İnsan Olmak (Teennüs) (II)
Türkçede insan karşılığı olarak kullanılan ikinci kelime ise adem’dir. Beşerin yaratılmasını takiben ona üflenen ruhun ardından, “meleklerin Adem’e secde etmeleri” istenmiştir (Bakara.34/Araf.11/Hicr.31/Sad.74). Secde edilmesi istenilen varlık, beşerden öteye kendisine ruh üflenen ve isimler öğretilen, beşere göre daha da gelişmiş olan varlıktır. Ademe, efendi, öncü ve katma anlamı da verilmiştir. Balçıktan yaratılan beşere, ruhun üflenmesi, katılması düşünüldüğünde ademe verilen bu anlamın içeriği karşılığını bulmaktadır. Çünkü üflenen ruh ve öğretilen isimlerle ademoğulları karada ve denizde bulunan diğer varlıklardan üstün/faziletli duruma getirilmiştir(İsra.70). Böylece ademoğulları, akıl, anlayış ve düşünme gibi yeteneklerin sahibi olarak diğer varlıkların önüne geçmiştir. Bunun yanında adem kelimesi, esmerlik anlamındaki üdme yahut tip örnek anlamındaki edeme veya bir şeyin dış yüzü manasındaki edime kelimesinden türediği de kabul görmüştür. Secde edilmesi istenen her ne kadar bir tek birey Adem ise de onun bir sembol olduğu, secdenin onun şahsında onun soyuna, bütün ademoğullarına yaptırıldığı görüşü de oldukça yaygındır
İnsan kelimesi Arapça ins kelimesinden türemiştir. İnsan türünün karşılığı olarak kullanılır. Erkek veya kadın insan cinsinin her ferdine insi/enesi veya insan denilmektedir. Kelimenin aslının unutmak anlamındaki nesy’den (insiyan) geldiği görüşüne karşılık, insanın alışmak-uyum sağlamak anlamındaki ünsiyet’ten geldiği görüşü de yaygındır. Yine aynı kökten geldiği kabul edilen isti’nas; vahşetin zıddı, vahşi hayvanın evcilleştirilmesi, cana yakın olma gibi anlamlarla da karşılanmıştır. Teennüs ise doğrudan “insan olmak” anlamındadır. İnsan kelimesi Kur’an’da, değişik şekil ve ekleriyle 97 defa yer almıştır. Ayrıca insan ve nas adıyla iki ayrı surede bulunmaktadır. İnsan kelimesinin kökü sayılan ins kelimesinin çoğul hali nas’dır. Erkek kadın ayırımı olmaksızın bütün insan cinsi için nas kelimesi de Kur’an’da 240 defa kullanılmıştır. İns kelimesiyle aynı kökten gelen enese ise fark etmek, görmek, anlamak, farkına varmak anlamına gelir. İnsanın zihinsel yanına, aklına işaret etmesi bakımından oldukça öğreticidir.
İnsan için kullanılan bir de nefis kelimesi vardır. Çoğul hali nüfustur.
İnsan cinsinin hem beşer hem de adem yanının sahip olduğu özelliklerini kapsayan hali; insandır. İnsan denilince hem beşer hem de adem tarafları birliktedir. İnsan kelimesinin kökü sayılan, ünsiyet belki de insan kaderinin en açıklayıcı karşılığıdır. Çünkü ünsiyet yakın olmak, yaklaşmak, birlikte yaşmak gibi anlamları da kapsar. İnsan tabiatı gereği kendi cinsleriyle birlikte yaşama ihtiyacındadır. İnsanın kendi cinsleriyle birlikte yaşama ihtiyacı ise, insanın toplumsal yanını, sosyal yanını ifade eder. Bu insan cinsi için büyük bir imkandır, fırsattır. Çünkü insan içinde doğduğu toplumun önceden sahip olduğu, hazırladığı imkanlardan en geniş şekilde yararlanır. Belki hiçbir şeye sıfırdan başlamamış olur. Önceden hazır buldukları ile hayatına, yoluna devam eder. Ancak aynı toplumun oluşturduğu önyargılar da insanı kuşatır. Çoğu kere onun için bir yük olur. İdrakini, anlayışını kısıtlar. Doğruya ulaşmasına bile engel olabilir.
İnsan kelimesi, nesy/unutmak fiilinin insiyandan bozularak türediği görüşü de insanın serüvenini açıklayan anahtar bir kavramdır. İnsan unutkan bir varlıktır. Kendisine yapılan iyilikleri, verilen nimetleri unuttuğu gibi başına gelen musibetleri de unutmaktadır. Bu durum “Ademin verilen ahdı unutması” diye açıklanmıştır(Taha.115). İnsanın zaafları onun ademiyet yanının karşılığıdır. İnsan zalim ve cahildir(Ahzab.72). İnsan cinsinin zaaflarına yer veren pek çok ayet vardır: zayıflığı (Nisa.28) nankörlüğü (Hud.9), zalim ve cahilliği (Ahzab.72), unutkanlığı (Zümer.8) diye sıralanmaktadır.
