İstanbul’un Fethi
Fetih Arapçada açmak anlamına gelir. Eskiden şehirler surlar içinde olduğundan oralara girmek ancak giriş kapıları ile mümkün olurdu. Bir yeri fethetmek, bu yüzden oraya girmek veya orayı ele geçirmekle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. İstanbul’u fethetmekte bu yüzden orayı ele geçirmek anlamındadır.
Osmanlıların buna ihtiyacı var mıdır yada böyle bir şeye hakları var mıdır? Kelime anlamından yola çıkıldığında fetih olumsuz bir şey midir? Bu soruların cevabı kadar İstanbul’un nasıl fethedildiği de zaman içinde tartışma konusu haline gelmiştir.
İslam tarihinde ilk defa Emeviler döneminde,Muaviye bin Ebu Süfyan zamanında 674-678 yılları arasında İstanbul kuşatılmış ancak başarılı olunamamıştır. Yine Emevi halifesi Süleyman bin Abdülmelik zamanında 717’de yapılan bir Emevi kuşatması da başarısız olmuştur. Abbasi Halifesi Mehdi Billah’ın oğlu Harun Reşit komutasındaki Abbasi ordusu tarafından 782’de İstanbul kuşatması da anlaşmayla sonuçlanmış ve Abbasiler geri dönmüştür.
Türkler tarafından İstanbul ilk defa Peçenekler ve onların müttefiki Çaka bey tarafından 1090’da kuşatılmıştır. Buna karşılık diğer bir Türk boyu olan Kumanlarla ittifak eden Bizans; çaka Bey ve Peçenek kuşatmasını başarısızlığa uğratmıştır.
Osmanlıların Balkanlara geçmesinden ve ilerlemelerinden buraya nüfus getirip iskan etmelerinden sonra Osmanlı toprakları Anadolu ve Rumeli diye iki parçadan meydana gelirdi. Bizans arada kalmıştı ve Osmanlı toprak bütünlüğünü bozan doğal bir engel olmuştu. Osmanlılar doğudan batıya, batıdan doğuya asker sevk etmekte zorluklarla karşılaştıkları gibi kendilerine karşı düzenlenen haçlı seferlerini de hemen her zaman Bizans kışkırtması ile oluştuğunu görmüştür. Başta Karamanlılar olmak üzere Anadolu’da Osmanlıların rakibi olan diğer Türk beylikleri ile de Bizanslılar daima ittifak yapmıştır. Padişahlara karşı taht mücadelesine girişen Osmanlı Şehzadeleri de Bizans’a sığınır oradan aldıkları destekle mücadelelerine kaldıkları yerden devam ederlerdi. Bu bağlamda kaderin garip bir tecellisi olmalı ki Fatih İstanbul’u kuşattığında kardeşi Şehzade Orhan orada bulunuyordu ve Osmanlılara karşı Bizans İmparatorunun emrinde çarpışarak hayatını kaybetmiştir.
Fatih’ten önce de 1. Murat (Hüdavendigar), Yıldırım Bayezit ve 2. Murat tarafından İstanbul defalarca kuşatılmıştır ama alınamamıştır. Aslında Sırp ve Bulgarlara karşı kesin bir başarının elde edildiği 1371 Sazlı dere savaşı ile birlikte Bizans doğudan ve batıdan Osmanlılarca çember içine alınmış, imparatorluk özelliğini çoktan kaybetmiş bir şehir devleti haline gelmiştir.
