İnsanı Yaşat(ma)ki Devlet Yaşasın! İş-Kurucunun Dramı ve Gerçeğin Boyutu
30 Mart 2014 yerel seçimlerinden beridir Van’ımızın gündeminden düşmeyen ve büyük bir il sorunu haline gelen işkur çalışanlarının çalışma durumlarındaki belirsizliğe değinmek gerekir ve bu sorun insani bir sorundur.Bu soruna siyasi bir ideoloji,parti yada dini,ırkı bağlamda değil tüm bunların ötesinde bir insan olma gerekliliğinin ölçütü ile bakmak ve gerçekleri dile getirmek gerektiği inancı ile düşüncelerimi sizlerle paylaşmayı istedim.
Sizi bugünlerden alıp bizim ecdadımızın dünyayı yönettiği, dünyaya nizam ve intizam getirdiği Osmanlı’nın ilk kuruluş felsefesine götüreceğim.
Durduk yere değil bu tarihi köklere olan yolculuk. Başka bir yolculuğa da benzemez. İnsanlık inanç ve değerlerinin merkezinde insan olmayan bir mekanizmanın devlet dahi olsa yaşamaya pek de bir hakkı olmadığını göstermek adınadır belki de bu yolculuğumuz.
Bizim belki de en büyük sorunlarımızdan biri yıllardır her şeyimizi, yaşamımızı, yaşam modelimizi, hayat perspektifimizi hayati tüm değer ve fonksiyonlarımızı hep Avrupa’yı ve Avrupalı’yı örnek model seçerek ele aldık. Ve şimdi ben size diyorum ki bizi ancak bizden olan çözüm paklar gerisi de bizi bugünlere kadar edebildiği kadar ancak ve ancak ayrıştırdı, çatıştırdı ve bizleri bir iken binlere bölüştürdü ve diğerleştirdi. İşte bunları bertaraf etmek adına belki tüm her şeyimizi endekslediğimiz batıyı bazı konularda göz ardı edip kendi kökümüze, özümüze dönmek en yararlı olanıdır.
İşte bu noktada Osmanlı devletinin ilk temellerinin atıldığı günlerde Şeyh Edebali hazretleri Osman Gazi’ye bir öğüdü vardır. Ve bu öğüt bir öğüt olmaktan daha çok bir zihniyetin, insana insanca bakmanın bir özünü ve ruhunu taşıdığı için aslında bu bir öğütten daha ziyade bir devlet geleneğinin üzerinde kurulduğu temelin ta kendisini yansıttığı için çok önemlidir, ve günümüzde de belki bu özü teşkil edecek bir anlayışı tesis edersek en büyük sorunlarımızdan biri olan işsizliği çözeceğimiz gibi buna benzer hemen her türlü sorunumuza da hasbel kadar bir anlayış ve çözüm getirmiş olacağız.
Ne diyordu o günler de Şeyh Edebali;’’ ey oğul insanı yaşat ki devlet yaşasın ’’diyordu. Osmanlı kendi hakimiyeti altında olan tüm insanlığa bu insani yaklaşım ve zihniyet ile yaklaşım gösteriyordu ki yüzyılları aşkın süre boyunca farklı din, dil, ırk ve renkten ayrı coğrafyalardan insanın hakkının savunucusu ve hamisi oldu. Devletlerin güçleri demek ki kendiliğinden olmuyor devlet başlı başına somut bir varlık iken onu kanlı canlı ve yaşanılabilir kılan tek olgu kendini oluşturan insanlara karşı gösterdiği yaklaşımdır.
Osmanlı dünyayı bu anlayış ile yönetirken, bugün örnek model prototipi gösterdiğimiz Avrupa’da ya din, ya mezhep, yada yaşamsal temelli olan iş ve geçinme savaşları yaşanıyordu. O günlerden bugüne ne değişti; Avrupa tüm bunlardan yaşadığı kayıpları kendini revize etmek ve yeniden doğrulmak adına geçmişinden ders alıp ayağa kalkarken, Osmanlı’nın yıkılması için sanki emir almış gibi dışı dışarıda olan bizim aydınlarımız olan o günün sözüm ona yenilikçileri olan mason idealizmine destek olmak için adeta yeminli olan ittihat ve terakkiciler bizi içten içe yiyip bitiriyorlardı. Ve sonunda da emellerine ulaşıp muvaffak oldular.
