İnsani Boyut ve Atatürk
O, Peygamberler hariç; dünyanın bu güne kadar gördüğü, milletine en içten duygularla bağlı, samimi-sadık, sevgili ve değerli, namuslu-dürüst, demokrat, onurlu ve sorumlu, keza en mütevazı, masrafsız ve kalender devlet adamı idi.
Şüphesiz, O'nu dünya çapında liderlik ve "emperyalizm karşıtı" insani boyut da önderlik derecesine yükselten buydu.
"Hayatta en hakiki mürşit ilim'dir, fen'dir" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi fani hayatını da; Fazilet anlamında Cumhuriyet; Özgür bilim, insan hakları, adalet ve hukuk bağlamında Demokrasi ve "insan'a hizmet, insan için devlet" idealine adamış olduğunu görürüz.
Bu, O'ndan sonra eşi, emsali, benzeri görülmeyen bir yüksekliktir.
Örneğin, Cumhurbaşkanlığı süresince Atatürk, yolluk ve harcırah almazdı,
Her bakımdan devlete yük olmaktan çekinir ve korkardı.
Dünya da "bütün malını milletine bırakan" tek lider O'dur.
O'NUN EVRENİNDEN BİR ÖRNEK
Tam "insan hakları, adalet ve hukuk" konusunu işlediğim bir gün (10 Aralık) ve sırada, çok sevgili ve değerli dostum Süreyya Gökçeoğlu tarafından bana gönderilen ve Atatürk'ün Yaveri Muzaffer Kılıç tarafından anlatılıp, nakledilen olayı aktarıyorum:
"Atatürk'ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;
Bir gün Atatürk'le beraber Abidinpaşa'dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus'a geçiyorduk.
O zamanlar Samanpazarı'nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkânının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu.
Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk'ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik. Beraberce dükkana yürüdük.
Kitapçı, Ata'yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler.
Kitapçı; "Paşam, bu halı bir müşterimin... Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok" dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler.
Kitapçı ezile büzüle;- "Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim" dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;- "Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz" dediler.
Kitapçı; "Paşam 40 lira istemişlerdi " deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;
- "Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam " dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkâna 40 lira bırakmamı emretti. Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
- "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor" diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
- "Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz." dediler. Kitapçı budavranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi; - "Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım." dedi.
Atatürk de; - "Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz." diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;- "Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı..." derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;
- "Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz." diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra, onun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
Abdülhalim Efendi, o halıyı Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi de bu asil davranışı kötüye kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip, layık olduğu yere armağan etmiştir. (1922).
Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren, günümüz din ve tarikat bezirganlarından farklılığını da ortaya koyuyor.
Tabii, anlayana ve anlamaktan yana nasibi olanlara !"
"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir."
(Ankara, 1937, Mustafa Kemal Atatürk)
Türkiye'nin tarihinde Mustafa Kemal Paşa'ın çok önemli bir yeri olduğu şüphe götürmez. Buna bağlı olarak onun hakkında yüz yıla yakın zamandan beri çok şeyin yazıldığı da bilinmektedir.
Aralık 23rd, 2009 at 23:21Ama onun mütevaziliğini anlatan yazılar yoktur. Her şeyi kendisi ile bşlatan, her şeyin kendisinden önce yanlış yapıldığı görüşünde olan ve ülkenin kurtuluşunun yalnız ve ancak kendi görüşleri ile mümkün olabileceğini savunmak tevazu olur mu?
Atatürk ilkeleri arasında bilindiği kadarı ile "Demokrasi" yoktur. Mustafa Kemal'e göre zeten her türlü hak ve özgürlük istemenin temelinde "suiniyet ve irtica" vardır. Nutuk'ta hiç bir zaman demokrasiden söz edilmez. Siz onun demkratlığını nereden çıkardınız?
Selamlar, saygılar.
Ah, sevgili kardeşim Selami SAYGIN bey, Yargıtay Onursal Başkanı değerli Sami SELÇUK'da bir ara seninle aynı şeyleri söylemişti. Sonra ben onu "ATATÜRK VE DEMOKRASİ" konulu bir konferans vermeye davet ettim. Kabul etti ve araştırmaya koyuldu. Konferans 2000 yılında TDK konferans salonunda ve çok seçkin, akademik ve entelektüel bir katılımcı kitle huzurunda yapıldı. SONUÇ; Dönem itibarıyla Atatürk, demokrasiden en çok bahseden kişi ve TC tareihinde demokrasinin en doğru ve mükemmel yaşandığı zaman O'nun zamanı. Sor lütfen Sayın Sami SELÇUK'A, Selam,sevgi ve en iyi dileklerimle.
Aralık 24th, 2009 at 14:05Galiba aynı dönemden söz etmiyoruz.
Aralık 24th, 2009 at 17:08Tek parti döneminde bir tek muhalif gazete yokken
bir tek muhalefet partisi yokken ve onun tarafından yapılanları herkesin mutlaka en doğru diye kabül etmesi şartı aranırken aksine davrananların her türlü hak ve özgürlüğü elinden alınabilirken bu durumda bile en iyi demokrasi yaşanabilmiştir öyle mi? Sami Selçuk Beyde bütün bunları onayladı öyle mi? Demekki bahsettiğimiz Sami Selçuklarda farklı olmalıdır. Yahuttta Sayın Selçukta bu konuda bilinenleri tekrar ederek bir yanlışa ortak olmalıdır.
Ama siz yine de bu konuyu yeniden ele alarak görüşlerinizi bizimle paylaşınız lütfen.
Selamlar, saygılar.
BAKINIZ LÜTFEN: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
Aralık 24th, 2009 at 18:45BİRAZ ESKİLERDE KONUYA İLİŞKİN MAKALELER VAR.
ÇOK TEŞEKKÜRLER VE SELAMLAR.