“İslam’ı Tanımakla Mükellefiz”
Mardin Küçük Millet Meclisi (MkMM) 9.’cu Şubat ayı toplantısı gerçekleşti. Mardin Küçük Millet Meclisinin (MkMM) Kızıltepe ilçesinde
düzenlediği Şubat ayı toplantısında İslam adına yapılan terör eylemleri ve Avrupa'da yükselen İslamofobi masaya yatırıldı.
Toplantıya katılan Ortadoğu Halklarının Birliğini Koruma, Kalkındırma ve Strateji Araştırmalar Merkezi {OHAK-DER} YK Başkanı M. Burhan Hedbi, toplantıda “İslamofobi ve DAİŞ” başlıklı bir sunum yaptı. Hedbi, 1) DAIŞ, Şengal ve Rojava Üzerine Bir Analiz, 2) İŞİD-DAİŞ, Kürdleri İslam’dan Soğutma Projesidir, 3) Kılıçlı Topluma İndirilen Kılıçsız Kur'an, 4) Kara Propaganda İle Karartma Girişimi olmak üzere dört ana başlıkta değindiği “İslamofobi ve DAİŞ” başlıklı sunumun yaptı.
“HZ. MUHAMMED MUSTAFA (s.a.s) SADECE MÜSLÜMANLARIN PEYGAMBERİ DEĞİLDİR!”
OHAK-DER Başkanı M. Burhan Hedbi, “İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) sadece biz müslümanların peygamberi değildir. Batının arzu ettiği böylesi yanlış tanımlamalardan sakınmamız gerekir. Batının oluşturmaya çalıştığı şey de tam olarak budur. İslam Peygamberini toplumlar arası bir sürtüşme sebebi kılmak ve müslüman toplumu ile batı toplumunu bunun üzerinden karşı karşıya getirmek suretiyle kendi toplumlarını islam peygamberinden uzak tutmak hatta onun nefretini kendi genç nesillerinin kalbine ekmek suretiyle islamdan uzak tutmaya çalışmaktır! Biz müslümanlara düşen peygamberimizin tüm insanlığa hatta âlemlere gönderilmiş olan bir rahmet peygamberi olduğu hakikatini gür ve yüksek sesle dillendirmek ve onun o şefkat ve merhametini hayatımızda yaşatarak göstermek olacaktır. Taif'te O'nu taşlayanlara bile beddua yerine dua eden islam Peygamberinin (s.a.s) şefkat ve merhameti batıyı da kapsayacaktır.
Yeter ki ümmeti O’nun bu şefkat ve merhametini sözde bırakmayıp hayatlarına yansıtabilsin ve onun inşa ettiği yaşam biçimi neyi gerektiriyorsa öyle davransın. Zira günümüz Müslümanlarının dua yerine birbirlerine beddua etmeye başlamış olması; imanımızda veya İslam anlayışımızda ciddi bir sıkıntının varlığını net olarak ortaya koymaktadır.”
Son olarak “İslam’ı tartışmakla değil, tanımakla mükellefiz. Müslümanların tartışılabileceği, ama İslam dininin tartışılamayacağını dile getiren OHAK-DER Başkanı M. Burhan Hedbi, “Keşke tartışmamız gereken, İslam olmasaydı da, Müslümanlar olsaydı. O zaman şöyle bir şey diyebilirdik. Ey insan, Müslümanlar melek değiller.
Onlar da hata yapabilirler. Hata yapanların en hayırlısı da hatasını anlayıp tövbe edendir. Bu bağlamda tartışmamız gereken şey eğer İslam ise, bütün arkadaşlardan özür diliyorum. Bu beni aşar sanırım hepimizi de aşar. Ama eğer söz konusu Müslümanlar ise, tartışabiliriz. Biz ancak İslam’ı tanımakla mükellefiz. Tartışmakla değil.” dedi.
İslamofobiya ve DAİŞ
Hedbi, dört ana başlıkta hazırladığı “İslamofobi ve DAİŞ” başlıklı sunumunda şu konulara değindi:
1) DAIŞ, Şengal ve Rojava Üzerine Bir Analiz.
