İslam da Demokrasi de Zenginlikte Yaşanır
Bir zamanlar kurucusu olduğum köy derneğimize sık sık giderdim. Eski dernekler kanununa göre derneğin kuruluşuna 1996 başlamış, ancak tüzüğün tescili tam bir yıl sürmüştü. O zamanlar derneklere emniyetin dernekler masası bakardı. Dernek kurucuları nüfus cüzdan suretlerini, ikametgâhlarını, iyi hal kağıdını emniyete bildirir, emniyet ayrıca güvenlik soruşturması yapar, kuruculara haber gönderir, ikametgahlarının olduğu polis karakoluna çağırır usulen sorgulama yapıldıktan sonra gönderirdi. Bu bir yıllık süreci kısaltan aracılar varmış, ama istedikleri para o zaman için 35 milyon liraydı. En az 15 kişinin aylık ücretine tekabül ediyordu.
Paramız yoktu, acelemizde yoktu; bir arkadaşın dükkânını merkez göstererek işlemlere başladık. 12 Eylül’ü üniversite yaşımda yaşadığımdan, polisten ve polis karakollarından pek hoşlanmazdım, birçok köylüm ve akrabam polis olmasına rağmen… 12 Eylül’den sonra polis alımları hızlanmış, ortaokul diploması olanları polisliğe kabul ediyorlardı. 3-4 aylık bir eğitimden sonra beline silahı verip salıyorlardı halkın arasına… Ondan sonra da dikiliyordu polisler “devlet” olarak halkın karşısına… Tedirginliğimi kurucularımız arasındaki esnaflık yapanlar aşmama neden oldu, onlar benden cesurdu polis karşısında; karakolda sadece kimlik tespiti yapıyorlarmış, gittik verdik ifademizi…
2003 de Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde dernekler yasası değişti, dernekler Valiliğe bağlı dernekler müdürlüğüne bağlandı. Polisin mali ve kolluk denetimi de kalktı. Ben AB’nin somut faydasını bu değişen dernekler mevzuatında gördüm somut olarak. Onun için derdim ki, “AB sayesinde rahat ettik, derneği dernek üyeleri yönetip denetliyorlar. Polisin çat kapı dernek merkezine dalmaları, köylüleri okey oynamalarını “kumar oynatıyorsunuz” diye suçlama korkusu kalktı..” Valla başkaca da bir hayrını göremedim somut olarak şimdilik AB serüvenin…
Derneğin sohbet edilen bölümü de vardı. Orada bazen günlük olayları tartışırdık. Din ve inançların siyaset yoluyla günlük yaşamda sık sık konuşulduğu dönemlerdi. Bizim köy, birçokları da bilmezdi ya, Hanife mezhebindendir. Kente geldikten sonra (ağırlıklı olarak 1986 yılından sonra) cemaatlerle tanışan veya duyup yakınlık duyanlar çoktu. Türban üzerinden kadın ve aile yaşamı tartışılırdı.
Tartıştıklarını ekonomik nedenlerle kendi özel yaşamlarında uygulayamamalarına rağmen… Türban her yerde serbest bırakılmalı, kadın mümkünse çalışmamalı vs. Sanki köylerde anaları, bacıları, karıları çalışmıyorlarmış gibi… Veya geçinmek için karıları tekstil atölyelerinde çalışmıyormuş gibi…
Ben şöyle derdim “… Arkadaşlar en iyi İslam da, demokrasi de zenginlikte yaşanır… Yaparsın genişçe bir ev haremliğe selamlığa uygun, erkek kadın misafirlerini ayrı ayrı kabul edersin. Kadının da çalışmaya ihtiyacı yoktur, evinin kadını çocuklarının annesi olur.
İyi eğitimli bir kadın alırsan çocuklarına da iyi bir terbiye (İslam terbiyesi) verir. Senin karın çalışmazsa köyde de açsın şehirde de… Onun için bana verdiğiniz örnekler gerçek yaşamla örtüşmüyor… Kaldı ki birçoğumuz köyden kardeşimizi, kaynımızı getirip ayakları üzerinde durabilinceye kadar 80 m2’lik evimizi paylaşmak zorunda kalmıyor muyuz, aile “mahremiyetimizi” paylaşmak zorunda kalmıyor muyuz? Para var çare var, para var huzur var…” “???!!!” Ben devamla “Demokrasi içinde zenginlik, refah gereklidir… Geçinmek için 10-12 saat çalışmak zorunda kalırsan düşünmeye bile mecalin kalmaz. İşinde gerginsin, aile içinde gerginsin… Ha deyince köydeki ananı-babanı ziyarete gidip hayır duasını alamazsın… Kendin için bile sağlıklı kararlar veremezsin… Para var zaman var, refah var demokrasi var…” İyide… Ama… Fakat… lı mırıldanmalar… Eee ne yapayım, bazen ezber bozmak da gerekiyor… Başkasının zenginlikle yarattığı İslami yaşam tarzını (şekili) gerçek kabul ederek kendi nesnel koşullarımızla yaşadığımız hayat tarzını kötülemenin bir mantığı olmasa gerek… Önemli olan fukaralıkta da zenginlikte de erdemli ve ahlaklı kalabilmektir. 07.01.2014
Asım SES