Devleti yıkıp parçaladılar ve kendi istedikleri gibi bir devlet oluşumu meydana getirdiler. Bu yeni oluşum Cumhuriyetti. Zihniyetin temelinde ise Kapitalizmin Türkiye şubesi gibi olan Kemalizm vardı. İşte bu Kemalist zihniyet temelli cumhuriyet kendi düzenini ayakta tutmak adına 1926’dan başlayarak ülke insanlarını ayrıştırdı, çatıştırdı, ve kendine bunların üzerinde hakimiyet elde ederek bir hükümdarlık ve saltanat sürme egemenliği geliştirdi.1926’da başlayan bu göz yaşı, kan, vahşet, soy kırım, insani dramın temelinde şekilci cumhuriyeti daha güçlü kılmak adına Kemalizmin
Oy deposu olarak kullanılan ne istediklerine seçimden seçime bakılan ve seçimler için acil önlem ve çözüm paketleri sunulan ancak seçimlerden sonra tamamen unutulan ve renklerine,dillerine,dinlerine,ibadetlerine istek ve beklentilerine bakılmadan sadece var olduklarını bildikleri insanlardır. varlar ama onlar gözünde yaşamaları gerekli yada gereksiz olarak kabul gören insanlar olmayan gruplardır Alevilik ve Kürtlük bu ülkede.sistem bu oy depolarını Oscar wilde nin dediği gibi her zaman var olarak gördü ama yaşıyor mahiyetinde hiçbir zaman bir şey yapmadı ve yaptıkları olsa da bu kendi gücünü oturtmak adına yaptı.bu insanların varlığını kabul etti ama hiçbir zaman bunların yaşadıkları bölgeler dahilinde ihtiyaçları sorunları sıkıntıları ve yaşamları için gerekli olan standartların neler olması gerektiği konusunda da bir çaba sarf etmedi.İşte demek ki bazı sosyolojik temelli olaylar beraberinde bambaşka sorunları ve sıkıntıları getiriyor.Bugün ülkemizde bölgesel gelişmemişlik,örgütlü suç,terör,gibi eğer sosyolojik sorunlar var ise bunları var eden sistemin kurucuları utanmalıdırlar.
Sistemlerini var eden egemen güçler cezalandırıcıdırlar.Onlar için Kahraman yada katil olmanızın,masum yada cani olmanızın,iyi yada kötü olmanızın bir önemi yok.Tek önemli olan şey sizin hangi karakter ile onların amacına daha iyi hizmet edeceğinizdir.Ve bu yolda gerçeğin ne olduğuna bakılmaksızın işine geldiği gibi sizi ister kahraman,ister katil,ister masum,ister cani,ister iyi,isterse kötü ilan eder. Nihayetinde sistemin kurucusu odur ve sistemini devam ettirmek adına da neyi nasıl isterse öyle dizayn eder.
İşte bizim sistemi var edenlerde yıllar yılı Türk’e karşı Kürt, Kürt’e karşı laik, laiğe karşı antilaik, demokrat olana karşı türbanlı, türbanlı olana karşı ise despot olan bir bir anlayışsızlık zihniyeti ile ve kendinden olanı tutmakla mesele yok iken kendini yaşatmak adına toplumu böldü, parçaladı ve oluşturduğu meseleleri de çözmek bir yana çözmemek adına elinden geldiği gibi diretti ve bu yetmiyormuş gibi bunun toplumda karşılığı olan göstergeler haline de getirdi.