Bir olay vuku bulduğunda olayı çözmek ve anlamak için kimin yaptığını bilmekten ziyade kimin işine yaradığını bilmek önemli ve gereklidir.
Bana göre DAIŞ’ın eliyle Rojava ve Şengal'de yapılmak istenen iki şey vardır.
Birincisi: Müslümanları bir birine düşürerek aralarına nifak ve kin tohumunu ekip, birinin diğerine yapılanlara üzülmesini ve yardımına koşmasını engellemek! Bu yapılanlar yüzünden DAIŞ’ın şahsında Müslümanları ve dolayısıyla İslamı hem kendi kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda itibarsızlaştırmak ve bu itibarsızlaştırma üzerinden islamofobiyi körüklemek.
İkincisi: Başta ABD olmak üzere küresel ve emperyal güçlerin elinde kalan ve eskiyen silahların satılarak elden çıkarılması gerekiyordu... Bunun için de aynı merkez düğmeye basarak kaos ve kargaşayı başlattı. Ve silah satışı resmen doğrulandı.
Ey küresel ve emperyal güçler, elde etmeyi arzu ettiğiniz maddi kazanç, iktidar ve gücü aldınız! Peki, ama Şengal dağlarında susuzluktan ölen çocuklar, Şengal ve Rojavada gerçekleştirdiğiniz tüm bu ölüm, trajedi ve yaşanılanlar, elde ettiklerinize değdi mi?
Müslüman ülkelerin sessizliği daha da üzücü!
Öncelikle böylesi durumlarda islamın bakış açısının ne olduğuna kısa da olsa, birkaç soru ile açıklık getirmek gerekir. Adil bir kâfiri veya zalim bir müslümanı sevmek! Adil bir kâfire mi yardım edilmeli yoksa zalim bir müslümana mı? Kâfire yardım etmek, küfre yardım etmek! Bunlar aynı kapıya mı çıkıyor? Mazlum bir kâfire veya mazluma yardım eden bir kâfire yardım etmek, küfre yardım etmek anlamına gelir mi? Kâfiri sevmek, küfrü sevmek anlamına gelir mi? Kâfirin küfrü, hukukuna tecavüzü mubah kılar mı? Bunların cevabını bilmeden bu konuları tartışmak, islamı “Müslüman Görünümlü” kişiler üzerinden değerlendirmek doğru olmayacaktır sanırım.
İslam’ın Kur’anî bakış açısı şöyledir: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. 2/256, Ey Muhammed! “ Şayet yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğdir. 16/82, 4/20, 3/63-104; Ve “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. 16/125” Aslında İslam, bu düsturlarla günümüz anlayışlarının aksine; sadece kendi mensuplarının hukukunu değil, bir bütün olarak insanlığın hukukunu savunup, gözetmektedir.
Fakat günümüzde maalesef hakka ve hakkı haykıranlara karşı bir alerji var. Kaldı ki bu anlayış, “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. 4/135” anlayış ve kültüründen gelenlerin içinde de hâkim bir anlayış olmuştur. Bu, ayrıca üzücüdür.
Zira mesele Kürd kardeşlerimiz olunca ilk tepkinin batılılardan gelmesini bekliyoruz. Neden?
Bu farklı yaklaşım biçiminin hem Müslümanların “İslam kardeşliği” anlayışına hem de sol kesimin “Halkların kardeşliği” söylemine zarar vereceğinin altını çiziyoruz. Bu bağlamda halkların birlikteliğine de halel getirecek olan bu menfi tavırdan bir an önce vazgeçilmesinin Ortadoğu halklarının yararına olacağını da belirtmek istiyoruz.
Kendilerine oyun oynan ve başlarına çorap örülen ve bu oyunu bozacak olan da yine bizleriz. Gelin bu insanlık suçunu işleyenlere hep birlikte biz DUR DİYELİM ki en azından temsil ettiğimiz anlayışın bizlere yüklediği “Mazlumdan taraf ol” sorumluluğunu yerine getirmiş olabilelim. Bunu yaparak kendimizi ve dolayısıyla temsil ettiğimiz dini anlayışı da bu yapılanlardan temize çıkarmış olalım ki körüklenmek istenen islamofobinin önlenmesine de katkı sunmuş olalım.
