İslam Düşüncesi Tarihi (II)
Felsefe
Kelam tartışmaları, iç ve dış sorunlar devam ederken; Müslüman kelamcılar/teologlar diğer dini gruplara kalem kavgası sürdürmek peşindeyken; İslam dünyasında Allah, sıfatlar, melekler, halku’l kur’an, ölüm ötesi, kader ve imanın esasları akli burhanlar manzumesi, kelam bilimi ortaya çıktı. Kelamcılar iç sorunlarla, dış sorunlarla ilgilenirken özel mezhepler ortaya çıkıyordu ki; bunların en önemlileri Mutezile, Eş’aiye, Maturudiye idiler. Öte yandan işgal edilen topraklarda ki kütüphaneler, kitaplar tercüme edilmeyi bekliyordular. Mezopotamya da ve bir kısım araştırmacıya göre İskenderiye gibi kütüphanelerin de yakılması gündem konusuydu. Süryani tercümanların emekleri kayda değerdir. Yunan kitabelerini Arapçaya tercüme edip İslam dünyasında yeni akımlara neden olacaktılar. Yunan eserlerini Arapçaya kazandıran Süryani tercümanların yanı sıra, İbni Mükafa gibi ünlü tercümanlarda vardı. Hint ve Mezopotamya mistiksizimi, kültürü de etkiliydi. 801-872 yılları arasında yaşamış, Ebu Yusuf b. İshak el-Kindi, İslam kelamı/teolojisi ile İslam felsefesi arasında ki en önemli ara geçiş düşünürüdür. Kindi, ne tam kelamcı, ne de tam felsefecidir. Akıl ile vahyin sentezinden yana, daha çok Platon ve Aristoteles eserleri üzerinde yaptığı şerhlerle anıyoruz.
İslam Felsefecilerinin çoğu Yunan felsefesinin devşirme halidir veya sadece tercüme-şerhle yetindikleri için özel “İslam Felsefesi” yoktur, gibi oryantalistlik yorumlarda bulunanlar olsa da; İslam Felsefesi gerçekten olgunlaşma sürecine girmeden kendine has bir taslak oluşturmuştur. Bu filozofların başında İbn-i Sina, Farabi yer alır. Ravendi, Ebubekir Er-Razi gibi düşün bilimcilerle İslam uygarlığında felsefe gerçek anlamda olgunluğa ulaşmıştır. Ne var ki az bir karşıt düşüncede felsefeciler sürgün, işkence, hapis ve ölüme terk ediliuoprdular. Rasyonalist (Meşai ekolu denir) filozofların olgunluğa ulaşmadan devam eden yürüyüşleri ne yazık ki “fetva âlimlerinin” fetvalarıyla engellenmiştir. İbn-i Rüşt bir kıssa hakkın da “varlığı net değil” dediği için sürgün edilmiştir. Filozoflar halifelerin sarayları, korumaları olmasaydı kesinlikle İslam da felsefe olmayacaktı. Halifeler öyle zan ediyoruz ki felsefecileri tıp gibi özel bilimler için saklamıştılar. İbn-i Sina bilindiği gibi ünlü tıpçıdır. Veya Er-Razi gibi deistler eğer tıp sayesinde olmasaydı bir an bile barınamazdılar. Bütün işkencelere, zorbalıklara rağmen felsefe her taraftan fışkırıyor materyalizme varan yorumlar yeşeriyor. İbn-i Miskeveyh, İbn-i Tufeyl gibi âlimler tüm zorluklara rağmen “evrim” konusunda Yunan bilimine katkı yapmıştılar. İbn-i Haldun “Mukaddime” eserini yazarken, halifeyi överek, yağ çekerek barınabiliyordu. Modern sosyolojinin kurucusu makamını alabilmiştir. Sadece rasyonalist filozoflar değil; aynı şekilde işraki/sezgisel felsefecilerde sorunlarla karşılaşıyordular. Sühreverdi gibi bir filozof, İşraki felsefesinin kurucusu, Selahaddin-i Eyübi tarafından öldürülüyor. Sadece felsefe alanın damı bunlar vardır?
Hayır… Tarih alanında çalışan bilimciler de aynı sorunlarla karşılaşıyorlar. Hicretin üçüncü yüzyılında, Arap tarihinin tersine Kürtlerin tarihini kaleme aldığı için, kitapları yakılıyor, aforoz ediliyor ve ırkçı ilan ediliyor. Bu zat Ebu Hanife Dineveri’dir. Her alanda baskılar, zulümler devam ederken filozoflar kaçmakla, sürgüne uğramakla, öldürmekle adeta kilisenin cadı avına benzer, muamelelere karşı karşıya kalıyordular. İslam felsefesi yenilgiye uğrarken İbn’ul Cevzi gibi zahirci bilginler kalkıp “Telbis-u İblis--Şeytanın Hileleri” kitaplarını yazarak; Felsefenin şeytanın bir hilesi olduğunu önceki Seydaları gibi tekrarlıyordular. Aynı kitap da Süfyan-i Sevri’den bir hikâye anlatılır; Süfyan diyor ki “ben hayatım da bir Mutezile (akla değer veren bir mezhep) mezhebine mensup biriyle tokalaştım, korkarım Allah beni af etmez”. Bu derece kine ve nefrete maruz kalan akılcılar daha nasıl bilim yapabilecektiler? İbn-i Arabîler, Hallaçlar yakılarak, öldürülerek kül ediliyordular.
Felsefeciler, İslam geleneğin de zorluklara göğüs gererek insanlığın mirasına yeni bir halka eklediler. Abasiler, Endülüs Emevileri sayesinde saraylarda barınabilen felsefe, hicretten yaklaşık beş yüz yıl sonra; İbn-i Rüşt, İbn-i Bace, İbn-i Tufeyl gibi birkaç âlimle tarihe gömüldü. İslam felsefesinin tarihe gömülüşünün nedenleri vardır elbette. Moğol istilası, Gazali gibi âlimlerin zekice saldırıları gösterilebilir… Ancak İran’ın ünlü sosyologlarından Ali Şeriatı İslam medeniyetinin sonlanışını şöyle ifade eder: “Daha sonra Türkler geldi, taassup baş gösterdi, içtihat kapısı kapandı” (İslam Nedir-Muhammed Kimdir; Sayfa: 75; Fecr Yayınları) Emevi, Abasi, Endülüs dönemlerinde âlimler, bilginler, tarihçiler, felsefeciler, bilim adamları barınabilirken; bilim, felsefe yapabiliyorken; Türklerin kurduğu hiçbir yerde barınamamıştılar. Osmanlı da matbaa gibi basit bir makine bile gâvur malı icat edilip yasaklanmıştı. Uçuş denemesi yapanlar, tarihçiler sürgün ediliyor; tekkeler, şeyler, seyh’ül İslamlar baş tacı ediliyordu. Hurafeler baş göstermiş, işgaller dünyanın her tarafına zorla yayılmış, bir fetva ile binlerce Alevi, Kürt, Fars, Ermeni katıl ediliyordu. Nijarperestlikten arınarak Ali Şeriati’ye hak veriyorum.
Saygılarımla…