İradesizlerin İradesi (II)
Beyni, ruhu, kalbi ve bedeni arasındaki savaşı sulh ile neticelendirmeyi başaramayanlar, hep huzursuz ve ezik yaşamaya mahkûm olacaklardır…
“Gazzâli’de irade, hem biyolojik ve psikolojik hem de felsefî
boyutları olan bir kavram olarak ele alınmıştır. İnsan ruhunun şimdiki veya gelecekteki bir amacına uygun olan şeye yönelmesine irade denir.” [9] ”Gazzâlî, bilhassa akıl-irade ilişkisi konusunda Kant'ı hatırlatan görüşler ortaya koymuştur. Buna göre şehvet ve gazap gibi duygusal temayüllere sahip olma bakımından insanla hayvan arasında bir fark yoktur. İnsan özellikle bilgi ve irade ile seçkin bir konumdadır. Akıl bir eylemin sonucunu ve ondaki iyilik tarafını idrak edince onu isteme ve gerçekleşme sebeplerini hazırlama yönünde kendisinde bir şevk uyanır ki, bu iradedir.”[10]
“Ahlâkî irade, insan tabiatının isteğiyle çatışan aklın talebidir.”[11] “Allah, hareketlerimizin sonuçlarını bilmemizi sağlayan aklı yaratmakla birlikte aklın gerekliliğine hükmettiği, bu so-nuçların elde edilmesi yönünde yeteneklerimizi harekete geçiren irade gücünü vermeseydi aklın hükümleri sonuçsuz kalırdı.” [12] Yani iradesini yanlış ve yönlü kullananların akıllı olmaları pek bir anlam teşkil etmemektedir. “Şu halde akıl, muhtemel davranışların değeri ve kalitesi hakkında bilgi ve hüküm kaynağı, irade ise aklın hükmünü gerçekleştirme gücü olup ahlâkî hayat, akıl – irade uyuşmasıyla gerçekleşir. İnsan, eylemlerinin sonuçlarını kestirebilen akla sahip olmakla birlikte aklın hükmünü gerçekleştirme yönünde kendisini harekete geçirecek olan iradeden yoksun olsa, aklî bilgilerin hiçbir pratik değeri kalmaz.”[13]
“Nitekim Senhûrî, iradenin haricî görünüm açısından biri ihtiyar, diğeri rızâ olmak üzere iki unsurdan oluştuğunu, bu iki unsurun bulunması durumunda iradeye bütün hukukî sonuçları-nın terettüp edeceğini, aksi takdirde hukukî sonuçların fesih ve iptale açık hale geleceğini ifade eder.”[14] “Beyan edilen iradenin geçerli bir hukukî sonuç doğurabilmesi için ehliyet kaynaklı olmasının yanı sıra, kural olarak iç irade ile dış iradenin birbirine uygun olması da gerekir. İradeyi sakatlayan ya da yok eden bir sebep bulunmadığı sürece normal olan da böyle bir uyumun bulunmasıdır.”[15]
Peki ya böylesi bir sebep varsa, yani iç iradeyi sakatlayan sebepler varsa dış irade geçersiz mi sayılır?
“Gerçek irade kapalı kaldığı sürece onun objektif göstergesi sayılan irade beyanının iç iradeye delâlet ettiği ve onu yansıttığı var sayılır ve hukukî işlemler hususunda bu beyana itibar edilir. Ancak hukukî işlemlerin geçerli olarak gerçekleşmesi için irade beyanı çok önemli ise de bazı istisnaî durumlar dışında tek başına yeterli olmaz; bu beyanın hür ve açık bir iradeye dayalı olması, diğer bir ifadeyle beyan edilen iradenin gerçek iç iradeyi tam ve doğru yansıtması veya en azından dış iradenin kural olarak iç iradeyi yansıttığı var sayımının sarsılmadan de-vam ediyor olması da ön görülür.”[16]
“İslâm düşünce tarihinde irade ve irade özgürlüğü sorununu gerek psikolojik gerekse felsefî yönüyle en ileri düzeyde inceleyen düşünür Gazzâlî olmuştur. Gazzâli'nin irade hürriyetini in-sanın yaratılıştan sahip olduğu zorunlu bir niteliği olarak görmesi tamamen orijinaldir ve çağdaş felsefî antropolojinin de benimsediği bir sonuçtur.” [17]
Madden ve manen özgürleşemeyen bireyler, özgür akla sahip olamazlar. Modern çağın köleleri madden ve manen büsbütün özgürleşemeyip kendileri gibi yaratılmış olanlara bağımlı olanlardır. Kölelerin sözüne ise itibar edilmez çünkü sadece efendilerinin arzuları doğrultusunda hareket eder ve onların doğrularını söylerler.