İnsan akıl sahibi bir varlık olmasına bağlı olarak, bilinçlidir, seçme yeteneğine sahiptir ve nihayet yapıp etme geliştirme (bazıları bunu yaratıcılık diye karşılamaktadır) üç ayıt edici özellikle donatılmıştır. Her birisi akli yeteneğinin bir vechesini ortaya koyan bu özellikleri için; Rene Descartes (1596-1650): “Düşünüyorum o halde varım” demiştir. Çünkü beşer olarak değil ama insan olarak, eğer düşünmesi olmazsa, insan varlığı şüphelidir. Biyolojik özelliklerinin karşılığı olan beşeriyet yanının devamı için belki düşünmesi gerekmez. Ancak insaniyet tarafının devamı düşünmesi ile mümkündür. Kendine dair işleri yapabilmesi, o işleri planlaması uygulaması ancak düşünme yeteneğine bağlıdır. İnsanın beşeri tarafının yapıp ettiklerinin bir fazlasını veya eksiğini hayvan gibi bazı canlı türleri de yapabilmektedir. Ancak onun insaniyet tarafına bağlı olan düşünme yeteneğine hiçbir canlı türü sahip değildir. Yine insan varlığının ancak onun duyumsaması ile mümkün olabileceğini iddia eden Andre Gide (1869-1951) “duyumsuyorum o halde varım” diye görüşlerini özetlemiştir. Albert Camus (1913-1960) ise “başkaldırıyorum o halde varım” şeklinde kendi insani anlayışını ortaya koymuştur. İşin başında insan İslam’ı kabul edip etmemekte serbesttir (muhayyerdir). İsterse, kendince uygun görürse onu seçip benimser, değilse seçmez. Kimse onu İslam’ı behemehal seçmeye zorlayamaz (Bakara.256). İslam’ı özgür iradesiyle seçmemiş olan bir insan, elbette ona başkaldırmış sayılır.
Ancak o başkaldırmışlığı nedeniyle kimse onu cezalandıramaz. Dünyada hiçbir otoritenin böyle bir yetkisi yoktur. Başkaldırma bilincine sahip olan insanın bileyerek, isteyerek, İslam’ı seçmesi ona itaat etmesi son derece değerli ve makbul bir eylemdir. Evrende insan türünün dışında hiçbir canlı böyle ayırt edici bir imkana, seçeneğe sahip değildir. Bütün canlılar hangi özelliklerle donatılarak yaratılmışlar ise yalnızca o özelliklerine bağlı olarak yaşar aksi bir yol seçemezken yalnızca insan türü İslam’ı kabul edip etmemek başta olmak üzere hayatındaki bütün işleri seçip yapmakta özgür bırakılmıştır. Dolayısı ile insanın bilerek isteyerek İslam’ı seçip uygulaması çok aziz bir eylemdir. Ancak takdirle ödülle karşılanacak bir seçimdir. O kadar ki insan mal biriktirme isteğine sahip olmasına rağmen, onu isteyerek muhtaçlara dağıtabilir, yeme, içme ve başka ihtiyaçların sahibi olmasına rağmen onları sınırlandırabilir, oruçlu zamanında tümüyle onlardan uzak durabilir. Haram olarak kabul ettiği eylemleri tümüyle terk edebilir. Bütün bu bilinçli seçimleri nedeniyle insan kendi mertebesini arttırır, insaniyet yolunda hızla ilerler. Adeta bu bilinçli seçimleri nedeniyle insaniyetini tamamlar.
İnsan evrendeki yerini kavrar, anlar bilinciyle, yapacağı işler hakkında karar verip vermemekte özgürdür, nihayet o eylemleriyle yeryüzünü imar eder, bilim ve sanat alanında birikimler ortaya koyar. Bu üç ana vasfı doğrudan insanın akli yeteneği ile ilgilidir. İnsandan seçme yeteneği alınırsa “insandan insan alınmış” olur. İnsanı ilahi Cebr karşısında bir aygıt gibi tasavvur eden Cebriye ekolü ister istemez, insanın bu insaniyet tarafına “kıymıştır”. Hafız’ın (1326-1390) : Ezeli kısmeti paylaştırmayı, bizim yokluğumuzda yaptıklarına göre,
Azıcıkta rızaya uygun değil diye sızlanıp yakınma…
Veya Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın (1703-1780) : Mevla görelim neyler,
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif anı seyreyler
Mevla Görelim neyler,
Neylerse güzel eyler… Cebriye anlayışına verilebilecek örnekler arasındadır. İnsan bilincini, seçme iradesini/hakkını, iredi olarak seçtiğini yapma uygulama becerisini hiçe sayan, insanı insandan çekip alan onu yalnızca bir seyirci, etkisiz bir varlık durumuna indiren bir anlayıştır.
Ustad doyurucu bir yazı, çok teşekkür ediyoruz.
Ağustos 14th, 2011 at 20:43Rahmetli ŞERİATİ'nin "beşer"likten "insan"lığa geçişini hatırladım. Lezzetliydi vesselam.
Eyvallah üstadım teşekkür ederim. Bu yazı için faydalandığım kitaplardan birisi de onun kitabıdır. allah ona da diğerlerine de rahmet etsin. teşekkürler. Selamlar.
Ağustos 14th, 2011 at 21:12