İslam’sız ve Türk’süz Anayasa (II)
Yeni anayasa tartışmalarında yalnızca laiklik kavramı değil bununla birlikte bundan daha tartışmanın odağında yer alacak konulardan birisi de muhtemelen “Türklük” kavramı olacaktır. Toplam 177 madde/19 geçici maddeden oluşmuştur. Anayasa maddelerinin büyük çoğunluğunda “Türk” adı yer almıştır: 5-6-7-9-81-104. maddelerde “Türk milleti” şeklinde, 41-174. maddelerde “Türk toplumu” biçiminde, 42-59-62-67-101. maddelerde “Türk vatandaşı” diye, 66-70-72-90. maddelerde yalnızca “Türk” haliyle, 69. maddede ise “Türk uyruğu” olarak yer verilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Tarih Kurumu vb kurum isimleri arasında bulunan “Türk” kavramı da bu örneklere katıldığında sayı giderek çoğalmaktadır. BDP/PKK çizgisindeki bazı çevrelerin Türk adından rahatsız oldukları, anayasa vb metinlerden bu ismin çıkarılmasını, çünkü “Türk adının bir etnisiteye işaret ettiğini, oysa Türkiye’de başka etnisitelerinde olduğu” görüşünü savunmaktadırlar.
BDP/PKK çizgisinde olmayan bazı sol ve bir kısım İslami çevrelerin de farklı gerekçelerle de olsa “Türk adına yer verilmesinin gereksizliği” görüşünde oldukları bilinmektedir. Hatta 2.meşrutiyet döneminden başlayarak İslami çevrelerde “Türk” vb kavim adlarına vurgu yapılmasının başka kavim hassasiyetlerini de kışkırttığı bu tutumun İslam ümmeti bilincine ve dayanışmasına zarar verdiği görüşü oldukça etkili olmuştur.
Öncelikle Türkiye’nin tarihi geçmişine bir göz atıldığında, hem toplum hem de toprak bakımından Türkiye bir Osmanlı bakiyesidir. Burada herkesin ırki köken bakımından yalnızca bir ırka ait olması tarihen mümkün değildir. Sayı bakımından Türkler birinci sırayı alsa da Türkiye’de ırki bir tasnif yapılması halinde bunu Türk ve Kürt diye ikili bir tasnife tabi tutmak tartışmayı bu isimler arasında bir sonuca bağlama çabası da gerçekçi değildir. Çünkü diğer topluluklarında varlığı bilinmektedir. 11. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Selçuklu ve takip eden dönemlerdeki gelişmelerin sonunda Anadolu’nun İslamlaşmasında Türk, Kürt, Arap, Abaza, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Zaza vb Müslüman kavimler için sığınılacak bir yer, bir yurt haline gelmesinde Türklerin tarihte üstlendikleri ayrıcalıklı rol tayin edici olmuştur. Adı geçen toplulukların Anadolu’nun bir İslam yurdu haline gelmesindeki rolleri ise tali düzeyde kalmıştır. 12. Yüzyıldan, Haçlı seferleri yıllıklarından, dönemin batılı seyyahlarının seyahatnamelerinden başlayarak Anadolu’nun Türkiye diye adlandırılması da bu tarihi geçmişe dayanmıştır.
Yoksa “Türk” adı verilen kavim ırk bakımından diğerlerinden şöyle üstündür, böyle ileridir anlamına gelebilecek açıklamaların bilimsel bir değeri içeriği yoktur. Türkiye adı, Türkçede bir kavme, etnisiteye işaret eden anlama sahip olduğu gibi bundan bağımsız doğrudan bir coğrafya adı bir mekan adına da işaret etmektedir. Yunanistan, Bulgaristan gibi Balkan ülkelerinden gelip Türkiye’ye yerleşmiş olan vatandaşların “Yunan Göçmeni”, “Bulgar Göçmeni” diye, ırk bakımından Yunanlılıkla, Bulgarlıkla hiçbir ilgilerinin olmadıkları bilindiği halde, geldikleri mekana, coğrafyaya atıf yapılarak isimlendirildikleri de bilinmektedir. Aynı durum Fransız, İngiliz, İspanyol vb örnekleri için de fazlası ile geçerlidir. Türkiye’de etnik köken bakımından Türk olmayanlar da yaşıyor diye anayasa vb metinlerden.
Türk adını çıkarmak, Türkiye’nin tarihi geçmişini, mevcut sosyal yapısını göz ardı etmek yok saymak anlamına gelecektir. Demokratik bir ülkede, azınlığın hassasiyeti için çoğunluğun adının yok sayılması örneği dünyada bulunur mu?