Bölgemizin içinde bulunduğu ahval ve şeraite dönersek:
2) İŞİD-DAİŞ, Kürdleri İslam’dan Soğutma Projesidir.
İŞİD-DAİŞ üzerine birçok şey yazıldı çizildi. İŞİD-DAİŞ örgütünün oluşmasına zemin ve olanak yaratan sebepler, gelişimi ve neticeleri hakkında birçok şey yazıldı, yazılıyor. Kimi onu mezhep anlayışı üzerinden tanımlamaya çalıştı, kimi de batılı güçler tarafından 1991 Körfez savaşından bu yana Irak’ta ve son zamanlarda Suriye’de yaşanan menfur ve insanlık dışı gelişmeler üzerinden.
Oysa İŞİD-DAİŞ’ı sadece bir faktör üzerinden okumaya kalkışmak, sizi ya eksik veya yanlış neticeye götürecektir. Zira İŞİD-DAİŞ tekdüze, sathi, lokal ve sadece bir faktör üzerinden okunamayacak kadar girift bir projedir.
Evet, İŞİD-DAİŞ bir projedir ve bu projenin Uluslar arası güç ve inanç ayağı, Ekonomik ayağı ve Bölgesel ayağı olmak üzere üç ayağı vardır.
1- Uluslar arası güç ve inanç ayağı:
a) Çözüm-Barış süreciyle başlatılan Kürd-Türk ittifakı başarıyla neticelenirse; Türkiye, Ortadoğu’da özellikle de Irak ve Suriye’de barışın, sükûnetin ve huzurun mimarı ve limanı olacak. Bölge halklarının umudu ve mercii haline gelecektir. Türkiye’nin demokratikleşmesini de beraberinde getirecek olan Kürd-Türk ittifakı; ekonomi alanında büyümeye ve ilerlemeye de katkı sunacaktır. Bu ittifak hem bölgede hem de dünyada güç olmanın ve tarihin seyrini değiştirecektir. Doğal olarak bu gelişmeler, birilerini rahatsız etmekteydi.
b) Hıristiyan inancına kendi mahallesinde bile baskın hale gelen İslam inancını kirletmek! İŞİD-DAIŞ, İslam anlayışını kendi mahallesinde kirletme girişimidir. Müslümanları bir birine düşürerek aralarına nifak ve kin tohumunu ekip, birinin diğerine yapılan zulüm ve işkencelere üzülmesini ve yardımına koşmasını engellemek! Bu yapılanlar yüzünden DAIŞ’ın şahsında Müslümanları ve dolayısıyla İslamı hem kendi kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda itibarsızlaştırmak ve bu itibarsızlaştırma üzerinden islamofobi’yayı körüklemek.
2- Ekonomik ayağı:
Petrol boru hatları ile yol güzergâhları ve aynı merkez tarafından kurgulanan bu kör düğüşü sayesinde başta ABD olmak üzere küresel ve emperyal güçlerin elinde kalan ve eskiyen silahların satılmasını sağlamak...
3- Bölgesel ayağı:
Bölgede yaşayan her ulusun yaptığı gibi, batılılarla stratejik ortaklık ve çıkar ilişkisinde bulunmak günümüz şartlarında elbette ki Kürdlerin de en doğal haklarıdır. Yanlış anlaşılmamak adına altını çizerek ifade etmek isterim k; Bizim batıyla bir sorunumuz yok, sorunumuz batılla!
Bu projeyle Kürdleri kendi halkı içindeki her müslümanı DAİŞçı belleyip kin duymasını ve dolayısıyla Kürdleri birbirine düşürmek ve bu bağlamda Kürd halkını ulus olma yolunda ilerlerken daha tekâmülünü bitirmeden kendilerine bağımlı hale getirmektir. Kürdlerin; sakal, sarık, başörtüsü vb. İslam kültürüne mal olmuş sembollere ve bunları taşıyanlara kin ve nefret beslemelerini sağlayarak, komşuları olan Arap, Türk ve Fars halklarına da düşmanlık beslemelerini sağlamak ve Kürdlerin bu şekilde yalnız kalmalarını başarmaktır. Zira bölgede yalnızlaşan Kürd halkının, yüzünü ve kalbini batıya çevirmesi kaçınılmaz olacaktır.
