şeyi bilsinler. Tespit edipte önlediklerinde alkışlamayanlar, neden başaramadıklarında hemen bu ülkenin kurumlarına saldırıyorlar. Amaçları kurumlardan ziyade yine Recep Tayyip Erdoğan…
İNGİLİZLER'İN İSTİHABARATI YOK MUYDU?
Gerçeklere karşı kör ve sağır, ancak yalan konusunda dilleri pabuç gibi olan Türkiye düşmanı sözde yerlileri duymaz ama biz sağduyulu kimselere duyuralım…
Malum, 1995 İsrail'in Londra'daki elçiliğinde patlamalar meydana gelmiş, iki Filistinli genç sözde fail olarak itham edilerek cezalandırılmıştı. MI5 eski görevlisi Annie Machon, bu saldırıyı MOSSAD'ın Filistinlileri terörist göstermek amacıyla yaptığını ifşa etti.
Yine 2005 yılında, İngiltere'nin başkenti Londra'daki ünlü Tavistock meydanında patlama meydana geldi. Patlamada 38 kişi ölürken, 700'den fazla kişi yaralandı.
Bu arada, Yeni Söz okurları “Karanlık Adamlar Türkiye'de ”ve “Sayanim Terörü” manşetlerimizi hatırlayacaklar. Ankara'daki terör saldırısını bu manşetlerimiz eşliğinde bir kez daha değerlendirmekte yarar var.
ANKARA SALDIRISI'NI KİM YAPTI?
Canlı bombaların kimlikleri eninde sonunda tespit edilecek. Ama failler edilemeyecek. Çünkü böylesine etkili bir saldırının gerçek faillerini kimse bulamaz.
O halde önemli olan “kim yaptı” sorusundan ziyade, “bu işten kim karlı, kim zararlı çıktı” sorusunun cevabıdır.
Zararlı çıkan, toplumsal barış ve kardeşlik ile iktidar partisi yani özelde Türkiye ve Erdoğan… Demek ki, fail bunlar dışındaki herkes.
Tetiği PKK'da çekmiş olabilir, DAEŞ'de, DHKP-C'de, ‘FETÖ'de, başkası da. Kim olduğunu bilsek de, bundan daha önemli olan yönetmenin kimliği.
Peki, emri veren Rusya mı, İran mı, İsrail mi, Almanya mı, ABD mi, İngiltere mi, Suriye mi, Mısır mı? Bunların hepsi en güçlü şüpheliler… Yani tetiği çektirenler!
Türkiye'nin zayıflamasından, Erdoğan ve AK Parti'nin kaybetmesinden kim yarar sağlarsa, olağan şüpheli bunların hepsidir. Devletin yani istihbarat ve mahkemelerin asıl çözmesi gereken bu.
BATININ ÖVGÜSÜ, PKK'NIN ATEŞKESİ
The Economist, Guardian, New York Times gibi Siyonist medya, bir haftadır göçmen meselesi üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a övgüler düzmeye başlamıştı. Türkiye göçmenleri barındırıyor diye değil bu “sevgi” gösterisi. Kaldı ki, Türkiye göçmenlere tam 4 yıldır ev sahipliği yapıyor.
O halde gizli bir amacı olmalı... Acaba ne? Mesela bu terör saldırısı ile batı medyasında depreşen aşkın bir ilişkisi olabilir mi? Bu kesinlikle teğet geçilecek bir ihtimal değil.
Ya “şehirleri patlatırız” açıklaması yapan PKK'nın, patlamanın meydana geldiği saatlerde tek taraflı ateşkes ilanına ne demeli? Bunlar bir birinden bağımsız gelişmeler mi? Asla!
HEDEF ERDOĞAN VE 1 KASIM
Bir ülke milli silah üretmeye başlamışsa ve diğer silah üreticisi ülkelere bağımlı olmaktan çıkmışsa, özgürleşmiş demektir. İşte, Türkiye'yi yöneten liderin en büyük günahı bu!
Türkiye'nin ister Erdoğan'ın aklı, isterse bütüncül bir devlet aklı olarak, PKK ile 3 yıla yakın süren ateşkes sürecinde, kendi İHA'larını, uydusunu, istihbaratını, tankını, tüfeğini, füzesini ve bunların donanım ve yazılımlarını kendisinin üretmeye başlaması ile ikisi hemen olmak üzere üç sonuç doğurdu.
İlki, artık savunma konusunda kimseye bağımlı değildi.
İkincisi, gizlenmiş arka/açık kapılarla savunma sanayinin hacklenmesi mümkün değildi.
Üçüncüsü ise, Türkiye kendi iç sorunlarından başını kaldırıp dünya meseleleriyle ilgilenmeye başlamıştı.
Gavur oğlu gavur böyle bir Türkiye'ye saldırmayıp da, elinden mi tutacaktı? Elbette saldıracaktı! Elbette kardeşliği bozmak, Türkiye'nin enerjisini iç sorunlarda yok etmek için çalışacaktı.
Dahası ülkenin selameti için bu adımları atan lideri yok etmek için var hep birden seferber oldular. Eğer Türkiye saldırıya uğrayan bir ülke değilse, kimsenin ilgi duymadığı sıradan bir ülkeden ne farkı kalır?