Fatihten önce İstanbul’u dört defa kuşatan ama kuşatmalarını uzun bir zamana yayarak onun teslim olmasını beklemişti Yıldırım Bayezit. Ancak Timur’un doğudan saldırması Bizans’ın ömrünü bir 50 yıl daha uzatmıştı. 2. Mehmet padişah olduğunda İstanbul’u almaya kesinkes karar vermişti. Onu bu kararında Akşemseddin-Molla Güranı ve Molla Hüsrev gibi ulemadan olanların yanı sıra Zağnos Mehmet/Şehabettin/sarıca Paşa gibi askeri sınıftan destekleyenlere karşılık Veziri Azamı Çandarlı Halil paşa ise muhalefet etmiştir. Çünkü fetih için gerekli olan büyük harcamalar ve fethin yol açacağı kayıplar, fetih çabasına karşılık Avrupa’dan Osmanlılara karşı oluşturulacak yeni bir haçlı ordusu da fetih kararına ve hazırlıklarına karşı muhalefetin ana nedenleri olarak savunulmuştur.
İstanbul’un yüzlerce yıl içinde kuşatıldığı halde alınamamış olması haklı olarak Bizans’ı savunma konusunda güvenli ederken Osmanlılar içinde başta surlar olmak üzere İstanbul’un durumu fetih isteğini zorlaştırmıştır. Ne var ki surlar zaman içinde yeterince yenilenememiştir. İstanbul’un kara tarafından 22 km, deniz ve Haliç kıyısında ise 13.5km’ye ulaşan sur uzunluğu savunmasını da güçleştirmiştir. Avrupa’dan gelmesi muhtemel yardımlara karşılık 2. Mehmet kuşatmanın kısa sürmesini planlamıştı. Osmanlı kara ordusunun 100.000 ile 300.000 arasında olduğu gibi farklı rakamlar verilse de yüz binden aşağı olmayacağı neredeyse kesin gibidir. Osmanlı kara ordusunun dörtte birini yeniçeriler geri kalanlarını ise Tınmarlı Sipahiler oluşturmuştur. Ordu içinde tünel kazıma işinde mahir olan 300 kadar Sırp madenciye karşılık Macar, Bohemyalı ustalarda görevlendirilmiştir. Osmanlı ordusunun silah ve donanım bakımından da mutlak bir üstünlüğü vardı.
Bizans ordusu ise müttefikleriyle birlikte 8000 ile 9000 kadardı. Sivil halkta savunma çalışmalarına destek olmaktaydı.İstanbul’un kuşatma esnasında 30.000 nüfusa sahip olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul ise bu gün fatih ilçesi veya Sur içi denilen yerden ibarettir. İstanbul’da bulunan Venedik ve Cenevizliler de savunmaya katılmıştır. Marmara sahillerinde ücretli küçük bir Türk birliği de Şehzade Orhan’ın komutasında Bizans’ı savunmuştur. Bizans’ın elinde yeterince kılıç-ok-mıozrak-Rum ateşinin yanında birkaç tane de toplarının olduğu bilinmektedir (Zorzi Dolfin, 1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı, ).
2. Mehmet 6 Nisan 1453’te otağını Topkapı’ya kurmuş olarak gönderdiği elçiyle İmparatordan şehrin kendisine savaşsız olarak teslimini istemiş ise de İmparator bu teklifi reddedince çatışmalar 29 Mayıs’a kadar sürmüştür. Kuşatmanın uzaması hem Osmanlı ordusunda huzursuzluğa yol açmış hem de Avrupa’dan Bizans’a yardıma gelecek bir Haçlı ordusu hakkında kaygıları arttırmıştır. Karadan yapılan hücumlardan sonuç alınamayınca muhtemelen Beşiktaş-Kabataş hattı arasındaki bir noktadan başlayarak; gemiler kızaklar üzerinden Kasımpaşa’dan Haliç’e indirilmiştir. (Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth ) her ne kadar haliç’e indirilen 60-70 kadar gemi İstanbul’un hemen fethini sağlayamamış ise de Bizans tarafında büyük bir hayal kırıklığına,Osmanlı tarafında ise büyük bir heyecana, sevince, fethin gerçekleşeceği hakkındaki inancın kuvvetlenmesine yol açmıştır. (Nicola Barbaro, Konstantiniyye Muhasarası Ruznamesi) Osmanlı ordusu yalnızca Haliç’e gemi indirmekle kalmamış, surların altından açılan tünellerle şehrin içine girilmeye de çalışılmıştır. Ne var ki bunu fark eden Bizanslılar, tünelleri kapatarak veya çökmesini sağlayarak girişleri engellemiştir. Yine tekerlekler yürütülen yüksek kuleler inşa edilerek bunların üzerinden Surlar aşılmaya çalışılmış ise de başarılı olunamamıştır. 