İsrail’e Vurmanın Dayanılmaz Hafifliği
İsrail… Devlet değil mübarek sanki terör örgütü. Ne zaman hakkında iyimser düşünecek olsak hemen bir eylemi ile bizi mahcup ediyor, terör nasıl yapılır, bize yeniden yeni bir katliamla gösteriyor…
Kurulduğu 1948’den bu yana hem bölgede hem de birçok ülkenin kamuoyunda bir sorun ve sancı olan İsrail, en çok da bizim kamuoyumuzda tartışma konusu edilen bir ülkedir. Ülkemizde geçmişini ve geleceğini “Siyonizm ve Masonluk düşmanlığı” üzerine kuran bir ideolojik hareketin genç mücahitleri bugün artık başbakan ve bakan olmuş durumdadır. Bu bakımdan mevcut iktidarın ileri gelenlerinin geçmişinin ve geleceğinin İsrail ekseninde ele alınması gerekmektedir.
Türkiye’de din ve dine bağlı sorunlar ve hedefler hep belli sloganlar etrafında dile getirilmiştir. Özellikle CHP’nin Tek Parti dönemindeki bir takım yanlış uygulamaları bu taleplerin süreklilik arz eden bir siyasi malzemeye dönüştürülmesinin önünü açmıştır. Böylesi bir sloganlaştırma toplumu bir takım kör noktalara odaklarken “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” vaziyetinin sürekli gözden kaçırılmasına yol açmıştır.
Türkiye’de din kavramının bir silah olarak kullanılması Demokrat Parti ile başlayan bir gelenektir. CHP içinden çıkan muhalefetin partileşerek oluşturduğu DP, CHP’nin dinsizliğine bir isyan olarak siyasi söylemlerinde din kavramını her daim ön planda tutmuştur. Dinsiz CHP’yi vurmanın, yenmenin en iyi yolunun din sömürüsü olduğunu bilen eski dindar CHP’liler Türkiye’de önemli bir geleneğin de başlatıcısı olmuşlardır. Özellikle “Ezanın Türkçe Okunması” gibi çarpıcı bir propaganda ile başlattıkları süreçte her dönem için yeni bir slogan üretmeyi başarmışlardır. Bu siyasi gelenek içinde en çok kullanılan sloganlardan birisi de “Siyonizm ve Masonluk” olmuştur.
Artık ülkemizde çocukluğundan gençliğine, gençliğinden olgunluğuna hayatının her döneminde Siyonizm ve Masonluğa küfrederek yaşayan bir nesil iktidardadır. Yani Siyonizm’in ve Masonluğun en büyük düşmanı diyebileceğimiz kişiler en tepede hem de “cumhurbaşkanı ve başbakan” olarak arz-ı endam etmektedir. Tabi burada okuyucu Siyonizm ve Masonluk ile İsrail arasında içgüdüsel olarak alışılageldik bağlantıyı kuracaktır. Bu doğaldır çünkü Türkiye’de bu alanda yapılan propagandanın ucunun vardığı yer doğal olarak hep “eli kanlı İsrail” betimlemesi olmuştur.
Türkiye’nin Soğuk Savaş’a dayalı 1960–1980 arası iç politikasında, sağ ve sol birbirini yerken, kendini daha farklı tanımlayan bir ideolojik kesim, kendisini sürekli başka bir davanın savunucusu olarak tanımlamıştır. Sağ ve sol kesim, ABD-Sovyetler ekseninde yürütülen bir siyasi kamplaşmanın ve çekişmenin tarafı olmalarına karşın, Demokrat Parti geleneğinden gelen “Milli Görüş” çizgisi hiçbir şekilde bu noktada etliye sütlüye karışmayarak “toplum nezdinde kendi çöplüğünü yaratmaya” çalışmıştır.
O dönemde en büyük tehlike ve düşmanın ABD yada Sovyetler olarak algılandığı bir dönemde Milli Görüş çizgisi sürekli bir şekilde “İsrail fenomeni” yaratarak süre giden çatışmanın dışında bambaşka bir zihinsel alan ve bu alana tabi mürit kesimi oluşturmaya çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur.