Fakat bu oyuna Kürd halkına komşu olan halklardan bazılarının da çanak tuttuğu yönünde çıkan bazı duyumların ortada dolaşması çok acı! Bu projenin bölge halkları (Devletleri) tarafından da desteklendiği duyumları ise Kürd halkının duygusal kopuşuna neden olabilecektir.
Şayet bu duyumlar doğruysa, kaybeden şimdiye kadar hiçbir karşılık beklemeden ümmet ve İslam şuuruyla hareket eden Kürdler değil, diğer komşu halklar olacaktır. Zira bölgesel ölçekte analiz edildiğinde görülecektir ki: İŞİD-DAİŞ, yüzyıllardır karşılıksız islama hizmet eden Kürdleri İslam’dan ve ümmet anlayışından soğutma projesidir.
Şayet ortadoğuda Müslüman olup da şimdiye kadar kendi adıyla devleti olmayan tek halk olan Kürdler, ümmet anlayışından soğutulursa; kaybeden Kürdler olmayacaktır.
Kürdlerin ortadoğuda demokrasinin öncüsü olduğunu; uğradıkları tüm kıyım ve haksızlıklara rağmen barış, huzur ve birliktelikten taviz vermediğini görenler, bundan rahatsızlık duymaya başladılar. Ortadoğu halkları nezdinde Kürdlerin parlayan yüzünün ve istikbalinin farkında olan egemen güçler, bu rahatsızlıklarına rağmen Kürdleri yanlarına çekmenin yollarını aramaya koyuldular.
Günümüzün Haçlıları, hem ortadoğu coğrafyasının kaynaklarına sahip olmak için Kürdleri yanlarına çekmek adına hem de Selahaddini Eyyubi’nin intikamını Kürdlerden almak için İŞİD-DAİŞ ile Kürdleri islamdan uzaklaştırmayı hedeflemektedirler. Kürdlerin başına kendilerinin musallat ettikleri İŞİD-DAİŞ ile göstermelik de olsa mücadele ettiklerini gösterip; "Kürdlerin kurtarıcılarının kendileri oldukları" algısını yaratarak, Kürdleri yanlarına çekmeye çalışıyorlar!
Bu söylediklerim çok uzak veya uçuk karşılanabilir ve bu yüzden şimdilik çokça da eleştirilebilir veya dikkate alınmayabilir. Fakat bu egemenlerin hesap ve projelerinin gündelik olmadığı hesaba katılırsa; anlaşılabilirim sanırım.
Ama politik ve tarihsel akıl ve tecrübeye sahip olan Kürd halkının bu oyunu da bozacak basiret ve ferasete sahip olduklarına ve kendi menfaat ve maslahatlarının da barış ve diyalogda olduğunu fark ettiklerine inanıyorum. Zira Kürd halkı sadece tabut taşımak için yaratılmamıştır.
3) Kılıçlı Topluma İndirilen Kılıçsız Kur'an
Kılıçlı toplumu ıslah etmek ve eşit, adil, huzurlu ve barış içinde onurlu bir hayat yaşatmak için indirilen kılıçsız Kur'an’ın mensubu olan bizler, bugün ne haldeyiz ve neden?
Müslümanlar’ın en kuvvetli ve muktedir olduğu anlarda bile intikam almaktan ve şiddet uygulamaktan kaçınması ve her kim olursa olsun bunlara tevessül edenlere izin verilmemesi gerektiğini Mekke’nin fethinde bizzat peygamberimizin (s.a.s.) şu tavrı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s); “Bugün Kâbe’de savaşın helal olacağı gündür” şeklinde sözler söyleyen komutan Sa’d b. Ubâde’yi azlederek elinden sancağı aldı ve oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Sa'd'ın "Bugün savaş günüdür" sözüne karşılık, "Bugün merhamet günüdür" dedi. O kadar ki, Mekke fethine giderken Arç vadisinde, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek görünce, köpeği rahatsız etmemesi için ordu geçinceye kadar Cuhayl b. Suraka'ya nöbet tutmasını emrettiler.
