İnsanlar Neden Korkar?
Hangi meslek mensubu ile olursa olsun, maddi gücü ne olursa olsun, hangi yaşta olursa olsun, hangi makamda olursa olsun, hangi güce sahip olursa olsun insan korkuyor. Peki ama neden?
Bakın; İnsan beyni, üç bölüme ayrılmış şekilde doğar.
İlk bölüm korteks (beyin kabuğu); öğrenme, soyut düşünme, hayal gücünü yönetir ve 7 yaşından sonra devreye girer.
İkinci bölüm limbik sistem (beynin ön kısmında) ise duyguları denetler. Beynin limbik kısmı doğum ile 5 yaş arasında büyük ölçüde çocuğun annesiyle ilişkisi aracılığıyla oluşur. Anneyle olan ilişkisinden dolayı limbik sistemin çok güçlü bir kadınsı yanı vardır.
Bunun birlikte bu üç beynin tartışmasız şampiyonu sürüngen beyni de denilen alt beyindir (beyin ve beyincik). Bu bölüm 200 yıldan beri hiç değişime uğramamıştır. Alt beynimiz bizi iki duruma programlar: hayatta kalma ve üreme. Mantık, duygu ve içgüdü arasındaki bir savaşta alt beyin her zaman kazanır.
İlişkilerimizdeki ve hayattaki seçimlerimizin hemen hepsinde belirleyici olan hayatta kalma ve üreme iç güdümüz, kültürel etkilerle oldukça karmaşık bir yumak olarak karşımızda duruyor. Kültür de bir alt beyindir ve kendini devam ettirmek ister. Fakat onun alt beyni, yaşayan insanların alt beyinlerine bağlı olduğundan, yavaş bir değişim geçiriyor.
Kültürün dönüşümü bağlamında, son yıllarda sosyal hayatta insanın geçirdiği değişimlere bakıp, anlam vermekte zorlandığımız davranış şekilleri ve nasıl davranacağını bilememe durumlarını olağan görmek gerekir.
İnsanların rolleri değişiyor, çünkü hayatta kalmak zorunda! Özellikle dünyanın yaşanabilir olmasını tehdit eden bu kültürel dönüşüm, ezberlenen roller beklenerek atlatılmaya çalışıldığında işler çok daha karmaşık bir hal alıyor.
Teknoloji çağında kadın da erkek de yeni rollerde. Eskiyi eleştiriyoruz ama eleştirirken de yozlaşıyoruz. Alt beynimiz kendi zararına olan, hiç bir faaliyeti onaylamaz.
Ben bu dönüşümün nedeni, kültüre yerleşmiş olan şiddet ve korkudur.
İnsanda bilinçaltında var olan korku, her kültürde farklı olsa da özünde benzerdir.
Ölüm korkusu, ölüm sonrası nasıl bir yaşam korkusu, servet kaybetme korkusu, çocukları kaybetme korkusu, makam korkusu, amir korkusu, hayvan korkusu, eş korkusu gibi korkular insan düşüncesinde her zaman olmuştur, olacaktır.
Hayatta kalmak ve üremek zamanla paraya bağlı oldukça, toplumda iş sahibi olmayan bir insan dışlanarak psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Servet sahiplerinin hatalarına göz yumulması adalet duygusunu zedeler, insanların içindeki kin ve nefret birikerek çoğalır.
Toplumdaki bu şiddet, çıkar gruplarının işlerine yarar. İnsanları, canlıları, bitkileri hayatta kalmak üzere güven telkin edilip yönlendirmeliyiz. Amaçlı olmamız, bizi rahatlatır.
Korkularımız o kadar yoğun ki savaş veya kaç diyen alt beynimizle yönetiliyoruz. Sorunlar şiddetle çözülmeye çalışıldığı sürece ve herkes kimseye ihtiyaç duymayacağı bir yaşamı kurmaya çalıştıkça şiddet yeni korkuları doğuruyor. Bitmeyen savaşlar, ilişkileri, aileleri koparıp ayırıyor. Bozguna uğrattığımızı sanırken bozguna uğruyoruz. Odamıza girip kapıyı kilitleyip, kimseyi içeri almayacağımızı haykırdığımızda aslında kendimizi kocaman bir dünyadan mahrum bırakıyoruz. Sorumluluktan kurtuluyoruz belki ama böyle hesaplarla hayatımızdan sevgiyi de uzaklaştırmış oluyoruz.
Korku ile buz tutmuş beyinlerimizi güneşe çıkarma vakti gelmiştir.
GÜNÜN SÖZÜ: İnsan korkusunu da, sorunları da, akıl, duygu ve bilgiyle çözebilir