Dinsel kavramları öne çıkararak inanan insanların dini vecibeleri (görevleri) hakkında yeni tanımlamalar ve propagandalar geliştiren Milli Görüş çizgisi yarattığı tabanda ve onunla etkileşimde bulunan kesimlerde çok güçlü bir “İsrail düşmanlığı” yaratmıştır. Buna İsrail’in gerçekten de insanın kanını donduran katliama varan davranışları eklenince Türkiye’de çok geniş bir toplumsal taban içerdeki bu propagandaların taraftarı haline gelmiştir. Bugün vatandaşa sorun, duyacağınız cevaplar arasından yüzde doksana varan bir nefret kokusu alırsınız.
Sonuç;
İsrail kötüdür, İsrail düşmandır. Gelinen nokta bu. Ha bu arada meretin de savunulacak bir yeri de yok ki…
Ancak Türkiye ve İsrail 1948’den beri Truman Doktrini ve devamında gelen diğer Amerikan doktrinlerinin bir parçası olarak derin bir ilişki içerisindedir. 1950’den beri Amerika’nın kucağına kendini abone etmiş bir ülke olarak gösterilen istikamet doğrultusunda bütün önemli ve stratejik işlerimizin içerisinde İsrail vardır. Bu, midemiz kaldırmasa da günümüzün en acıtıcı realitelerinden birisidir.
Bugünün iktidar odakları, 1997 Amerikan darbesinin ardından toplum gözünde büyük bir mağduriyet hissiyle arz-ı endam ettiler. Ancak ilginçtir ki bu hareketin kurucuları ve ileri gelenleri daha meclise bile girmeden Amerika’da krallar gibi karşılandılar. Sayın Tayyip Erdoğan o zamanlar daha vekil bile değilken Amerika’da devlet başkanı statüsünde karşılandı. Düşünsenize Amerikancı bir darbenin mağduru Amerika’da kral makamında…
Bu durum, “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” denecek ilk olaylardandır. Devamında ise Yahudi Lobilerinden alınan ödül var. Kürsülerdeki her konuşmasında Siyonizme, Masonluğa ve Yahudiliğe “geçirmiş” bir siyasi militan/mücahit, dünyanın en güçlü Yahudi lobisince en prestijli ödülle ödüllendiriliyor. Bu iki…
Üçü dördü beşi atlayarak gelelim Anadolu Kartalı meselesine. Bu tatbikat 2001’den beri Çevik Bir’in Türkiye’ye attığı bir kazık olarak her yıl Konya Ovasında tekrarlanıyor. Bu tatbikat sayesinde İsrail Hava Donanması, konvansiyonel yeteneklerini geliştirirken, İran menzilli uçuşlarla geleceğin provaları Toroslar üzerinde yapılıyor. Bağımsız bir devletin, komşusu üzerinde emeller taşıyan böyle bir provaya 6 yıldır izin vermesi bile suç. Ancak bu suç yıllardır dava adamı yöneticilerimizce işlenirken bu yıl bir anda her şey tersine döndü. Oysa ki daha geçen yıl Suriye tesislerini İsrail hava kuvvetleri bizim topraklarımızı dolaşarak bombalamıştı. Bugünse İsrail kötü adam Suriye kan kardeş…
İsrail ve Filistin, yılların getirdiği birikimle Türk kamuoyunun en hassas damarlarından birisidir. Bunu özellikle “Van Münüttt…” çıkışında gördük. Bu olay sayesinde yıllardır ABD ve İsrail ile koyun koyuna iş pişirenler bir anda kahraman oluvermediler mi?
