İsrail mi Teslim Etti, ABD mi?
İSRAİL Mİ TESLİM ETTİ, ABD Mİ?
Kenya’da yayın yapan Daily Nation gazetesi, Öcalan’ı Kenya’da yakalayıp Türkiye’ye teslim edenin MOSSAD olduğunu yazdı.
İddiaya göre; Apo’nun Suriye’den çıkartılmasını müteakip, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Kasım 1998’de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’dan Öcalan’ın yakalanması konusunda yardım istemiş, karşılık olarak ise; “katkılarının gizli kalması şartıyla” söz konusu talebe olumlu cevap verilmiş. MOSSAD, İtalya’dan başlayarak İspanya, Fas, Tunus, Suriye ve Portekiz’de Öcalan’ın izini sürmüş, buralardan sığınma izni alamayan Öcalan’ı, son durağı olan Kenya’daki Yunan elçiliğinde, CIA’nın da yardımıyla 16 Şubat 1999 tarihinde yakalayarak, Türk yetkililere teslim etmiş. 11 yıl sonra gelen iddia bu.
Oysa Öcalan, kendisinin yakalanışıyla ilgili olarak İmralı’dan yaptığı tüm açıklamalarda, uluslar arası bir komploya kurban gittiğini belirterek, özellikle ABD’yi işaret etmiş, ABD’yi “Kesinlikle Güvenilmez” olarak tanımlamıştı. Kenya’da Yunan Büyükelçiliği’nde teslim edilişiyle ilgili olarak da ihanete uğradığını düşünerek, Yunan Hükümeti’ni suçlamış ve hatta dönemin Yunan yetkililerini AİHM’ne dava etmişti. Öyle ya, Yunanlı yetkililer, O’na ve örgütü PKK’ya yıllarca kucak açmış, bağrına basmış, Kenya’daki Yunan B.Elçiliği’nde teslim edilmeyeceğine dair şeref ve namus sözü dahi vermişlerdi. Öcalan’ı verdiler…
Gelelim gazetenin yaptığı haberin doğruluk payına…
Türkiye’nin her talebi, böylesine kısa bir sürede ve karşılığında hiçbir talep olmaksızın gerçekleşseydi, Türkiye güllük gülistanlık bir ülke olur, ne Ermeni, ne Rum sorunu gibi 100 yılları aşkın kemikleşmiş tarihsel sorunları, ne de 25 yılı aşkın terör sorunu halen yaşanıyor olmazdı. Adama, “daha önce nerelerdeydiniz” denilmez mi? Belki de Ecevit’i çok seviyor, sayıyorlardı, ya da O’ndan çok korkuyorlardı da bir dediğini iki etmiyorlardı! Bu bir…
İki; yıllar sonra Öcalan’ın Türkiye’nin başına bela olduğunun anlaşılması üzerine Ecevit; “ABD, Öcalan’ı bize neden teslim etti, hala anlayabilmiş değilim” demişti. Merak etme ve üzülme rahmetli Ecevit, bir tek sen değilsin maalesef ki anlayamamış olan. Devletin en etkili ve yetkili adamları, aydın geçinenleri, bilgin sayılan stratejistleri, akil adamları, sözde uzman ve danışmanları da pek anlayamadılar. Sen, hiç olmazsa anlayamadığını açıkça itiraf ettin, edebilme büyüklüğünü gösterdin, kıvırtmadın, rahat uyu.
Rahmetlinin itirafından da anlaşılıyor ki Ecevit, İsrail Başbakanı’ndan Öcalan’a ilişkin herhangi bir talepte bulunmamış ve Öcalan’ı da Türkiye’ye ABD teslim etmiş.
Ayrıca, teslim etmeden önce ABD’nin “Apo’yu asmayacaksınız” şartını da koştuğu dillerde dolaşmıştı, ki hemen sonrasında, sanki idamlık birileri varmış gibi sırada “İdam cezası uygulaması” meclis tarafından süratle kaldırıldı.
“Ha ABD, ha İsrail, ya da ikisi birlikte, ne fark eder?” diyeceksiniz belki de…
Fark eder, hem de çok fark eder, hâlihazırda dahi birçoğunun anlayamadığı teslim edilişin gerçek sebebi ortaya çıkabilir böylece, böylece bölgede daha sonra yaşanan tarihi süreç, şimdilerde çok daha iyi anlaşılabilir belki de…
BOP… Yani kısaca ve özetle; Ortadoğu’da sükûnet ve huzur tesis edilerek, enerji kaynaklarının batıya naklinin güvenle sağlanması projesi.
Gelelim sürecin başlangıcına…
ABD, çok uzun süredir Irak’taydı ve hatırlanacağı üzere 96’da, Irak’ta ilişkili olduğu, destek gördüğü 5 bini geçkin KDP’li peşmergeyi uçaklarla ABD’ye götürüp, yerleştirdi. Besledi, büyüttü, eğitti…
Bilahare, demokrasi getireceği sözde iddiası ve nükleer silah bulundurduğu gerekçesi ile Irak’a girdi, Saddam’ı devirdi. Yeni iki ayrı yönetim kuruldu. Irak’ın başına Talabani, K.Irak olarak adlandırılan Kürt Bölgesinin başına da Barzani getirildi.