Peygamberimiz (s.a.s.), Mekkelilerden kimlerin kendisine ve sahabelerine işkence ettiğini, onları ana yurtlarından çıkmaya mecbur bıraktığını, kimlerin kendisini öldürmek için suikast tertiplediğini ve kimlerin kendisini ve İslâm’ı ortadan kaldırmak için Bedir, Uhud ve Hendek gibi savaşlara iştirak ettiğini çok iyi biliyordu.
Peygamberimiz (s.a.s), Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş; “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!” demişti, buna rağmen Mekke’yi kan dökmeden fethetmenin verdiği huzur içinde ilerlerken, şehrin alt tarafında kılıçların parladığını görünce çok üzülmüş ve Halid b. Velid’e haber göndererek çarpışmaya son vermesini emretmişti.
Öğle vakti gelince Hz. Peygamber, Bilâl-i Habeşî'ye Kâbe'nin damında ezan okutmuş, namazı kıldırdıktan sonra halka şöyle bir hitapta bulunmuştu: "Ne dersiniz? Şimdi size ne yapacağımızı sanıyorsunuz?" Mekkelilerden, "İyilik umuyoruz, sen asîl bir kardeş ve asîl bir kardeş oğlusun" cevabını almıştı. Bunun üzerine "Ben size kardeşim Yusuf'un dediğini diyorum: Bugün sizi kınamak yok. Allah sizi affetsin. O merhametlilerin en merhametlisidir." diyerek tabiri caizse adeta genel af ilan etmişti!
Kur’an’a baktığımızda barış içinde eşitlikçi ve paylaşımcı bir yaşamı görmekteyiz. Fakat günümüz “Müslümanlarına” baktığımızda bunu göremiyoruz… Günümüz İslam âleminin bunu kendi aralarında bile gerçekleştirmeyi başaramadıklarını görüyoruz. Kur’an’dan anladığım: Mesele Firavunu, Nemrudu veya Ebu Cehilî öldürmek değil, Firavunluğu, Nemrudluğu ve Ebu Cehilliği öldürmektir. Başarı; suçluyu değil, suçu yok edebilmektir.
Cihad, Kur'an da 41 defa; Rahmet, Barış ve Şefkat ise, 355 defa geçmektedir. Bununla birlikte köküne baktığımızda "Cihad"; sadece savaş, kavga veya öldürmek anlamına gelmemektedir. Kur'an'a baktığımızda bir defa dahi olsun kılıç kelimesinin geçmediğini görüyoruz...
Kur'an sadece "öpülüp, alına konup, duvara asılmak" için indirilmemiştir. Kur'an; anlaşılmak, yaşanmak ve bu yaşanma doğrultusunda yaşatmak için indirilmiştir!
İşte bu anlayışımızı destekler nitelikte olan bazı ayetler:
“İnsanlara güzellikle söyleyin” (Bakara 2/83) “Affedin, hoş görün…” (Bakara 2/109) “Dinde zorlama yoktur!” (Bakara 2/256)
“Eğer yüz çevirirlerse bil ki senin görevin tebliğdir (duyurmaktır)” (Al-i İmrân 3/20) “Elçiye düşen sadece verilen mesajı yerine ulaştırmaktır” (Maide 5/99) “En güzel olanı ile sav!” (Müminûn 23/96) “Eğer yalanlarsa de ki sizin ameliniz size benim amelim bana!” (Yunus 10/41) “Kendini bilmezler onlara bir şey derlerse onlar “selam= esenlik” diyerek savuşurlar.” (Furkan 25/63) “İnkârcılara mühlet ver!” (Târık 86/17)
“Sen sadece bir hatırlatıcısın, onların üzerinde zorlayıcı değilsin!” (Gâşiye 88/21-22) “Bağışlamayı esas al, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!” (Araf 7/199) “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” (Kâfirûn 109/6)
Ama her ne hikmetse içinde seyf/kılıç kelimesini bir defa dahi barındırmayan Kur’an, sonraları "seyfî ayet(ler)" gibi birçok tanımlamalara maruz kaldı…
Aslında silahlı mücadele/savaş, İslam ve Kur’an ile yeni bir anlam kazanmış ve Kur’an, savaşı; kangrenleşen bir azaya yapılan tıbbi/cerrahi müdahale konumuna getirmiştir denilse yeridir.
