İşimiz Kaldı Kahhâr-ı Lemyezel’e (mi?)
Ramazan-ı şerif burnumuzdan geldi. Bu durum ilk kez olmuyor, önceki yıllarda da kâh Irak, kâh Suriye, kâh başka diyarlarda yaşanan acı olaylar ağzımızın tadını kaçırageldi. Şimdi de küresel vampirlerin bölgedeki şubesi eliyle Gazze'de yaşananlar.. Sanki birileri masum insanlara dünyayı zindan etmeye and içmiş.
Peki biz ne yapıyoruz? Bağırıp çağırmaktan, biraz sokaklarda gösteri yapmaktan, biraz da "Yâ Kahhâr" haykırışları ile ahımızın göğe yükselip oradan da bu vahşetleri yapanların başına bela olarak yağmasını beklemekten başka dişe dokunur birşey yaptığımız yok. Kusura bakılmasın ama; pek çoğumuz itibariyle diyebilirim ki, bu yangınların gerçek çözümünü aramaktan çok vicdanımızı yatıştırma peşindeymişiz gibi bir halimiz var.
Eğer üzerimize düşeni hakkıyla yapmadan, bir adım daha ileri gidelim, üzerimize düşenin ne olduğu hakkında ferden ferdâ esaslı bir iç muhasebe yapmadan, yalnızca meseleyi Allah'a havale ederek, herşeyin sütliman olacağını, zalimin akşamdan sabaha kahrolacağını bekliyorsak; tamam öyle yapalım.. Buyurun aşk ile, Yâ Kahhar!..
Bunu kaç onyıldır yapıyoruz farkında mısınız? Cenâb-ı Hakk'ın kahhâr sıfatı elbette var ve dilediği an bu sıfatı tecellî ettirir, buna şüphe yok. Bunu niçin istiyoruz; gemi azıya almış şu zalimleri helak etsin de masumlar rahat nefes alsınlar diye, öyle değil mi?! Peki; sakın, bir taraftan bunu isterken bir taraftan gafletle, aldırmazlıkla, yahut bilmeden-farkında olmadan bu zulümlere katkı sağlıyor olmayalım!!!
Eğer az veya çok, dolaylı veya dolaysız, şu veya bu bilmezlikle bu zulmü ortaya koyanların ve destekçilerinin "pazu"larının güçlenmesine hardal tanesi kadar katkımız varsa; o durumda "Yâ Kahhâr!" feryatlarımız ma'kes bulduğunda göklerden zalimin tepesine yağmasını umduğumuz ateşler, bir bumerang gibi bizi de kasıp kavurur mu acaba? Bir ucu da bize dokunur mu? Ne dersiniz?
Hadi şimdi bir kere daha "Yâ Kahhâr!" diyelim, bakalım aynı aşk ve şevkle söyleyebilecek miyiz!..
Bu durumdan canı yandığını düşünen herkes esaslı bir şekilde kendini sorgulamalı, daha Türkçesi; hayat tarzı, alışveriş alışkanlığı, hangi konuda ne kadar seçici olup olmadığı v.b. gibi bir dizi hususta kim(ler)in ekmeğine yağ sürdüğünü yeniden samimiyetle gözden geçirmelidir. Bu meselede, iğneyi kendimize batırmadan çuvaldızın karşıdakine kar edeceğini beklemek hamhayaldir. Boşuna kimse heveslenmesin!
Öncelikle bu hadiselerin yalın bir zulüm mü olduğu, yoksa yeryüzü hükümranlıklarını hiçbir değer tanımadan ne pahasına olursa olsun sürdürmek ve sağlama almak isteyen akıllarla ilgisi olup olmadığını tahkik etmek durumundayız.
Ben dış politika uzmanı değilim ama haberleri ve yazılıp çizilenleri kendimce bir süzgeçten geçirdiğimde durumun günbegün daha da çetrefilli bir hal almaya doğru gitmesinden endişe duyuyorum. Bu işin şakası yok! Sosyal medyada da kısmen atıfta bulundum, ilgili bölümü aktarayım; "Bu cinayetleri durdurmanın tek yolu, dünyanın gözünün içine baka baka bunu yapanların ve sırtını sıvazlayarak katilleri azdıranların anladığı "dil"den konuşmaktır. Bu dili çözüp, tepkiyi anlayacakları dilde göstermektir. Anahtar kavram "dil"dir. Bilenler vardır, bizim oralarda "dil"in bir anlamı da "anahtar"dır. Bahsettiğim 'anladıkları dil'in anahtarı da cebimizdedir. Eğer gerçekten samimi isek o halde "pamuk eller cebe!"
Tabii, kimin cebinde ne olduğunu benim bilmem beklenemez. Cebindeki hangi nesnenin ne ifade ettiği, o nesnenin hakiki mi yoksa gerçeğinin plastik temsilcisi mi olduğu, bağlantılarının hangi sınırları aştığı v.s. hususları ancak herkes kendisi bilebilir. Ben sadece ilgimi çektiği için iki küçük öneride bulunacağım, biraz kafamız karışsın!:
Birincisi, Nedret Ersanel'in 19 Temmuz 2014 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısını sakince okumanızdır. İkincisi biraz İngilizcesi olanların http://www.rollingstone.com/politics/news/gangster-bankers-too-big-to-jail-20130214 internet adresinde yer alan yazıya gözatmasıdır. Olmadı bir bilenden yardım alabilir veya bir ipucu yakalayabilmek için arama motorlarının -pek düzgün çalışmayan- çeviri hizmetinden istifade edebilir.
Vurdumduymazlıkla idare edilecek, 'hele başkası yapsın ben de bir çaresine bakarım' denecek zamanlar çoktan geçti. Durum sandığımızdan daha ciddi görünüyor, bilinsin istedim. Allah sorumluluğumuzu idrak edip gereğini yapmayı nasip etsin!.