İslamiyet İle Demokrasi Bağdaşabilir mi?
SSCB’nin dağılmasından sonra kontrolsüz bir alan yaratan İslam Coğrafyasında rejimler sorgulanmaya başlandığında; Otoriter rejimlerle yönetilen Müslüman toplumlarının daha fazla hak ve özgürlük istemelerinden sonra, bu coğrafyalarda çeşitli tartışmalar yaşanmaya başlandı. Bu tartışmaların en önemlisi “İslamiyet’le demokrasi bağdaşır mı?” Tartışması idi.
Bizim zannettiğimizin aksine demokrasilerde -ki bizim zannımız ülke içinde isteyenin istediğini savunabilmesidir- her önüne gelen her istediğini savunamayacağı gibi, istediğini talep de edemez. Savunduğumuz fikirler ve taleplerimiz sistemin çarklarına uygun olması gerekir. Bu çarklar gizli ya da açık kişi ve toplumları disiplin altına alır.
Bunu biraz açalım,
Kapitalist ABD’de Komünist parti kurabilirsiniz. Buna demokratik hak adına izin verilebilir. Ama yaşatma şansını bulamazsınız. Bu ABD toplumunun Komünist Parti’ye oy vermemesinden değil, gizli, açık birtakım kanun, uygulama ve propagandalar vasıtası ile toplum tarafından Komünist Partiye itibar sağlatılmamasındandır.
Mesela 90’lı yıllarda, hele 80’ ihtilalından önce, başörtüsü okullarda yasak olmadığı halde kız öğrencilerin başörtüsü ile okula gitmeye itibar etmemesi, onların başörtüsünü benimsememelerinden değil; İslami düşünce ve hareketlerin ve dolayısıyla başörtüsünün hâkim sistem tarafından gericilik ve yobazlık olarak algılatılmasındandır. Buradan şuraya gelebiliriz;
Hâkim ideoloji ülke içinde ideolojisine uygun kültürleri yaratma arzusunu taşır. Arzudan öte bunu kendine hak olarak görür. Mesela Komünist ideoloji kendi ideolojik anlayışına göre, Kapitalist ideoloji de doğal olarak kendi anlayışına göre toplum mühendisliği yapacaktır. Ve kendi ideolojik anlayışına göre sistemi düzenleyecektir. Kısaca her ideoloji toplumlara kendi anlayışına göre yaşam kültürü sunar. Sistemi yönetenler bunu doğru bir davranış olarak görmekten öte, kendilerine hak olarak görürler. Yine muhalefet tepkilerini en aza indirmek için çeşitli partiler ve sivil toplum örgütleri kurdururlar ama yukarıda da bahsettiğim gibi gizli-açık kanun ve uygulamalarla itibar ettirmezler.
Zaten hâkim sisteme göre sistemin sunduğu ideoloji ve onun kültürü haricindeki ideoloji ve kültürler gericiliktir, yobazlıktır. Muhalefeti de hâkim ideoloji ve kültürü sınırları içerisinde yaptırır. Sovyetler Birliğinde de Komünist Parti haricinde de partiler vardı. Ama hepsi sosyalist düşüncenin çeşitli derecelerini savunurlardı. Ama halkın dostu Komünist partisi haricindeki partiler ya doğru yolda değillerdi ya da halkı gereğince temsil etme yeteneğinden(!) yoksundular.
Avrupa aydınlanma çağı yani Rönesans’tan sonra dinin etkisini ve dolayısıyla kilisenin toplum üzerindeki otoritesini önemli ölçüde geriletti. Dolayısıyla Avrupa toplumlarında dinin yaşam alanındaki etkileri sadece çeşitli zamanlarda hatırlanan kültürel gelenekler olarak devam etti/ediyor. Din böylelikle yeni yaşam ideolojisi ile uyumlu hale geldi. Daha doğrusu uyumlu hale gelmeye zorlandı. Ve dini akide ve kurallar yeniden düzenlendi. Sonuçta batı ideologları Hıristiyanlık ile demokrasinin yan yana yaşayabileceği(!) fikrini savundular. Hâlbuki hâkim sistem ve dolayısıyla hâkim ideolojinin dine biçtikleri rol, dinin izin verildiği alanlarda, izin verildiği şekilde ikame etmesiydi.
Ve bu da çok kolay olmadı. Din ile ideolojiler arasındaki mücadeleler yüzyıllar sürdü. Bu uğurda savaşlar ve katliamlar oldu. Sonunda ideolojiler galip geldi.
Avrupa kendi yaşam felsefesini yani kültürünü yeniden oluşturduktan sonra bunu on dokuzuncu yüzyıldan itibaren sömürgelerinde de uygulamaya başladılar. Hıristiyan toplumların Batının sunduklarını kabullenmeleri kolay oldu. Ancak diğer dinler de (özellikle) İslam Coğrafyasında kabullenilemedi.
Esas konumuz olmamasına rağmen nedenini bir-iki cümle ile belirtip geçelim. Birincisi İslamiyet’i yeniden düzenleyecek ne bilgi birikimleri vardı ne de alt yapıları yeterliydi. İkincisi ise her ne kadar İslam Coğrafyasında işbirlikçi yönetimler iş başında olsalar bile, toplum her zaman kendini batı dünyasından soyutladı.
Ancak otoriter ve işbirlikçi zümreler vasıtası ile İslam Coğrafyasını kontrol altına almak istediler. Aldılar da. Şüphesiz teknolojide ve toplum biliminde yani medeniyette ileri giden toplumlar her zaman taklit edilirler. Dolayısıyla Batının İslam coğrafyasında modernlik(!) adına taklit ve takip edilmeleri normaldi. Yetişen nesillerin de ideal yaşamın batı normları olduğunu zannetmeleri de son derece doğaldır.
Bunda yirminci yüzyıla damgasını vuran Kapitalizm ve Komünizm gibi hâkim ideolojilerin etkisi büyüktür.(Yöntemleri farklı olsa bile) Düşmanca yaklaşmaları İslam Toplumlarını kendi özel alanlarına çekilmek zorunda bırakmıştır. Bundan dolayı, çatışma olmadığı içindir ki yirminci yüzyılın ideolojiler devrinde İslamiyet siyasi terimlerle sorgulanmamıştır/zaten izin de verilmemiştir.
İdeolojiler rafa kaldırılmaya başlanıp İslamiyet, dolayısıyla Müslümanlar hayatın her alanında kendilerine ifade etmek cesareti bulduklarında, İslamiyet ile sistemler, bir anlamda günün modası Demokrasi kıyaslanmaya başlanmıştır.
Burada (hâkim güç) Batı yine hınzırca davranıp kendi kültürel anlayışına göre sorgulayarak sonuca varmaktadır. Hâlbuki İslam Toplumlarının kendi yaşam anlayışı ve kültürleri ile oluşturdukları standartlar ışığında İslamiyet ile Demokrasinin –ki ben buna çağdaş insan ve toplum hakları diyorum- sorgulanması ve irdelenmesi gerekmez mi?