Peki, böylesi bir durumda olan deneklerin iradesi toplumsal gerçeği yansıtır mı?
Sosyal ve siyasal konularda yapılan araştırmalarda madden ve manen özgürleşemeyen bireylerin denek olarak kullanılması ve onlar üzerinden sonuç belirlenmesi toplumsal gerçeği yansıtmaz. Böylesi bir yanlış ile elde edilen verilere bel bağlayanlar elbet bir gün gerçeklerden örülmüş duvarlara toslayacaklardır…
Buna rağmen, böylesi denekleri baz alıp çözüm üretmeye kalkışmanın neticesinde çözüm elde edilebileceğini sanmıyorum. Bunun nedeni de ekonomik bağımlılık, yapay demokrasi ve yapay adalettir.
Ayrıca bireyin madden ve manen özgürleşememesi beraberinde modern esareti/"Esir Aklı" getirmektedir.
Esir, madden ve manen özgürleşemeyenlerdir. Bu bağlamda modern çağda sadece böylesi meziyetlere sahip olan özgürlerin sözüne kulak verilmeli, aksi; eskiden efendilerinin parasıyla efendilerine köle satın alanlar ile çağımızda laf cambazlığı/demagoji yaparak sözleriyle birilerini birilerine köle etmesi arasında ne fark var?
Aslında sorun ekonomik gelirlerin adaletsizliğinde değil, değerlerimizin ekonomikleşmiş olmasında.
Yani değer yargılarımız ekonomik göstergelere bağlanmış. Örneğin: toplumumuzda çalışan bir kadın ve getirisi olmayan bir kadın aynı statüde değildir ve bu, aynı zamanda toplumumuzun insana bakış açısının da göstergesidir.
Herhangi bir güç tarafından atanan ve aynı güç tarafından azledilebilenlerin, iradeleriyle; siyasal, toplumsal ve hukuki alanda oluşan problemlerin giderilmesi, gruplar ve sınıflar arasındaki statüsel eşitsizliğin giderilmesine yönelik çalışmalarda yansız ve özgür bir irade ile davranacakları beklenilemediğinden böylesi oluşum ve girişimlerin kamu vicdanında yer edemeyeceğinden toplumsal sorunlara çözüm olamayacağı gibi böylesi kişiler, oluşumlar ve kurumlar alanlarında otorite de sayılamazlar.
Çünkü bunların alanlarında otorite sayılmaları için madden ve manen bağımsız olmaları gerekmektedir.
Maddi bağımsızlık iki türlü olmak üzere şöyle açıklanabilir:
a) Geçimini kimseye/kuruma ihtiyaç duymaksızın karşılayabilmek veya geçimi sağlayan kurumu/kişiyi kararlarına müdahil ettirmemek.
b) Kişinin geçimi için (şahsi çıkar) geçimini sağlayan kişi/kurum veya güce karşı boyun eğmeyecek bir kişiliğe sahip olması, gerektiğinde (yani bunlardan herhangi birisinin kararlarına etki edecek derecede müdahil olduğu zaman) bunlara hayır diyebilecek bir ahlaki yapıya sahip olması.
Manevi bağımsızlık ise; maddi bağımsızlığın oluşmasının gerekliliğini akla dayatan ahlaki doktrinlerin bireyde tezahürü ile açıklanabilir.
Bu bağlamda: Siyasal önderlerin değişimi önemli ve umut verici değildir, önemli ve umut verici olan siyasal algı ve düşüncenin değişmesidir.
“İlk Müslümanlar, kader ve insanın irade veya seçme özgürlüğüyle ilgili Kur'an'ın getirdiği mâkul inancı sürdürürken[18] siyasî ihtilâfların ortaya çıkmasıyla birlikte bu konu Müslümanlar arasında en köklü fikir ayrılıklarına yol açan teorik bir problem haline gelmiştir. İrade hürriyetinin kabulü, halife de dâhil olmak üzere her insanın yaptıklarından doğan sorumluluğun -sorumluluktan kaçanların iddiasının aksine- Allah'a değil kendisine ait olduğunu belirtmek anlamına geliyordu.[19] Başta Muâviye olmak üzere, Emevî halifelerinin çoğunun bu fikirden rahatsız olduğu bilinmektedir.” [20]
Mü’min insanların/bireylerin iradesi sadece Allah ve Resulünün irade ettiği şeylerde özgür değildir, zira: “Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendiişleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[21] Nas hükmü vardır.
(OHAK-DER YKB M. Burhan HEDBİ)