28-29 Mayıs arasındaki gece ve gündüz hemen her taraftan surlara büyük hücumlar yapıldı. Top atışları ile surlar yer yer yıkıldı. Top atışlarının devam ettirilmesi surların tamirini de engelledi. 29 Mayıs 1453’te Topkapı’dan surların yıkılması ile Osmanlı askerleri şehre girmeyi başardı. Topkapı’dan Osmanlıların şehre girdiği ve halkın bir bir kısmının panik halinde haliç’e doğru koştukları esnada Bizans İmparatoru olay yerine giderek savunma tedbirlerini almak istedi ise de (Yeorgios Francis, Şehir Düştü) otuz kişilik bir Yeniçeri grubunun başında ki Hasan isimli Osmanlı askeri surlara tırmanmayı başarmıştır. Burada Bizanslılarla yapılan çarpışmada Yeniçeri Hasan da hayatını kaybetmiştir.
İslam tarihindeki geleneklere göre savaş yoluyla ele geçirilen şehir yağmalanırdı. Osmanlı askerleri de dört bir taraftan İstanbul’a girdikleri gün bazı yerlerde yağmalama, esir alma ve tahrip etme olayları görüldü. Haliç’te bulunan gemilerle Venedik ve Cenevizlilerle birlikte bir kısım Bizanslıda gitmeyi başarmıştı.
Topkapı’dan İstanbul’a giren 2. Mehmet doğruca Ayasofya’ya gitti. Orada toplanmış olan halka, din adamlarına can ve mal güvenliği garantisi verdi. Ayasofya’yı cami yaptığını ilan etti. Buradan çavuşları şehre göndererek askerleri toplattırdı. Böylece askerlerin yağma ve tahripleri de engellendi.
İstanbul’un fethi için gösterilen gerekçelerden birisi de Hz. Muhammed’in İstanbul hakkında söylediği kabul edilen sözüdür. Yalnızca Ahmet İbni Hanbel’in Müsnet adlı kitabında bulunan her nasılsa diğer hadis kitaplarında bulunmayan bu rivayet sıhhati hakkında pek çok tartışmanın tarihte vuku bulduğu bilinmektedir. “Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır işlerdim” (Araf 7/188) vb ayetler Hz. Peygamber’in gaybı bilmediğinin delili olarak sıkça tekrarlanmıştır. Bu görüşe göre Hz. Peygamber gaybı bilmezken kendisinden yüzlerce yıl sonra olup bitecek bir işi (İstanbul’un fethini) haber vermiş olmaz. Ancak Müslümanların lideri peygamberi olarak onlara bir hedef göstermesi çerçevesinde Bizans’ın merkezini almalarını işaret etmiş, istemiştir denilirse böyle bir işi hedef olarak göstermesi makul bir görüş olur.
Fatih İstanbul’u fethetmekle, bir defa Osmanlı toprak bütünlüğünü korumuştur. Anadolu-Rumeli arasında asker götürüp getirme sorununu ortadan kaldırmıştır. Anadolu beyliklerini, Avrupa devletlerini Osmanlıların aleyhine kışkırtan Bizans’ı alarak bu sorunu da kökten çözmüştür. Osmanlı şehzadelerini sürekli isyana kışkırtan Bizans’ın fethi bu sorunu da çözmüştür. İstanbul’un fethi Osmanlıları döneminin süper devleti (Cihanşumul bir devleti) haline getirmiştir. Türklerin ve diğer Müslüman toplulukların yüzlerce yıllık bir özlemini gerçekleştiren 2. Mehmet bütün Müslümanlar nezdinde oldukça saygın ve seçkin bir konumun sahibi olmuştur.