Sonuçta İsrail bizim kamuoyumuz için damardan bir mevzudur;
Başımıza çuval da geçse İsrail lafını duyunca düşmanımız değişir. Krizler ve nice sefaletler yaşasak da işin içine İsrail girince anında karnımız doyar, gönlümüz hoş olur. Denizin Feneri sönse de işin içine İsrail girince önümüz aydınlanır. Ermeniler baş tacı edilir, Kürt Açılımı ile damarımıza dokunulur, teröristler zafer kazanmış kahramanlar gibi sınırlarımızdan içeri girer ama bir İsrail sözü her şeyi değiştirir… Daha bir sürü felaket getirin aklınıza, bir de İsrail kelimesini yanına getirin. Anında ağrınız sancınız kesilir her şey güllük gülistanlık olur, “vurun kafire” rüknünde kıyama durursunuz…
Hal böyleyken, iktidarımızın da kendisiyle işbirliği yapan, kendisine lojistik destek veren manipülasyon çetesiyle elbirliği ederek yeni bir İsrail fırtınasıyla üzerine yıkılan duvarın altından kalkmaya çalışması kadar akıllıca bir iş yoktur.
BOP eş başkanı sıfatıyla (“Benim bir görevim var, ben BOP’un eş başkanı olarak görevliyim” sözü bizzat kendisine aittir.) başlattığı açılımların altında kalan sayın başbakan, anında soluğu yurtdışında aldı ve bombayı patlattı. Gerçi yurtdışı gezisi önceden planlanmış bir gezidir ama açılımların sonlanmasının buna denk getirilme ihtimali daha yüksek. Sonuçta başbakan yurtdışına çıkarken açılımlar durdu ama İsrail salvosu geldi bir anda. Bir diğer salvo da yandaş medyadan, 4,5 aydır saklanan bir belgeyi savcıdan önce kamuoyuna açıklayarak geldi. İlginç şeyler üst üste geliyor. Belge konusuna şimdilik girmeyeceğim.
Ancak, İsrail’e yönelik yeni propagandanın ve çıkılan yurtdışı gezinin güzergahının iyi analiz edilmesi gerekiyor. Bir yandan tatbikatı iptal edilen ve “çocuk katili” ilan edilen bir İsrail diğer yandan ise İsrail’in en büyük düşmanı İran ile büyük çaplı anlaşmalar yapan İsrail düşmanı bir gelenekten mücahit başbakan.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Yeni Osmanlı’sı Türkiye, gerçekten de kendi bildiğini mi okuyor yoksa İsrail’in ve ABD’nin yarınki politikalarının altını mı yapıyor?
Küresel krizle çöken bir Amerika var karşımızda. İçine düştüğü güçlüklerden dolayı kimi bölgelerdeki atraksiyonlarını hızlandıran kimi bölgelerdeki planlarını şimdilik erteleyen bir Amerika ile yüz yüzeyiz. Amerika özellikle İran konusunda kapsamlı bir harekata girişmekten şu aşamada kaçınmaktadır ancak küresel Amerikan şirketlerinin getirdiği sevimli başkanın İran problemini daha fazla öteleme şansı da yoktur. Obama’nın zorlamasıyla İsrail planını sürekli ertelemek zorunda kalmaktadır. Ancak şu aşamada Türkiye’nin yaptığı tek şey, Obama’nın ve İsrail’in yarın ki hamlelerinin altını doldurmaktır.
Özellikle Irak’ın 2003’te başına gelenlere bakacak olursak, Türkiye’nin İran’ı dolar dışında para kullanmaya yönlendirmesi daha doğrusu kışkırtması İran’ın ipini çekmekten başka bir şey değildir. Türkiye bugün İran ile yaptığı anlaşma ile yarının İran’ında kendine muhtemeldir ki bir pay kapmış olabilir. Ancak imzalanan ticari anlaşmalar ile İran parası ve Türk parası kullanılması konusunda varılan mutabakat İran’ın düpedüz ipinin çekilmesidir. Aynı zamanda İran’a nükleer enerji konusunda verilen destek İran’ı dünyada yaşadığı yalnızlıktan biraz daha kurtaracak ve İran, ABD ve İsrail’e karşı söylemlerinin dozunu artıracak bu da İsrail’i fazlasıyla kışkırtacaktır. Şu an için Türkiye tarafından bölgede yalnızlaştırıldığını düşünebilecek olan İsrail, üç beş ay sonra veya daha sonraki bir gelecekte Obama’dan gerekli işareti aldığı zaman o güne kadar ağzının ölçüsünü iyice kaçırmış bir İran’ı vurmayacak mıdır? Hatta bu süreçte kendine güveni arttığı için iyice tahrik edici ve ölçüsüz bir nitelik almış İran’ın vurulması karşısında İran’a kim arka çıkacaktır?