Elbette ölen insan bizim insanımız. Acı bizim acımız! Bu ülke bizim ülkemiz, bu gelecek bizim geleceğimiz.
Güçlenmiş Türkiye, PKK belasının belini kırdı. Kandil'i tuzla buz etti. Artık kandilin elinde silahla askerin karşısına çıkacak gücü yok. PKK'nın tümüyle yok olduğunu ve Türkiye'nin tüm enerjisini iç gelişme ve dünya meselelerine tahsis ettiğini düşünün, rakip ülkeler buna tahammül edebilir mi?
Bir dönem Aselsan'ın mühendisleri neden katlediliyordu ise, bugünkü şehirlere inmiş terör de bu nedenledir. O gün devlet personeline sahip çıkmıyordu, bugünse çıkıyor. İşte bu yüzden AK Parti 1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidar olmamalı. Hatta iktidardan tümden uzaklaştırılmalı.
DEVLET NE YAPMALI?
Artık hem AK Parti'ye, hem devlete, hem de kendisini Türkiye'nin bir parçası gören herkese daha fazla görev ve mesuliyet düşüyor.
- Öncelikle devleti yöneten sorumluluk makamındakiler, bu terörün tetikçileri ve emri verenleri bulmak için kılı kırk yarmalı, ne yapıp edip bu meseleyi bir haftada çözmeli.
- PKK'nın lider kadrosundan en az biri olmak üzere toplayabildiklerini ölü ya da diri getirmeli.
- Canlı bomba Demirtaş ve çevresinin karanlık ilişkilerini, özellikle dışarıdan gelen ziyaretçileri, gizli görüşmeleri, Bürüksel ve New York'taki otellerin mahzenlerinden alınıp götürüldükleri yerleri ve konuşulanları ifşa etmeli.
AK PARTİ NE YAPMALI?
- AK Parti 1 Kasım için daha güçlü bir strateji geliştirmeli.
- Azalan kibrini iyice törpülemeli.
- İdam cezasını geri getireceğini vaat etmeli.
- AK parti teşkilatları, samimiyetle çalmadık kapı bırakmamalı.
- Belediye başkanları kendilerine değil, partilerine çalışmalı.
- Küstürdüğü ne kadar grup, cemaat, STK vs varsa acilen el uzatmalı.
BEN/BİZ NE YAPABİLİRİM/Z
Bu ülkeye sevdası olan her kim varsa, parti meselesini bir kenara bırakıp, bugün ülkesine sahip çıkmalı. Hata olarak gördüklerine bakıp, kasıt yoksa beceriksizlikten mi kaynaklandığına bakmalı?
Ekranda dinlediklerinizin, medyada okuduklarınızın çoğu gerçek dışı yorum ve haberler. Bunlardan etkilenip de karar vermek en basit ifadeyle saflıktır. Bu saflık temiz olmaktan ziyade, ahmaklığa, kendi kuyusunu kazmaya tekabül eder.
Bu ülke sizin olduğu kadar, benim de. Bu ülke bizim olduğu kadar, doğmamış çocuklarımızın da. Akıl ve vicdan taşıyan bir insan, onun bunun dediklerini değil, şunun bunun çıkarını değil, tümüyle Rabbine vereceği hesabın ve çocuklarına teslim edeceği emanetin hesabını yapar.
Doğan Medyası, Sözcü, Cumhuriyet, Paralelciler ya da diğerleri kişisel menfaat veya husumetleri, yahut da başkaları adına düşmanlık ediyor olabilirler. Hatta 1908'den bu yana yiye yiye doymadıkları ve bitiremedikleri kirli düzenlerinin ellerinden kayıp gitmemesi için savaşıyor da olabilirler.
O zaman bize düşen, söylediğimiz bir sözün, verdiğimiz bir oyun hesabını yapmak. Bu kime yarar, kime zarar sağlar onu görmek.
Yarım asırlık ömrün ve 30 yıllık seçmenlik hayatım sadece bir oyun bile bu kadar önemli olduğunu hiç şahit olmadım. Son 10 yılda okuduklarım, müşahede ettiklerim göstermiştir ki: Namlu Erdoğan'a değil hepimizi çevrili. Erdoğan sadece sembol!
Rabbi'me sığınarak söylüyorum ki: Verilen bir oy ve verdirilecek bir oy, insanlığın geleceği açısından bir ömre bedel. Çünkü söz konusu olan bu ülkenin geleceği, ülkeyi devredeceğimiz çocukların geleceği. Ümmetin geleceği ve hatta Müslüman olmayan mazlumların geleceğidir!
AK Parti'nin içinde kızdığım ve hata ettiğinden endişe etmediğim insanlar var. Ama biliyorum ki, Abdülhamid merhumdan sonra gelmiş en dirayetli liderinin davası davamdır!
Biliyorum ki onlardaki nakıslık benim nakıslığım/ız. Ben/biz onlarda daha iyi olduğum/uz gün, Allah bize daha iyilerini lütfeder!
O halde bir sorun varsa, onun müsebbibi ben/sen/biziz. Bir çözüm olacaksa onun kaynağı da benim/sensin/biziz!
Herkes her amelini, vicdanına ve/veya Rabbine hesabını verecek şekilde yaparsa, biiznillah bu ülkeye kurulacak her tuzak, tuzak kuranların başında patlar. İnşaallah da öyle olacak.