Türklerin tarihinde bunun gibi pek çok görkemli olay vardır. Ama İstanbul’un fethi bunlar içinde daha özel bir istisnai yere sahiptir. Bu çok özel ve istisnai bir o kadar da aziz bir yere sahip olan İstanbul’un fetih günü törenlerinin tarihte ki şanına layık bir şekilde kutlanması ve gelecek kuşaklara anlatılması gerekir. Fetih kutlamaları da bu anlatımın en önemli parçasıdır. Bu yüzden fetih kutlamalarına karşı çıkmak, Osmanlının hazırlık ve heyecanını gösteren unsurlara yer vermek hem aslına sadakatin hem de devamlılığın bir gereğidir. Günümüz Türkiye’sinde özellikle İstanbul’da meskun olanların, Türkiye’de elde edilen vergilerin neredeyse yarısını İstanbul’dan toplayan hükümetlerin İstanbul’un fethine minnet borçlu oldukları açıktır. İstanbul neredeyse Türkiye’nin yarısı konumundadır. Tarihin ve tabiatın başkenti olmasına karşılık bu ünvanı elinden alınmasına rağmen İstanbul hükümet merkezi olmanın dışında,iletişim, ulaşım, ticaret, bankacılık, basın ve her türden ticaretin merkezi olma özelliğini sürdürmektedir.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K ÇA
1-Ahmet Muhtar Paşa, Feth-i Celil-i Konstantıniyye, İstanbul 1320.
2-Aşıkpaşazade, Aşık Paşaoğlu Tarihi, Hazırlayan. Nihal Atsız, MEB Yayınları, İstanbul 1992.
3-Dukas, Bizans Tarihi, Tercüme: Viladimir Mirmiroğlu, İstanbul 1956.
4-Feridun Emecan, İstanbul, TDV İA, C.23, İstanbul 2001, s.205-219.
5-G. Schlumberger, İstanbul’un Muhasarası ve Zaptı, Tercüme: M. Nahit, İstanbul 1330.
6-Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Ankara 1987.
7-Hoca Saadettin, Tacü’t-Tevarih, Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu, Kültür bakanlığı yayınları, Ankara 1992.
8-İbn Kemal, Tevarih-i Ali Osman, VII. Defter, Hazırlayan: Şerafettin Turan, TTK Yayınları, Ankara 1991.
9-İkinci Uluslar arası İstanbul’un Fethi Konferansı, İBB Yayınları, İstanbul 1997.
10-Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmet Han-ı Sani, Tercüme: Karolidi, İstanbul 1328.
11-Nicola Barbaro, Konstantiniyye Muhasarası Ruznamesi, Tercüme: Şemsettin Talip Diler, İstanbul 1976.
12-Selahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmet’in Siyasi ve Askeri Faaliyeti, Ankara 1985.
13-Seteven Runciman, Konstantiniyye Düştü, Tercüme: Derin Türkömer, İstanbul 1972.
14-Tursun bey, Tarih-i Ebu’l-feth, Hazırlayan: Mertol Tulum, İstanbul 1977.
15-XVI. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi, Hazırlayan. Şerif Baştav, Ankara 1973.
16-Yalçın Küçük, 21 Yaşında Bir Çocuk fatih Sultan Mehmet, Tekin Yayınevi, İstanbul 1990.
17-Yeorgios Francis, Şehir Düştü, Tercüme: Kriton Dinçmen, İstanbul 1992.
18-Zorzi Dolfin, 1453 Yılında İstanbul’un Muhasara veZaptı, Tercüme: Samim-Suat Sinanoğlu, İstanbul 1953.