Türk adının anayasadan çıkarılması BDP/PKK çizgisindeki Kürtler için de bir mana ifade edeceği kuşkuludur. Bu çevreler, Türkiye’nin tarihi geçmişine, toplumsal yapısına, Kürt nüfusunun akrabalıklar ve göçlerle Türk çoğunlukla karışması ve kaynaşmasına rağmen, Kürt nüfusu için ayrı bir temsil talebindedir. Anayasa metinlerindeki maddelerde Türk adının yer alması elbette bu çevrelerin şikayetleri arasında bulunmaktadır. Ancak onların talepleri yalnızca bununla sınırlı değildir. Bireysel planda Kürtlerin sahip olduğu hakların hiçbir şekilde yeterli olmayacağı, Kürtlerin topluluk olarak ayrı haklara, kolektif haklara, ayrı bir statüye sahip olmasını talep etmektedirler. Demokratik özerklik, anadilde eğitim, PKK’lıların demokratik özerk bölgenin güvenlik gücünü oluşturması gibi talepleri, Türk adının anayasadan çıkarılması elbette karşılamayacaktır.
Anayasadan Türk adının çıkarılması Türk çoğunluğa nasıl izah edilecektir? Bunun kolay olmayacağı açıktır. Dolayısı ile Türk çoğunluğun rağmına anayasa metninden Türk adının çıkarılması Türk çoğunluğun muhalefetine neden olacağı gibi BDP/PKK çizgisindeki Kürtlerin taleplerini de karşılamamış olacaktır. Bu durumda böylesi bir anayasa değişikliği, anayasa metni kimi, hangi toplumsal çevreyi memnun edebilecektir?
Türksüz bir anayasa metni yalnızca Türkiye’nin tarihi geçmişini yok saymakla inkar etmekle kalmaz, mevcut sosyal yapısını da büyük ölçüde kapsam dışında bırakmış, silahlı bir terör örgütünün, öncülük ettiği azınlık ırkçılığına da teskin edici bir çözüm olmayacaktır.
Anayasaların etnik vurgulardan, ideolojik içerikten soyutlanması, evrensel ilkelere göre hazırlanması görüşü de son derece zayıf bir özelliğe sahiptir. Şayet yeni bir anayasa yapılması halinde bir defa bu anayasa ile ne evren nede de Brezilya, Japonya, Almanya, İngiltere, Moritanya idare edilmeyecektir. Türkiye idare edilecektir. Dünyanın her hangi bir bölgesinde genel geçer sayılacak kurallara göre hazırlanacak bir anayasa Türkiye’nin toplumsal şartları ve tarihi geçmişi bakımından iğreti olacaktır. İnsanlığın ortak aklının vardığı sonuçları bir anayasanın dikkate alması gereği kadar Türkiye’nin toplumsal yapısı ve tarihi geçmişini de en az o kadar dikkate alması hayati derecede bir zorunluluktur.
1982 Anayasasının 174. maddesinde “Atatürk ilke ve İnkılapları” sıralanmış ve bunların anayasaya aykırılığı gibi bir iddia ile bile olsa değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hükmü yer almıştır. Bu maddede : tevhid-i tedrisat, şapka iktisası, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medeni kanun, uluslar arası rakamlar, yeni harfler, soyadı kanunu ve bazı lakapların yasaklanması yine bazı kisvelerin giyilemeyeceğini öngören kanunlar, inkılab adıyla tek parti döneminde resen ve zecri olarak yürürlüğe girdi. Hayatın doğal akışı karşısında günümüzde bu inkılabların yapıldığı günün heyecanından ve içeriğinden çok uzaklaştığı görülmüştür.
Devletin bazı kıyafetler karşısında tavır alması, şu giyilebilir, bu giyilemez gibi bir tercihi vatandaşının önüne zorla koyması, hukukla, demokrasi ile açıklanabilecek hususlar değildir. Atatürk milliyetçiliği gibi, kişiye bağlı bir milliyetçiliğin de ilgili literatürde emsalinin bulunması hayli kuşkuludur. Başta devletin nitelikleri olmak üzere, eğitim, vatandaşlık vb tanımların yer aldığı anayasa maddelerinde böyle kişi milliyetçiliğine yer verilmesi atıflar yapılması da ancak tek partili, tek şefli totaliter ülkelerde görülebilecek düzenlemelerdir. Böylesi düzenlemelerin de, Türkiye’nin tarihi geçmişi ile toplumsal yapısı ile açıklanması mümkün değildir. Yeni anayasa metninden böylesi garipliklerin çıkarılması da hayati bir zarurettir.
12 Eylül 2010 referandumu ile bazı ileri adımlar atılmasına rağmen yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının yeterince temin edilemediği açıktır. Türkiye’de hala iki Yargıtay iki yüksek idare mahkemesi (askeri ve sivil Danıştay) varlığını sürdürmektedir. Hukuk düzeni açısından böyle bir tablonun yeni anayasada da yer alması bir faciadan başka bir şey olmayacaktır. Çalışma hayatı hakkında çalışanların aleyhine olan hükümlerin devam etmesi, adalet, çalışma barışı ve nihayet demokratik haklar bakımından önemli bir sorundur. Çalışanları daha çok yük gibi telakki eden iktidar çevrelerinin bu anlayışlarına rağmen grevli-toplu sözleşmeli haklara yeni anayasa ile çalışanların sahip olması toplumun önemli bir kesiminin beklentisi olmaya devam etmektedir.