İşçinin Dirisinden de, Ölüsünden de Kazanırlar!
Öncelikle Soma Faciasında yaşamlarını yitiren fedakâr insanlarımızın vefatından duyduğum üzüntüyü belirterek başlamak isterim.
Bilirim. Ömrüm çok sayıda işçi çalıştıran kurumlarda geçti. İş kazalarında çok canlar verdik.
Bu cümleleri şunun için ifade ettim.
Üretim veya yatırım yapılan yerlerde, çalışanlar her zaman daha çok üretime zorlanırlar.
Bu zorlamalar, önce tesisin çabuk yapılması bakımından, sonra kapasitesini tam olarak gerçekleştirme yönünde olur.
Daha sonraları da kapasitenin üzerinde ürün istenmeye başlanır.
Bu kapasite zorlaması; devlet işletmelerinde de olur, ama özel işletmelerde bu zorlama işkenceye döner. Bu baskı, çalışanları güvenlik tedbirlerini ihmal etmeye zorlar.
İşletmelerde, aynı işlemler milyon kereler tekrarlandığı için bu süre zarfında bir kaza olmamışsa, işçi sanar ki, bu iş böyle yapılır. Periyodik bakımlar ertelenir. Bazı güvenlik tedbirleri ihmal edilir. Vs.
Üretimi durdurarak yapılan bakımlar, hayati önemdeki bakımlardır. Bu bakımları yöneticiler( şimdi patronlar) hiç sevmezler. Çünkü üretimi azaltıcı rol oynarlar.
Bakımları zamanında yapmak, can güvenliğinin esasını teşkil eder.
Bunlardan daha tehlikelisi; güvenlik yatırımlarını yapmadan işletmeye devam etmektir. (Soma maden ocağında olduğu gibi)
Devreye “kar” baskısı girdiğinde, üretim baskısı cendereye döner.
İSDEMİR’de yatırımları yapmaya başladığımızda, daha evvel bu tür inşaatların projesini yapmış olanların deneyimlerinden, böyle bir fabrika inşasında 3 kişinin ölebileceği varsayılmıştı. 1970.
Yatırımlar beş yılda tamamlandı. 230 işçimizin canı iş kazalarında yok oldu.
İnşaatları müteahhitler aracılığı ile yapıyorduk. Onlar işleri taşeronlara devrediyor. Yani güvenlik iki kat daha azalıyordu.(Bu günkü zenginlerimizin çoğu oradan peyda oldu.)
Sorumluluk devletten müteahhitte, oradan taşerona, taşerondan ustabaşına geçiyordu. İşler hızlı yürüyor ama işçiler üçer beşer ölüyorlardı.
Yatırımlar bitti, bu kez işletmelerde işçilerimiz, ya kendi dikkatsizliğinden, ya da alınması gereken bir tedbirin üretim baskısı nedeniyle, alınmamış olmasından, ölümler devam ediyordu.
Mühendisler iş kazası mahkemelerinde sürünüyor(onlardan biri de bendim), tazminat davaları peşi sıra geliyordu.
Mühendis ve işçi sorumluluk almak istemiyor, yazılı talimat almadan iş yapmıyorlardı.
Otaya istenmeyen bir bürokrasi çıkıyor, o da üretimi olumsuz etkiliyordu. Bu ve buna benzer sebepleri bahane edip, devlet işletmelerini özelleştirdiler.
Biz sandık ki, bu işletmeleri alanlar, kendi işçileri ile bu işletmeleri işletecekler.
Öyle olmadı.
Önce devletten devreden işçileri çıkarıp, taşeronlaşmaya gittiler.
Patronlar kendi işletmelerini bir kez daha özelleştirdiler. Yani taşeronlara devrettiler.
Biz gene sandık ki, bu özelleştirme artık son taşerona gelince duracak!
Öyle olmadı. Taşeronda bir kez daha özelleştirdi. Üçüncü ve dördüncü göbekten taşeron işi yapar oldu.
Şimdiki sistem Hindistan’daki kast düzenine benziyor.
İşin bir sorumludan başkasına devri; işçi düzeyine inmiş. İşe giren ilk işçi, işi bir başka işçiye devrediyor. O da bir sonrakine devrediyor. Bu devir işi yedi göbeğe kadar devam ediyor.
Biz de işler kast-a dönüştü. Son taşeronda işleri bölüp, işçileri birer taşerona dönüştürüyorlar. Yani özelleştirme böylece kılcal damarlara kadar inmiş oluyor.
İş yapma biçimi bu olunca, ne sendika oluyor, ne işçi hakkı oluyor, canlar yok oluyor.
Herhalde, kapitalizm öldürür özdeyişi buradan çıkıyor.
Peki, işçi öldü de, bu dünyadaki işi bitti mi?
Hayır.
Ölen işçinin üzerinden, tazminat davaları kovalayan simsarlar ortaya çıkıyor. Alınan tazminatın cüzi kısmı, ölenin yakınlarına veriliyor. Geri kalanın sitemin yamyamları tarafından talan ediliyor.
Soma Maden Ocağında yaşamlarını yitiren canlarımız, yukarıda anlatmaya çalıştığım düzenin kurbanıdırlar.
Yakınlarına başsağlığı ve sabırlar dilerim.