Türkiye muhtemeldir ki bir seçime gidiyor. Çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği tamamen Siyonizm ve İsrail nefretine boyanmış ama Yahudilerden de en büyük ödülü almış bir iktidarın başı olarak Sayın Başbakan, başının sıkıştığı şu günlerde İsrail’e belden aşağı vurarak hem içeriye güçlü mesajlar vermekte hem de bölgede düşmanı gibi gösterdiği İsrail’in önüne İran’ı atmaktadır.
Dileriz Türkiye seçime giderken İran güme gitmez…
Son paragraf bile tek başına yeterli bence)))
Ekim 30th, 2009 at 04:02Hocam desene yukarıda boşuna onca laf kalabalığı etmişiz:)))
Ekim 30th, 2009 at 10:16Kulağıma küpedir, kısa tutacağım artık...
İşte din ile siyaset binbir noktada ters düşüyor.
Din ile siyasetin ayrı şeyler olduğunu ve ayrı tutulması gerektiği tezini ülkemizde hala bazılarına 50 yıldır anlatamadık
Din kardeşliği yeşil banknotların başladığı yerde biter
Devletler arasında dostluk yoktur menfaatlar vardır
Biz çok duygusal milletiz ondan hep hata yaparız
Ekim 30th, 2009 at 12:38"Türkiye’de din kavramının bir silah olarak kullanılması Demokrat Parti ile başlayan bir gelenektir." Silah olarak kullanmak tabiri yerine, "halkın İslami hassasiyetine hükümetlerin de saygı gösterip, karşılık vermesi" diye dile getirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. "“Ezanın Türkçe Okunması” gibi çarpıcı bir propaganda ile başlattıkları süreçte" sonuçta CHP'nin elinde patlamıştır. Ayrıca sadece ezanın Türkçe okunması gibi icraatlerle de kalmamıştır CHP, Kur'an okunmasını bile yasaklamaya kadar vardırmıştır icraatlerini. Kendi ailemden Kur'an öğretmenin ve okutmanın ne büyük bir zorluk/suç olduğunu gizlilik çerçevesinde gerçekleştirildiğini çok duymuşumdur.
Ekim 30th, 2009 at 12:39Türkiye'deki İsrail, yahudi düşmanlığını giriş gelişim bölümlerini "dışarıdan bir göz" olarak "maalesef katılıyor" şeklinde özetlerken, aslında ABD'nin arkabahçesi olarak İsraili ekip, biçtiğini unutuyorsunuz. George W.Bush ve çılgın Neo Con'lar, Yahudi kaynaklarına dayanarak adeta bir kooperatif halinde kıyamet senoryolarını oluşturmuşlardı. Aslına bakarsanız, bu kimilerine göre bir teoriydi, kimilerine göre artık bir gerçekti.
Dış siyaset gerçekten buz pistinte dans etmek gibi... Hem teknik hem de estetik gerektiriyor... Eğer gereken dersleri yeteri kadar çalışmazsanız ve çalışmadığınız bir figürü yapmak isterseniz, kıçınızı kırmanız an meselesi... Söz konusu bir ülkenin buz dansı yapması ise, hâl daha da vahim bir durum haline geliyor. Kahrolsun Amerika, kahrolsun siyonizim diye bağıran bir gençlik gün gelip, buz pistine çıktığı zaman, daha dikkatli olmak zorunda. Özellikle gelişen dünyada, değişen değerleri göz önünde bulundurmadan çılgınca dans edemez. Ayrıca, Türkiye hiç olmadık kadar misyon ve vizyon sahibi bir role oynayınca, işler daha da kritik bir durumu düşmüştür. Belki de bugüne kadar işler hiç bu kadar kontrollü ve bağımsız üzerinde bulunduğumuz coğrafyaya muktedir yürümemiştir. Düşünsenize,gazetelerde gördüğümüz, önünde elpençe divan durduğumuz ABD başka ile ense tokat görüntüler neşredilmiştir. Bu birileri buna müsade ettiği için değil, iktidarın gerçek kudret sahibinin kim olduğunu gayet iyi bilmesindendir. Sonuçta yeryüzü tüm inananlara mescid kılınmıştır ve insanın insana üstünlüğü takvasından kaynaklanmaktadır. Bu düstür ile yetişmiştir şu anki iktidar. Ama giderek tüm dünyada oyun stratejisi değişmeye başlamıştır, bunu da göz ardı edemeyiz.