Kur'an, sorunlarını güç ve şiddetle çözebileceklerini sanan ve bunu bir kültür haline getiren bir toplumda inmesine rağmen; sivil bir inisiyatif ile mücadele etmeyi önermiştir. Kur'an, her evde en az bir kılıcın bulunduğu bir toplumda inmesine rağmen, eşitliği, onurlu bir birlikteliği, adaleti ve barışı kılıç içermeden başarmıştır.
Kur'an kılıçlı bir topluma kılıçsız da hakkını almanın mümkün olduğunu öğretmiştir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde aslında Kur'an, sorunlarını kılıçsız çözebilecek bir toplumu inşa girişimidir de denilebilir.
Batı İslam'a Borçludur!
Batı dünyası İslam’a çok şey borçludur. Zira İslam, dün Endülüs üzerinden batıyı medenileştirmeyi nasıl başardıysa; bugün de müslümanlar Fransa’daki olay üzerinden batılılara insanlık dersi vermeyi başarmalıdır. Müslümanlar kendi şanlarına yakışan mutedil olmayı öneren ve orta-vusta yolu seçtiren aklıselim ile hareket etmeliler. Böyle davranarak batının ikiyüzlülüğünü kendi toplumlarına da göstermeliler.”
Bunun bir yenilgi veya kaçış olabileceğini düşünenlere de Hudeybiye’yi hatırlatarak bu bir kaybediş olmayacak aksine islamin engellenmek istenen yükselişinin önünü açacak bir davranış olacaktır.”
“Sabır en büyük zaferdir”
Müslümanlar böyle davranarak; sabrın sonunun selamet ve en büyük zafer olduğunu, bununla toplumların ve milletlerin barış içinde onurlu ve huzurlu bir hayat yaşamalarının ancak ve ancak tahammül kültürünü egemen kılmakla mümkün olabileceğini de öğretecektir.
“İslam müslüman ayırımı yapılmalı”
Lütfen hiç kimse Müslümanların yaptıklarıyla İslam’ı yargılamaya kalkışmasın zira sosyalist ile sosyalizm, demokrat ile demokrasi aynı olmadığı gibi İslam ile Müslüman da aynı değildir.
Ayrıca bir Müslümanın aynı zamanda bir insan olduğunu ve onun da her insan gibi hata ve günah işleyebileceği unutulmamalıdır. Fakat inancımızda; günahkârların en hayırlısının da günahından dönerek ve bir daha işlememek azmiyle tövbe eden olduğu da bilinmelidir. Her insanın Ömervarî bir geçmişi olabilir, fakat önemli olan Ömervarî bir geleceği yaşayabilmek ve yaşatabilmektir.
“Bizim de katledilen karikatüristlerimiz vardı”
Bizim de katledilen karikatüristlerimiz vardı, hem de hiç kimsenin mukaddesatına hakaret etmedikleri halde katledilen karikatüristler! Bırakın katledildi diye birilerinin onlar için yürümesini, kimse onları görmedi bile. Yüzünü göremediğimiz ve gayr-i müslimlere gösterilen hassasiyet müslümanlara da gösterilmedikçe yüzünü hiç göremeyeceğimiz Hanzala'nın çizeri Filistinli Naci Ali de katledilen o karikatüristlerden sadece birisiydi. Çizdiği karikatür hiç kimsenin "dînî ve ahlâkî değerlerine" hakaret içermemektediydi. Coğrafyasında işlenen mezalimi görmeyenlere o da arkasını dönmüştü sadece!