Ve kendinden olanı tutmakla eş değer görülen ve insan olma ile insanca yaşamanın ağır bedellerinin olduğu bir zihniyetin mensubunun hakimiyetinde yaşamak toplumun her kesimi için her an sistemin iğneli fıçısının bir malzemesi ve hammaddesi olmak kaçınılmazdır. Birbirlerinin varlık zeminini besleyen, birbirlerinin vahşetine ateşine karşılıklı odun atan tüm kesimleriyle toplumun insanlık ve ahlak ateşini kendilerince söndürmek isteyen zihniyet mensupları vardır. Bu dayatmanın sahiplerinin sözde hedefi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak ve çıkarmaktı.
Ama gelinen noktada bakıldığı zaman çağ dışılığın en zirvesindeyiz. Herhalde kelimeyi yanlış telaffuz ettiler ki çağ dışılığı çağdaşlaşma olarak dile getirdiler. Yada eylem ile söylemleri sistemlerini kurdukları günden beri birbiri ile tutarsızlık gösteren hallerine alışmış olmak lazım aslında. Ama ne yaparsın biz Müslüman ve inançlı toplum için umut fakirin ekmeği yedikçe doyuran bir ekmek, işte bizde umut ettik belki ilk kendilerine koydukları hedef olan çağdaşlaşmaktır ve çağdaşlaşırlarken toplumdan herkes kadar bizim de payımıza düşen de olur diye bekledik.
Ama her geçen gün akan kan, dökülen göz yaşı, çekilen çile, ekmek yemekle yada yarı aç, yarı tok arası bırakılma ile ne öldür, ne güldür, süründür politikası ile biz her zaman payımıza düşenden fazla çağ dışılığa maruz kaldık ve maruz bırakıldık. Sözde ilericilik olarak belirlenen hesap tutmadı ve nafile mühendislik çabası bizi ilerletmek yerine kaos ortamına sürüklemiştir. herkesin Türk Sünni ve Kemalist olması dayatması varsayımı bu toprakların tarihi kültürü ve etnik yapısı ile bağdaşamazdı ve nihayetinden de bağdaşmadı.
Zaten oyun kurucu olan sistemin kurucuları da bağdaşmaması için ellerinden geleni yapıyorlardı da sadece biz bunun farkında değildik. Oyunun eğlenceli olması ve Hollwood yapımı olan açlık oyunları gibi bir gerçeğe dönüşmesi için yeterince cepheler oluşturuldu. Var olan Sünni kimliğe karşılık Alevilik, Türk kimliğine karşı Kürt, Müslüman’a karşı laik ve birçok cephe var edildi ve her birinin de kuralları belirlendi.
Ama bazen de 1982 anayasası gibi kurallar konuluyordu ancak kuralları uygulamak ile uygulamamak arasında da başlı başına bir belirsizlik ve muğlaklık ile muammalık söz konusu olan bir zemin ve ortamın şimdi yaratılan var edilen cumhuriyet eseri üzerinden ve Kemalizm zihniyeti keseninde nasıl bir etki ve yönetim bıraktığını görmeye gelmişti sıra.1926’da şekilcilikle başlayan kan, göz yaşı, zulüm, işkence şimdi farklı karakterlerin çatışması ile sahneye konulacaktı. Bu sefer coğrafi yerlerin isimleri değiştirildi ve olay çok yönlü bir kültürel yıkım boyutu ile meydana getiriliyordu bu kapsamda sadece Kürt köylerinin değil Doğu Karadeniz de de köy isimleri değiştirildi. güney bölgelerinde Arap kasabalarının da isimleri değiştirildi. Lazca Çerkezce şarkı söylenmesi yasaklandı.
Bu yüzden insanlar işkenceye tabi tutuldu. Anlayacağınız şimdi işsizlik, eğitim, sağlık temel hak ve özgürlükler ve daha nice aklınıza gelen tüm sorunların çözümü bizim toplum olarak cepheleşmemiz değil, aksine bizden istenen ayrışmaktır. Biz de sistemin bizden istediğinin tam aksine 90 yıldır üzerimizde devam eden kapitalist egemenlerin hakimiyetinde; çoğunluğun ihtiyaçları, azınlığın ihtiyaçlarından önemli değildir ve olmamalıdır. Bunun olmaması içinde tüm kesimleri ile toplumun kendi içinde sisteme karşı ortak bir anlayış geliştirmesi ve insanca yaşamayı hedef edinmesi gerekir.