Irak işi tamamdı. Sıra gelmişti İran’a, daha sonra Suriye’ye.
ABD, kimyasal silah bulundurduğu ve geliştirdiği aynı türden gerekçeyle İran’a saldırmaya hazırlandı uzunca bir süre. Çevre ülkelerde askeri yığınaklar yaptı, üsler kurdu. Başlangıçta her şey kâğıt üzerinde iyiydi, ancak çabuk girilen Irak’tan hâlâ bir türlü çıkılamıyor, çıkılacak gibi de görünmüyordu.
Derken, dönemin ABD Başkanı George Bush’un danışmanı General Brent Scowcroft; “Irak operasyonu sırasında terör örgütü PKK’ya göz yumduk. Hatta onları cesaretlendirdik. Çünkü, PKK’yı İran’a karşı kullanmak istiyorduk” dedi ve ekledi; “İran’a karşı kullanmayı planladığımız PKK’nın İran kolu PJAK’ın rolü bizim için önemliydi. Onları destekledik, cesaretlendirdik. Ancak şimdi politikamız değişti.
Obama dönemi ile birlikte, yeni bir Ortadoğu politikası izleyeceğiz. İran’la savaş değil, diyalog istiyoruz. Bu nedenle artık PKK’ya ihtiyacımız kalmadı”.
ABD’nin, Irak’a ilişkin KDP ve KYB’yi kullandığı, İran’a yönelik de PKK’yı kullanmayı planladığı anlaşıldı, bu açıklamalardan. ABD, hedef ülkedeki muhalif grupları kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor, karşılığında da ağızlarına bir parmak bal sürüyordu.
Başa dönelim ve yürekleri oynatmadan yeniden “BOP” diyelim.
Projenin yürümesi için bölgede istikrar, güven ve huzur ortamının yaratılması ve devamı, olmazsa olmazdı. En ufak bir olumsuzluk, projenin sekteye uğramasına yol açar, Milyar dolarların boşa gitmesine sebep olabilirdi. Bu nedenle bölgede huzuru kaçırabilecek en ufak bir ihtimale asla yer yoktu. PKK, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de silahlı faaliyet gösteren tek örgüttü, önemliydi, yeri geldiğinde kullanılacaktı, ancak zarar verme, çelme takma ihtimali, az da olsa, göze alınamazdı. Sonuçta terör örgütüydü ve bir şekilde bölgeden uzaklaştırılmalıydı.
Üstelik, en başından beri ne Barzani ve ne de Talabani, petrol karşılığında kendilerine sunulan Irak pastasından geçmiş dönemde yıllarca savaştıkları veya savaşıyor göründükleri PKK’ya pay vermek, kendilerine düşen pastayı Türkiye doğumlu PKK ile paylaşmak istemiyorlardı. PKK, silahlı bir örgüttü ve Irak alanında huzursuzluğa sebebiyet verebilir, keyiflerini kaçırabilir, yağlı, paralı, makamlı çarka çomak sokabilirdi.
Bu nedenle en doğru görünen ortak strateji, bölgedeki “serseri bombanın Türkiye’nin kucağına verilmesiydi” ve başarılı olundu.
İşte bugün, bu vesileyle bu günlere geldik. Artık “Sayın Apo” deniyor, bu bomba için.
Sadece İmralı için bugüne kadar “35 milyon dolar” para harcanmış.
“Aman bir zarar gelmesin, biri çıkıp öldürmesin” diyerek, O’na özel bir ada tahsis edildi.
Yalnız kalmasın diye 5 Milyon dolara mal olan ek bina yapıldı, yeni arkadaşlar getirtilerek yerleştirildi.
Bu sefer “odası 17 santim küçüldü” şikâyetiyle kıyametler koptu. Avrupa’lardan insan hakları örgütleri geldiler, incelemelerde bulundular, raporlar tuttular.
Habur’da karşıladık, davulla, zurnayla adamlarını.
“Aman, Avrupa’dakiler de, Mahmur’dakiler de gelsinler” diyoruz.
Şimdilerde O’nun için “Ev hapsi” istenmeye başlandı.
Bugün olmazsa yarın, bir 40 milyon dolar daha harcar, özel ve güvenlikli kalabileceği bir ev daha yapabiliriz, İmralı’ya ek olarak.
Oysa, 40 milyon dolara, değil Kenya’dan Apo’yu getirmeyi, Brezilya’dan bonservisiyle birlikte 11 tane Alex getirir, Türk vatandaşı yapar, milli takımda oynatır, uluslar arası başarılara imza atabilirdiniz örneğin…
Espiri bir yana, ağlanacak halimize gülüyor, önümüzü, geleceği görebilmek ve anlayabilmek adına maalesef ki hiç düşünmüyoruz.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com