Ama olsun tüm bu yaşananlara rağmen biz Müslümanlar, dün İslam coğrafyasında işlenen katliamlara sessiz kalan kültürün mensupları şimdi Fransa'da, şurda-burda öldürülürken, aynı hataya düşmeyecek ve dünyaya bir ders vermeliyiz. Batı dünyası müslüman kıyımına seyirci kalmaya devam ededursun biz müslümanlar, insanlık ailesinin şerefini kurtarmak adına dik durmaya devam edecek; batının uyguladığı çifte standardın aksine nerede ve kimlerden olursa olsun insan hakları ihlaline, inançların yaşanmasına konulan kısıtlamalara ve insan katline karşı durmaya devam edeceğiz. Zira biz müslümanlar, zulme uğrayanlara ve zalimlere, öldürülenlere ve öldürenlere; 'siz hangi dine mensupsunuz' demeyen bir kültürün mensuplarıyız.
4) Kara Propaganda İle Karartma Girişimi
Dünyadaki güç dengesi sürekli değişir. Bu sosyal bir gerçekliktir. Bir zamanlar yaşamın her safhasında doğuya bağımlı olan batı, epey bir zamandır doğuyu kendine hayran bırakmayı başarmıştır.
İşte bu dengenin yeniden yer değişmesinden korkan batı, bunu engellemek için türlü yollara başvurmaktadır. Bana göre batı, doğuyu ancak ve ancak dünyevileştirerek alt edebileceğini bildiği için genellikle bu yola başvurmakta ve kısmen de olsa sonuç da almaktadır.
Batının dünyevileşmesi anlaşılabilir fakat Risaletin menba'ı ve en önemlisi de vahyin son halkası Kur'an'nın nüzul yeri ve Peygamberinin doğup büyüdüğü coğrafya olan doğunun dünyevileşmesinin anlaşılır bir yanı ve açıklaması yoktur...
Eskiden olduğu gibi artık ilim, bilim, kültür-sanat ve manevi bir ahlak ile donanmış bir biçimde akın akın gelen İslam gençliğine karşı, mevcut gençliğiyle karşı duramayacağını anlayan batıyı bir korku sarmış durumda.
Maddeyi takdis ve takdir etmek suretiyle toplumu bir arada tutan inanç ve manevi bütün mukaddesatlardan uzaklaşarak ahlaki değerleri yozlaşan bir nesil ile karşı karşıya kalan ve bunlarla nasıl baş edebileceği konusunda çaresiz kalan batı, islama akın eden kendi gençliğini elinde tutamadığının farkına varmış. Bundan ötürü de bazı yazar-çizerlere İslam ve Peygamberi üzerinden kara propaganda yaptırmak suretiyle hem kendi gençliğini elinde tutmak hem de doğu gençliğini kendi öz kültürü ve mukaddesatından uzaklaştırmayı hedeflemektedir.
Batının taptığı materyalist ve hümanist algı, etrafında toplanacak ve kenetlenecek hiçbir ahlaki değer yargı bırakmadığı gibi toplumları ayakta tutan en önemli birim sayılan aile bağını da bitiren, sorumsuz, başıboş, tabiri caizse nerde ne zaman ve kime patlayacağı belli olmayan serseri kurşun misali bir nesli de oluşturdu.
Artık maddeyle her şeyi denedikleri halde ruhi boşluğu dolduramayan bu neslin önünde durmak, onları tatmin etmek ve onları yönetmek zordur! Böylesi bir çıkmazın içinde olan batı, oluşturduğu bu gediği kapatmak için çatışma metodunu devreye koymuştur. Kendi içinde yaşadığı bu çıkmazı bu yolla aşmak, kendi toplumunu bununla biraz daha oyalamak ve elinde tutmayı başarmak için islama türlü yollarla saldırmaktadır.
Bu yollardan en önemlisi de kara propaganda ve iftiradır.
Fakat bunların hesaba katmadıkları bir şey vardı. O da Allah’ın bu teminatıydı: "Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.61/8-9/32” Bu ayeti âcizane günümüz günceline cevap niteliğinde ve batılıların yazar-çizerlerinin kara propaganda ile yaptığı saldırıları kapsayacak şekilde yorumluyorum.