Çokça söyleniyor, "Türkiye topraklarında öldürülenlerin, Filistinde öldürülenler kadar kıymeti yok mu?" diye. Hükümetin, onlara daha fazla önem verdiğini düşünyor bazıları... Oysaki bu tamamen evin içi ve dışı gibi... İnsanoğlu, evinin dışındaki olaylara bazen daha fazla tepki vermez mi? Bunun doğruluğunu yanlışlığını tartışmıyorum ama ihmal edilmediğini düşünüyorum. Sadece o kadar çok konu var ki çözüm bekleyen ve birbiri ardına gelen, kimilerini medya biraz daha fazla gündeme getiriyor, kimilerini es geçiyor doğal olarak bizler de es geçilenleri hükümetin de es geçtiğini düşünüyoruz. Ama düşünsenize, yıllardır vücudumuzu saran tüm çıpanlarla, başa çıkmaya çalışılıyor. Zannetmeyin ki bunlar ABD'nin ya da AB'nin bize yaptırımları... Onlar her zamanki onlar... değişiklikler oluyorsa bu ülkede özgürlüklerden, haklardan, ekonomiden yana bunu yapan Tükriye'dir. AK parti'nin iyileşmelerin üzerine geldi diyorlar. Bu gerçekten çok komik! Avrupa birliği neredeyse başvurduğumuz seneden beri Türkiye için her yıl rapor düzenliyor. Sürekli geçersiz not alıyorduk. Sürekli yapılması gerekenlerin listesini veriyordu. O zamanki hükümetlerin istikrarsızlığı ve kendi küplerini doldurma gayreti Türkiye'yi, uluslar arası arenada ve iç piyasalarda hep öksüz evlat durumuna düşürmüştü. Şimdi ise "Ak parti birşey yapmıyor, söylenileni yapıyor, yoksa kendisinde bir numara yok, zamanlaması iyi" cümlesi külliyen kendini kandırmacadır.
Dünyada birşeyler değişmekte/gelişmektedir. Bunu şu anki ABD iktidarı da destekliyor. Çünkü evet, işine böyle geliyor. Bizde evet, işimize böyle geldiği için davranıyoruz. ABD direk İsraile müdahale edemediği için, bu kölenin, sahibine isyanı olur çünkü, ABD yapmak istediklerini Türkiye eliyle oynuyor olabilir. Bunda bizi şiddetle sarsacak bir durum yoktur. Çünkü dış siyaset menfatleri ön plana çıkarır. Ülke olarak, bugün antipati beslediğim bir ülkeye, yarın dostluk mesajları yollayabilirim, bilmeliyim. Bu küçük oyunu işyerimiz de bile oynamıyor muyuz?
"İsrail'in İran'ı vurması" ciddi bir hayaldir. Bugüne kadar İran'ın vurulması planları en ciddi çekilde G.W.Bush'un gitmesine az bir zaman kala gerçekleştirilmişti. Hatta Türkiye-İran sınırına ağır silahlar depolandığı, silah yüklü tırların çıktığı ama akibetlerinin ne olduğunun bilinmediği, bilgileri ortaya atılmış ve sonuçsuz kalmıştır. Umarım bu hayal, hiç gerçekleşmez ve Yıldız Savaşları-Klonları Savaşı'nı hiçbirimiz görmeyiz.