İşin birde yönetimsel olarak seçilen vekiller ve bakanlar ile ilgili olan boyutunda ise her ne hikmetse vekiller seçimden sonra Anadolulaşmak yerine Ankaralılaşıyor. Ankaralılaşan bakan değil Türkiyelileşen bakan olmak önemlidir bu zor süreçte.Mesele Ankara meselesi değil memleket meselesidir.
Çocuklara yaş iken eğilecek odun muamelesi yapan bir zihniyetin devamı olmamalıdır. devlette kendi yurttaşına biçimlendirilecek kereste olarak baktı yıllar yılı bunun sonucu hem yıkım oldu, kıyım ve göz yaşı oldu. yurttaşlarına dayatma ve zorundalık değil alabildiğine kendini rahat hissettiren bir yapı tesis edilmeli vatandaşlık teriminde ve yaşantısında. Özgürleşme çocuklardan gençlerden başlamalıdır.
Yine bunun da sağlanması elbette ki maddi kazancın olması ve herkesin bir iş sahibi olduğu ve toplumda kazancı dahilinde yer edinmesi ve yaşamsal gereksinimlerini yerine getirmesi ile mümkün olacaktır. Bunlar kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak adına; devlet adına, vatan millet adına, Atatürk adına, İslam adına gibi yalan gerekçelerle insan hayatlarını hiçe saydılar. Katliam ve kıyımlar yaptılar. Ve hala da bunları yapmak için fırsat kullamaktadırlar. Her gün yeni bir gündür. Ama günlerdir sadece tek istedikleri asgari bir şekilde geçinmek ve yaşamak olan İş-kur çalışanları için seçimlerden bu yana her gün yeni bir gün değil, adeta her günleri aynı gün olmuş durumda. Dün sistemin yaptığı yada olmasını istediği gibi artık Kürt’e karşı Türk, gayrimüslime karşı Müslüman, Alevi’ye karşı Sünni, sünniye karşı da laikçi politikasını yetkinlikle güden ve buna taraf olan insanlar olmak yerine bunları tespit eden ve herkesin temel yaşam hakkı başta olmak üzere,özgürlüklerini aynı ahlaki inançla savunmayı kendimize şiar edinmeliyiz. Artık sistemin gruplaştırdığı ve işine geldiği gibi grupları kendi istekleri doğrultusunda kullandığı kitleler olmaktan vazgeçmeliyiz.
Yerine ve durumuna göre tarafların biri ile ittifak edegelen sistemin piyonu olmaktan vazgeçmeliyiz. İşte devletimizin yıllardan beridir süregelen anlayışı bu iken 2002 den bu yana yönetimde olan Ak Partinin başlattığı çözüm ve demokratik barış süreci kapsamında bu iş-kurcu insanlarımızın da sorunlarının bir seçim malzemesi gibi değil toplumun temelinde yatan birer birey olma bilinç ve inancı ile yaklaşım göstermesini ve iktidarın devletin yönetimine geldiği günden bu yana geçmişteki tüm partilerden ve sistem bekçisi olan işbirlikçi devlet ve millet düşmanlarından farklı olarak toplumun her kesiminde olan sorunları hal ederken insani olma ölçüsünü bu sorununda hal edilmesinde aynı ahlaki inanç, şeffaflık ve gayreti göstermesini bekliyoruz.
Unutulmamalıdır ki Şeyh Edebali’nin gösterdiği ve realitesini kendi ortaya koyduğu bir gerçeğin mirasçılarıyız ve devleti yaşatmayı hedef kılanlar için yapmaları gereken en temel görev devleti var edecek insanı yaşatmaktır. Bu da işte bugün Van merkezinde cereyan eden iş-kurcuların yarın bire başka şekilde iş ve yaşam hakkı talep eden başka insanlar olacaktır. Ama her kim olursa olsun Anadolu coğrafyası üzerinde bu devletin tüm vatandaşlarını yaşatmalıyız ki devletimizde bizim yaşadığımız ölçüde yaşasın.