content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

17 Kas

İslamın Olmadığı Yerde İslam Kardeşliği Nasıl Olur?

İslamın olmadığı yerde islam kardeşliği olabilir mi?

Yani; hem islamın hükümleri işlenmeyecek hem de siz islam kardeşliğinden dem vuracaksınız…

Tam olmadan cüz’ün, şart olmadan meşrut’un, lazım olmadan melzum’un oluşması mümkün mü?

İslami hükümleri içermeyen bir islam kardeşliği olur mu? Olsa dahi ne kadar doğru olur ve ne denli fayda sağlar?

Önce islam kardeşliği mi var edilmeli yoksa islam mı?

Yani; islam mı islam kardeşliğini oluşturur yoksa islam kardeşliği mi islamı oluşturur?

Peki ne yapılmalı?

Öncelikle bir çağrıda bulunmak istiyorum: Egemen müslüman kardeşlerime sesleniyorum; aynı gemideyiz ve biz egemen olmayan ve egemenlik nimetlerinden faydalanmayan kardeşleriniz kürek çekmekten vazgeçersek ilerleyemeyiz. Ve kaldıki sabrı tükenen kardeşlerinizden birisinin veya birkaçının gemiyi delmeye kalkışmasının nelere mal olacağını hatırlatırım.

Bunu neden mi söylüyorum? Sebeplerden sadece birisini söylemkele yetineceğim: Evet, kahvaltıda kimi çeşit arar kimi de çöp...

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”

Bu yetmez mi?

İslam nedir?

İslamı bilmeyen, onun kardeşliğini nasıl yaşayabilir, başarabilir?

İslami doktrin ve öğretilerden soyutlanmış bir kardeşlik!

İslamsız bir islam kardeşliği?

Evet, “Bizden değildir” diyor islamın rehberi…

Bizden olmayan ile nasıl bir kardeşlik yapılabilir ki?

Buna belki de kanaat diyeceksiniz veya kader…

Aslında kanaat; başkasına el açmamaktır, namerdin önünde diz çökmemektir. Ama şimdilerde el açmanın adı olmuş...

Ve kader ise; aslında teslimiyetçilik değildir.

Ne islamı biliyoruz ne de islami bir hayat yaşayanların hayatından haberdarız.

Neden biliyor musunuz?

Çünkü Gazzali dahi ta kendi zamanında, Muhammed ve arkadaşları burada olsalardı; müslüman olmamız için bizimle mücadele ederlerdi ve biz de onlara baktığımızda; bunlar delidir derdik, diyor…

İşte o yüzden onlar cehalet devrini kapatıp asr-ı saadeti inşa ettiler. Pek konuşmadılar ama yaptılar…

Ve onları takip edenler, edebi olmayanın ilmi de yok dusturuyla hareket ettiler..

Edep öğrenmeden ilim öğrenenlerin, hakkı bilmeden adalet dağıtanların olduğu ve bu yüzden herkesin sadece konuştuğu bir toplum oluşturmuşuz...

Oysa iman; başlı başına bir eylemdir…

Onlardan önceki dönemde insanlar, elleriyle çocuklarını öldürüyorlardı…

Şimdi bizler de çocuklarımızı ya ellerimizle öldürüyor veya ellerimizle ölüme yolluyoruz.

Eskiden insanlar doğrularla yargılanırdı şimdilerde ise doğruları insanlar yargılıyor...

İşte bu yüzden bazılarının hep konuştuğu ama bazılarının da hep susarak dinlemeye mahkum bırakıldığı bir toplum olmuşuz.

Dolayısıyla ne Hakk'a saygı kalmış ne de hukuka...

Peki edep ve saygı nedir?

Hemen belirteyim ki: Salt susmanın saygı olamayacağı gibi her konuşma da cevap ve hüner değildir.

Salt ilim sadece cehaleti giderir, ahmaklığı, tahammülsüzlüğü, adaletsizliği, kin ve nefreti gidermez...

Ruh'a ve Kalb'e hüküm eden bir kültürden gelen bizler, bedenlere hüküm etmeyi marifet ve hüner edinmişsiz...

Oysa benliğini ve nefsinin arzularını yenen en güç savaşımı kazanmış sayılır. Başkasına yenilen sadece mağlup olur, nefsine yenilen rezil de olur...

Öncelikle kendimizle barışık olmalıyız…

Kendi içinde güçlü olamayanlar ve içindekilerle barışık olamayanlar dışarıya karşı verecekleri savaşımlarında da başarılı olamazlar.