Ahmedin Necap akıllı bir adam. Alt yapısı kuvvetli. Dünya siyasetine çok hakim. Tam bir buz dansçısı... Her manevranın arkasından kalkabilecek, ayrıca son seçimlerde -herşeye rağmen- halkının desteğini arkasına aldı. Ama Türkiye-İran değince aklıma FB-GS gibi ezeli iki rakip, geliyor.. Bilemiyorum. Şu anda bölgemizde büyük bir güç İran. Ticarette ortak para kullanmak ekonomik olarak güçe güç katacaktır. Zaten her şey ekonomik gücün savaşı değil mi?
Teşekkürler,
Hazal Hanım,
Ekim 30th, 2009 at 18:11Bari bu konuda yeni bir yazı yazsaydınız.
Adına da "Din Ekonomisi Üzerine Bir Derkenar" dersiniz olur biter.
Takdir sizin=))
Bu yoruma bir cevap uygun düşecekti, ancak yorum ve yazı arasında yeterli bir bağlantı kuramadığım için ne yazsam diye düşünüyordum. Fakat dediğim gibi yorum kendi içinde ayrı bir yazı olabilmek kabiliyetine sahipken benim yazdığım şeylerin bir cevabı yada ilintili herhangi bir şeyi olmaktan uzak.
Sonuçta yazının bir tezi ve iddiası var.
Ancak hanımefendinin yorumu bu tezin yanında yada karşısında olmaktan uzak. Kendi penceresinden Türkiiye'nin siyasi durumuna bir bakış açısı oluşturmaya çalışmış. Kanımca başarılı da başarılı da, hocanın dediği gibi bu düşünceleri ilgisiz bir yorum olarak heba etmektense ayrı bir yazı olarak serdetmek daha uygun düşer kanaatindeyim. Hem okuyucu da daha farklı anlamlarıyla ve kendi içindeki tartışmasıyla faydalanmış olur.
Saygı ve Selamlarla
Ekim 30th, 2009 at 20:00"Son paragraf bile tek başına yeterli bence" yorumunun geldiğini görünce, yazınızı ikinci kere okuyup, bir sohbet edasına büründürüp, bir mektuba cevap yazar gibi, cümlelerinizin ben de oluşturduğu düşünceleri sizinle paylaşmak istemiştim; yeni bir yazı yazmak istemedim.
Ekim 31st, 2009 at 16:57Saygılarımla,
Ahmet Bey'inki iltifat olmuş, sizin ikinci defa okumanız da teveccüh. Her ikinize de teşekkür ederim..
Farkındayım sohbet tarzı düşünce beyanınızın, ancak dediğim gibi ifadelerinizde yer yer ele almaya çalıştığım konulardan uzaklaşan düşünceler olduğu için yeni bir yazı fikri bana da mantıklı geldi.
Sonuçta sohbet şeklinde de olsa dile getirilen kıymete değer düşünceler var ortada. Heba olmasına gönlüm razı olmaz gerçekten.
Ayrıca teveccühünüze tekrar teşekkür ederim.
Ekim 31st, 2009 at 17:19Saygı ve Selamla
Yazınızda belirtiğiniz bazı hususlara tamamen katılmakla birlikte son paragrafında sizinle aynı görüşü paylaşamayacağım.Öncelikle şu erken seçim safsatasına gelelim merkez sağdaki birleşmenin akılara hemen erken seçimi getirme nedenini anlamış değilim.İlerde böyle birşeyle karşılaşabiliriz elbette. Şimdilik hurafelerle kafamı yoracak enerjim yok.Türkiye'nin İsrail'in önüne İran'ı yem olarak attığına gelince,Ahmedi Necad çok akıllı bir siyasetçidir hiç öyle bizdekilere benzemez.Ayrıca İran siyasi anlamda dünyada bizden daha radikal bir çizgidedir.İran hiç de siyasi manevralarla yem olacak ülke değildir.Biz düşüncesizce uyguladığımız dış politikamızla lay lay lom yaparken İsrail'in önünde kendimizi yem olarak bulmayalım.Olur mu olur.
Kasım 1st, 2009 at 16:19"Türkiye yönünü batıya mı dönüyor, yoksa doğuya mı? diye sorulup duruyor. Oysa şu gün itibarıyla Türkiye yönünü sandığa dönmüştür. Her şey hazır, sadece kötü adam eksikti.
Alın size Kötü Adam… Geriye ona tokat atacak bir esas oğlan kalıyor… "
17 Ekimde,
http://www.birincikuvvet.com/Halil-Dag/469/Aramiza-“Ayrilik”-girdi.html
ve 19 Ekimde yine bizim sitede yayınlanan yazımın son cümleleri.
Yani merkez sağdaki birleşme ile bir ilgisi yok bunun. Ayrıca ANAP ve DP birleşmesi benim gözümde üfürükten şeyler. Miadı dolmuş ilaçların hastalığa faydası olmaz düşüncesindeyim.
Ben öngörümü Tayyip Erdoğan'ın klasik taktiklerine ve şu an özellikle açılımlar dolayısıyla içine düştüğü çaresizliğe bakarak göre oluşturdum.
Her akıllı adam böyle bir durumda önce gündemi değiştirir daha sonra ise kendisine yönelen antipatiyi sempatiye çevirmenin yoluna bakar.
E başbakan da şu an tam da bunu yapıyor.
İran meselesine gelince;
Maalesef ki tam da dediğim gibi oluyor. Daha bugün yayınlanan bir başyazıda bakın şunlar yazıyor (adres: http://www.birincikuvvet.com/guncel-/170928-AP_Washington-hesap-sorabilir.html):
Türkiye İran ile ticaretini 2011 yılına kadar 7 milyar dolardan 20 milyar dolara çıkarmayaı amaçladığını açıkladı. Bu durum olası BM ambargosunun İran ekonomisi üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin kaybolmasına yol açacak. İran ile model bir demokratrik Müslüman devlet ve doğuyla batı arasında köprü olan Türkiye arasındaki bu yakınlaşma bu ülkenin batıya sırtını dönüp doğudaki İslamcı rejimlerle kucaklaştığı kaygısını körüklüyor...
diye devam ediyor.
Sonuçta Türkiye'nin bu girişimi aslında İran'ı hem kendine güven duyar hale getirecek hem de atacağı dengesiz bir kaç adım ile kendini içine düşeceği bataklıktan kurtaramayacak.
Yine de umarım sizin dediğiniz olur. Çünkü kendimi bazen felaket tellalı gibi hissediyorum.
Kasım 1st, 2009 at 18:16Son paragrafın şu cümlesini beğenmiştim:
"Çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği tamamen Siyonizm ve İsrail nefretine boyanmış ama Yahudilerden de en büyük ödülü almış bir iktidarın başı olarak..."
Ben de vildan hanım gibi, erken seçimi konuşmalarını tartışmalarını algılayamıyorum.
Kasım 1st, 2009 at 19:27Seçim olur ya da olmaz, yazının ana fikri Türkiye cephesinde değişen bir şeyin olmadığıdır. Aksine o son cümlede bahsettiğim babayiğidin "benim bir görevim var" itirafı doğrultusunda görevi gereği şaşırtıcı ama görevine uygun atraksiyonlar gerçekleştirmektedir.
Kasım 1st, 2009 at 19:39Yani bana göre Türkiye yeni bir yol falan çizmemektedir aksine yeni yol çizmeye çalışanları içeri tıkarken eskiye güçlü bir dönüş yapmaktadır.
Selam ve Saygılarla
Yazara katılanlara birkaç sorum var.
Aralık 18th, 2009 at 15:481- M.K.Atatürk ve arkadaşları Filistin'de de bulunan aynı işgal kuvvetleri tarafından hangi sıfatla aranıyordu? Israil Devleti'ni kuran başkan ve başbakanla aynı değil mi?
2- Iran, Türkiye'yi imha etmekle tehdit etseydi ne yapardık?
3- K.Irak'tan 8 yıl değil, 8 gün Türkiye'ye roket atılsa ne yapardık?
4- K.K.T.C. kanla fethedildi de, Israil kendisine savaş açan ülkelerin toprağını işgal mı etmiş oldu?
5- Insan bilmedigi bir konuda, örneğin Siyonizm ve Masonluk konusunda neden bu kadar nefret eder?
Saygıyla
Menteş