Şöyle ki: "Onlar cihad ve ilmi alanda baş edemedikleri islamı kara propaganda ile karartmak için girişimde bulunacaklardır fakat gerçekleri örtbas edenlerin zoruna gitse de Allah, nurunu tamamlayacak ve kuvvetlendirecektir, onlar istemeseler de."
"İyiler-kâmil insanlar, kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.76/5-6" Allah'ın has kullarının içtikleri bu has meşrubat öyle bir kaynaktan çıkar ki, o kullar onu istedikleri zaman ve zeminde emirleri altında bulundurup içebilirler.
Peki, kimdir bu iyiler?
"Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.76/8"
Buradaki "Esir"den kasıt; kafirlerden ele geçirilen kişiler olmakla beraber müslüman yahut gayri müslim "şartların esiri" olan herkesi kapsadığı biçimde mecazi bir yorumlamayı da içermektedir. Allah, bu esirlere yemek yedirmeyi, iyi olma kriterinden saymıştır. Yani "kâfur katılmış dolu bir kadehten içecek" olan iyiler, kendilerine esir düşenlerin başını kesenler değil, onlara yemek yedirebilenlerdir.
Ancak bunun aksini İslam mış gibi yansıtmaya çalışan bazı odaklar vardır. Kalplerindeki kuraklığın yansıması olan bu kara propaganda ellerinde patlayacak ve kendi toplumlarından gizlemeye çalıştıkları İslam peygamberinin o engin şefkat ve merhametini karartmaya güçleri yetmeyecektir. Taif'te O'nu taşlayanlara bile beddua yerine dua eden islam Peygamberinin (s.a.s) şefkat ve merhameti batıyı da kapsayacaktır.
Yeter ki ümmeti O’nun bu şefkat ve merhametini sözde bırakmayıp hayatlarına yansıtabilsin ve onun inşa ettiği yaşam biçimi neyi gerektiriyorsa öyle davransın. Zira günümüz Müslümanlarının dua yerine birbirlerine beddua etmeye başlamış olması; imanımızda veya İslam anlayışımızda ciddi bir sıkıntının varlığını net olarak ortaya koymaktadır.
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (s.a.s) SADECE MÜSLÜMANLARIN PEYGAMBERİ DEĞİLDİR!
Ayrıca İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) sadece biz müslümanların peygamberi değildir. Batının arzu ettiği böylesi yanlış tanımlamalardan sakınmamız gerekir. Batının oluşturmaya çalıştığı şey de tam olarak budur. İslam Peygamberini toplumlar arası bir sürtüşme sebebi kılmak ve müslüman toplumu ile batı toplumunu bunun üzerinden karşı karşıya getirmek suretiyle kendi toplumlarını islam peygamberinden uzak tutmak hatta onun nefretini kendi genç nesillerinin kalbine ekmek suretiyle islamdan uzak tutmaya çalışmaktır!
Biz müslümanlara düşen peygamberimizin tüm insanlığa hatta âlemlere gönderilmiş olan bir rahmet peygamberi olduğu hakikatini gür ve yüksek sesle dillendirmek ve onun o şefkat ve merhametini hayatımızda yaşatarak göstermek olacaktır.
23 yıllık tebliğ, yaklaşık 2 milyon kare toprak; düşmandan 250 (veya 111) askerin ölümü ve yaklaşık 150 (veya 93) Müslüman şehid!
Merhamet ve şefkat peygamberi olan peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik döneminin tümünde yapılan savaşların çoğu savunma merkezli diğerleri de bedenin geri kalan bütününü korumak için kangrenleşen bir azaya lokal bir cerrahi operasyon mesabesinde gerçekleşmiştir. Meskenlere, doğaya zarar verilmediği gibi bu savaşlarda; yaşlılara, kadınlara, çocuklara, din âlimlerine ve ibadethanede ibadetle meşgul olanlara da dokunulmamış olması da yine o merhametin tecellisidir...
Şimdi islam peygamberine "Savaş Peygamberi" yakıştırmasını yapanlar, dönüp kendi kültürlerinin yaptığı tahribata baksın ve bunun muhasebesini yapsın! İstikbal İslamındır.
{ OHAK-DER YK Başkanı MB. Hedbi } 08:02:2015