İslam ve Kadın
Asrımızdaki İslam toplumu kadını dışladı.
Kadınlara yaşam hakkını sadece evlerde yaşamak sureti ile verdi. Başka bir deyişle İslam, kadını toplumun ve yaşamın içine-eksenine almış iken, günümüz Müslüman toplumları kadını toplum dışında bırakmak suretiyle yalnız, perişan ve zayıf bırakmışlardır. Oysa İslam tarihine baktığımız nice tacir, âlim ve daha birçok vasıf taşıyan kadınlar görürüz.
İslam'ın getirdiği insanca, özgür ve huzurlu yaşamaya dair tüm haklar herkesi ama istisnasız herkesi kuşatmıştır. Bu haklar Kur'ânî düsturlarla da korunmuştur. Uyulması için insanlara gönderilen bu hak ve sınırlar ihlal ediliyorsa, bu işleyişi sağlayanların kabahati veya bu düsturların beşerileştirilmiş olmasının neticesi olabilir.
Bizim birey olarak bazı kişilere kanmayıp bu insanların yaptıklarından dolayı İslam'dan uzaklaşmamamız gerekmektedir. Eğer ki bireysel ve toplumsal haklar açısından Kuran-ı Kerim'de eksiklikler tespit edilmiş ise, işte o zaman birisi çıkıp, bir eksikliğin-yetersizliğin olduğunu ve bu eksikliğin-yetersizliğin İslam'dan kaynaklandığını ve bunun İslam'ı bağladığını ifade edebilir.
Bu hakların ilki olan ve İslam ile gelmiş olan bu hak; kadının yaşama hakkıdır. Ama bu hak tek başına yaşam hakkı ile sınırlı bir hak değildir. İyi bilinsin ki; bu hak, kadının toplumsal hayatın içerisine katılması ve bu sosyal hayat içerisinde sosyalleşmesi hakkıdır aynı zamanda. Çünkü herkes tarafından biliniyor ki kadınlar da peygambere biat ediyorlardı ve bu biatı kendileri için, kendi adlarına yapıyorlardı. Bundan dolayı kadınlara seçme-oy hakkı peygamberin döneminde verilmiştir denilebilir.
Maalesef günümüzde olduğu gibi geçmişte de nasıl ki birileri İslam adı altında, birçok insanın hakkını ayaklar altına almışlarsa, aynı şekilde kadın haklarını da ayaklar altına almışlardır. Bundan daha elim ve ağır olanı ise, bu durumu durdurmak için hiç kimse çaba sarf etmemiş, tam tersine bu durumu desteklemişlerdir.
Ve bilinsin ki, İslam'a kara sürmek isteyenler yaptıklarından ne kadar sorumlu iseler, aynı şekilde İslam'a sürülen bir karalamada da herkes sorumluluğu nispetinde yükümlüdür.
İslam'da ikinci şari olan Hz. Peygamber, kadını İslami hareketin içine aldı...
Kadının hem evin içinde hem de toplumun içinde bir birey olduğu düşüncesini kendinden hane-i sadetten başlayarak deklare edip topluma yerleştirdi. Eğer bir örgüt, cemaat, sistem başarılı olmak istiyorsa kadını değerlendirmeli, göz ardı etmemelidir.
Burada Hz. Hatice'yi uzun uzadıya anlatacak değilim, ama fedakâr ve vefakâr eş Hz. Hatice'nin Hz. Muhammed'in peygamberliği ve başarısı ile olan ilişkisi tarihten de gayet iyi bir şekilde bilinip, görülmekte... Bir din ki; rehberi eşinden kuvvet almışsa ve birçok sefer kendisine danışmışsa, kadın haklarını nasıl değerlendirmez ve onları unutuverir.
Bu mümkün mü?
Hz. Hatice'nin ölümünden dolayı değil miydi ki yılın adı değiştirildi ve o yıla “hüzün yılı” denildi? Kesinlikle uzatmayı gerek görmüyorum. Bizler, Allahın; peygamber vasıtasıyla bizlere gönderdiği dini, esas ve kaynağından anlamadık ve bu şekilde birileri bizim ve o dinin arasına girdi.
Din ile sorunumuz varsa veya dinin bazı şeyleri aklımızla uyuşmuyorsa, bunlar hakkında araştırma yapmamız gerekir. Bakalım bunlar cidden dinde var olan şeyler mi yoksa birilerinin menfaatleri doğrultusunda dine ekledikleri midir?
Örneğin; "Eskiden bize derlerdi ki seccadeyi serili bırakmayın, yoksa şeytan üzerinde namaz kılacak". Peki... Varsın şeytan namaz kılsın! Ne olacak, şeytanın namaz kılması hoşunuza gitmez mi? Ne garip bir düşünce! Öyle değil mi? İnanıyorum ki çocukken çoğunuz da benim gibi bu tür tuhaflıkları duymuşsunuzdur. Gerçekten de bunlara benzer örnekler çoktur...
Gerçeğe yaklaşmanın bir yolu da sahteden uzaklaşmaktır. Sahte olandan uzaklaştığın oranda gerçeğe yaklaşırsın! Unutmayın, bakmak görmek değildir... Kalp kör olunca, göz sadece bakmaya yarar! Ümit ederim ki bundan sonra, sahih kaynaklar dışında kimseyi dinimizle aramıza koymayız.