İslam, sadece yandaşlarına değil düşmanlarına dahi merhametle yaklaşmayı dustur edinmiş ve bu dusturu her namazda; “Alemlerin Rabbine hamd olsun” şuuruyla bizlere deklare ederken islam coğrafyasındaki günümüz müslümanlarının kendi dindaşlarına dahi merhametsiz davranışlar sergiliyor olması ve benzeri çelişkilerle dolu yaşam tarzları nasıl açıklanabilirki?

Bir felsefeci insan tanımını yaparken: “Düşünen varlıktır” diyordu.

Yani; bir zamanlar varlığını isbat etmen için düşünmen gerekirdi, asrımızda ise varlığını sürdürmen için düşünmemen gerek.

Veya düşündüğünü hissettirmemen gerek.

“Eslim teslim”. Müslüman ol selamet bul.

Bu, islamın çağrısı, sembolü ve sloganıydı…

Oysa islam coğrafyasında bugün, selamet olmadığı gibi gençliğinde huzur da yok. Jenerasyonlar arası çatışma ve çelişki!

İslam kaynaklarındaki teori ile günümüz müslümanlarının pratiği arasındaki çelişkilerden dolayı inançsal, ruhsal ve psikolojik travmalarla yaşamaya mahkum bırakılan gençlik, yaşamdan haz almamakta ve kendisi dahil herkese zarar verebilecek bir öldürme makinesine dönüşmüştür.

Ve bu nedenle bizler, çocuklarımızı cahiliye dönemindeki gibi (hatta onlardan da öteye geçerek yalnız kız çocuklarını değil erkekleri de katarak, hem kız hem de erkek çocuklarımızı) öldürüyoruz veya öldürülmelerine sebeb oluyoruz…

Bu öldürme salt maddi olan öldürme değil maddi ve manevi bir öldürmeden bahsediyorum...

İslam literatüründe sebep fail statüsündedir…

İşte o yüzden, Fırat kenarındaki kurt kuzuyu yeseydi, Ömer sorumluydu…

Eskiden aşkın edebiyatı yapılıyordu şimdi ise kardeşliğin.

Yani yapamadığının sadece edebiyatını yapar kişi…

Bir toplumda hangi konu çok işleniyorsa bilinizki o yaşanmıyordur…

İslam coğrafyasında sadece gözyaşı var!

Ağlayışın dili yektir. Herkes aynı dilde ağlıyor...

"Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir." demiş islam rehberi…

Bizden olmayanla nasıl kardeşlik inşa edilebilirki?

Güvercinlerin uçmasını arzuluyorsak öncelikle kanatlarını kırmamalıyız, kırmaya niyetlenenlere engel olmayız. Gagalarındaki zeytin dalından geçtim...

Biraz da dinlemeyi denesek!

Hep konuşan birileri olmuştur hayatımızda, hiçbir huzur sağlamadığı ve hiçbir işe yaramadığı halde…

Oysa islam dini dinleme dinidir. Çünkü peygamberimiz Cibril'i dinleyerek bu dini bizlere getirmiştir.

Önce anne konuşur sonra da baba. Hoca başladı mı konuşmaya tekrar dinleyici sen olursun. Hasta olduğunda, doktor başlar tavsiyelere ve o da; beni dinlemezsen der. En gelişmiş döneminde ise herşeyi doğru bilen devlet konuşmaya başlamaktadır. Ben ne zaman konuşacağım dediğinde ise ölüm kaşlarını çatmış şimdi ferman benimdir der. Öldüğünde ise imam konuşur, istesen de zaten konuşamazsınki. Sadece Münker ve Nekir seni dinler ve sana sorar: Sakın yanlış konuşma...

Kendinizi ifade edemediğiniz ve yerinize cümleler kurulup sonra da bu cümlelere cevap verilen bir yerde/toplumda, anlaşılmanız güç. Ve yıllar geçecek; hala senin derdin ne, denilecek. İşte, bu: Şehir girişindeki kavşağın etrafında dönmeye benzer. Kavşağın etrafında dönüp durarak yol kat edemez ve şehre varamazsınız...

Eğri otur doğru konuş derler. Varsın desinler.

Ben, doğru oturup doğru konuşmaya devam edeceğim.

Aslında "FİRAVUN" bir isim değil ünvandır. Ama Musa bir isimdir, ünvan değildir...

Toplumumuz yaşayanlara değil ölülere ağlayan bir bilinci dustur ve şiar edinmiş…

Ve unutmayalım ki; ibret almayanlar ibret olurlar…

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank