İnsan Sevdiğini Hiç Üzer mi?
İlişkileri bir savaş alnına döndürüp, kendi nefsimizle veya kötü yanlarımızla kavgalı olmayı bırakıp, kendimiz dışındaki herkesle kavga etmeyi bir alışkanlık haline getirdik. Sanki bir savaştayız . Karşımızdaki de
mutlak yenilmesi gereken bir kişi gibi durmaksızın savaşıyoruz.
Canımızı acıtan tarafın canını acıtmadan savaşı bitirmek istemiyoruz.
Orta yaşların üstündeki bir insan canlısı hayatının yarısından fazlasını birlikte geçirdiği insan için “Onun da canını yakmak istiyorum, bu kavga ancak o zaman biter!” diyerek öfkesini canlı tutmaya çalışıyor.
Zamanında taraflardan birisinin yaptığı bir yanlıştan güç alarak, bir ömür boyu savaşmanın haklı gerekçelerini biriktirmek ve her tartışmada, her sürtüşmede, ince dokunmalarla karşımızdakinin canına okumak hayatın amacı olmasa gerek. Ama ne yazık ki pek çok insan böyle davranıyor.
“Bak, ben haklıydım!” diyebilmek adına karşı tarafın kötülüğüne, kaybetmesine, mutsuz olmasına razı olabiliyoruz. Sevmek, karşı tarafı üzmek, onun canını acıtmakla eş tutulmuş. Oysa insan sevdiğini üzmek için değil, yanlışlarına dua etmek için var değil midir? Sevgi kıyasıya eleştirmek, sürekli savaşmak, hiç gün yüzü göstermemek olabilir mi?
Bazen kendimizin de kaybedeceğini bile bile “Yeter ki o acı çeksin, ben kaybetmeye de razıyım!” diyebiliyoruz.
Ne acı ki ruhumuzun çığlıklarına kulak tıkarken egomuzun her istediğini onaylamak...
Dünün ölçütleriyle hatta on sene önceki yapılanlarla bugünü yaşamaya çalışmak, bugünü ve bugün yanımızda olan kişiyi ve onunla geçirilebilecek güzel bir anı kaybetmeye neden oluyor çoğu kere.
Birbirimizi taşlamaktan, birbirimizden gelebilecek olan hakikatlere de bir türlü açamıyoruz kendimizi.
En büyük etken korkularımız oluyor, aramızdaki savaşları bitirmemek için. Sulh ilan eder, mutlu olmanın haklı olmaktan daha önemli olduğuna inanırsak, daha fazla istismar edileceğimizi zannediyoruz. Sırf bu korkumuz yüzünden bugünü yanlış yorumluyor, bugünü kaçırıyoruz. Kalkanlarımızı indirsek savunmasız kalacağız diye, sokak kedileri gibi tüylerimizi diken diken ederek hırlaşıyoruz çoğu kere...
Herkes bir güç gösterisi peşinde… Lider olma, reis olma, otorite olma sevdasında. İki kişilik, bilemedin üç kişilik bir ailede lider olmuşsunuz, hep sizin dediğiniz olmuş, ne çıkar?
Reis olmaya, “Benim düdüğüm ötsün.” demeye çalışırken; insan olmayı, meşveret etmeyi , birbirimizden öğreneceklerimiz varsa da öğrenemeden göçüp gitmeyi tercih ediyoruz...
Kitabımızda insanın zalim ve cahil oluşundan bahsedildiğini biliriz. İşte zulümlerimizden birisi de bence bu: kendimize zulmetmelerimiz.
“O yansın da atılacak ateş benim elimi yaksa da olur!” diyerek, etrafımızı ateşe tutarken ortada nefes alacak, ilişki aralıkları büyüyecek insan sıcaklığı da kalmıyor… İmha ediyoruz el ele hepimiz birbirimizi.
Son zamanlarda okuyucularım daha somut çözümler ister oldular... Çözüm her zaman çizilen sorunun içinde yatar bence. Yanlışı yapmayı bıraktığımızda, doğru zaten apaçıktır ve akleden kalbimizle zaten onu biliriz. Tercih etmek kalır yalnızca. Yanlışı görür ve yanlışı seçmeyi bırakırsak, doğru ortaya çıkacaktır, emin olun...
Yazının başlığının cevabıda böylece verilmiş oluyor. İnsan sevdiğini bile bile böyle üzmez canını bile beile acıtmaz. Eğer böyle üzüyorsa sevdiğini değil kendini ve kendi benliğini daha çok sevdiğindendir…