İnsan Kimliğimle Yazıyorum
Ruhumuzun resmidir Sanat ve Edebiyat… Soyuttan somuta geçiş yaparak giriyor insan hayatına İlahi bir lütuf olarak… İnsan, sanata ve edebiyata adım attığında hayran kalıyor kendi ruh resmini seyretmeye. Onunla öyle bir ünsiyet kuruyor ki, bir süre
sonra onsuz hayat olmazmış gibi geliyor, sahibine. Kaynağının nereden geldiği belli olmayan bir pınara benziyor o. Harika bir dünyanın içine çekiyor insanı. Onunla hemhâl oldukça, ne yalnızlık duygunuz kalıyor ne derdiniz ne de bir sorununuz. Hayat meşgalesi küçülüyor, gaile tüy hafifliğinde omzunuzda zevke dönüşüveriyor…
İşin başındayken ruhunuza kasvet veren olaylar, kişiler, şehirler ve bunun gibi ne varsa, bu güzel uğraşlar sonunda öyle küçülüyor ki; uçaktan yeryüzünü seyreder gibi seyrediyor insan kendi sorunlarını.
Yazarken, çizerken, düşünürken zamanla kuralları öğreniyorsunuz. Neyi nereye, nasıl koyacağınızın tekniğini alıyorsunuz. Teknik ressam gibi teknik şair, teknik yazar olabiliyorsunuz. Zaman içinde çalışmalarınızdan kendi ruhunuzun resmi flûlaşıyor. Yerine başka resimler girebiliyor… Kendinizden öyle bir uzaklaşıyorsunuz ki, tüm sorunları evrensel veya toplumsal boyutta düşünerek başkalarının sorunlarının içinde bulabiliyorsunuz kendinizi. Ve sizinle bağlantısı olmayanların bile sorunlarını, düşünce ve hislerini çalışmalarınıza dökmeye başlıyorsunuz.
Okuduğunuz bir yazı kahramanının, bir arkadaşınızın, akrabanızın yerine kendinizi koyarak; derdi derdiniz oluveriyor ve siz onu resmetmiş olabiliyorsunuz kâğıda… Veya çok önce yaşamış ve geçirmiş olduğunuz bir olayı hayal edebiliyorsunuz. Eskimiş ve güncelliğini çoktan kaybetmiş olsa da bir başkasının yaşamından yola çıkarak onu yeniden hatırlayabiliyorsunuz. Ve resmetmek istiyorsunuz. Hayal ve ruh âleminizin şekli, yorumu değişerek kişisellikten toplumsallığa doğru yürüyor.
Hislerini resmetmek için yazar,
Yazarken de düşünür insan…
Düşündükçe büyür muhayyele ve ufuk.
Bakar asumandan yeryüzüne o zaman…
Başkalarını yansıtırken, sosyal tepkilerinizi ve kendi bakış açınız doğrultusunda anlatabilirsiniz bunları. Başka türlü olması mümkün değil zaten… Başkasının penceresinden bakmaya çalışmak, onu anlayıp anlatabilmek için ne kadar uğraşsanız da işin içine kendi görüşleriniz mutlaka girecektir. Bazen net, bazen flû olarak…
Siz kendinizi rahatlatmak, sosyal sorunlara parmak basmak açısından bakarak içinizden gelen sorunları yazarsınız ama okuyucu tarafından farklı algılanabilme riski vardır bunun her zaman…özellikle şiirde..
“Parası olandan para çekmek, yoksa emeğini yemek gerek” zihniyetiyle gerçekleşen bir olay dikkatimi çekmişti. Maalesef çok yaşadığımız bir olay olması hasebiyle etkilenmiştim ve kendim yaşamışım gibi bir şiir döktürmüştüm. İlk kıtasında:
Çıkarsız sevgilere yüreklerde yer mi yok?
Ya cepten ya bedenden bekleniyor menfaat
Almadan vermede ki lezzeti gönlüne sok!
İnsansan insanlıktan, yoktur büyük mükâfat… demiştim.
Bu şiirdeki “beden” kelimesi cinsel taciz ve tecavüzü çağrıştırmış bazılarına… Oysa ben emeğin sömürülmesi manasında yazmıştım…
Paylaştığım şiir sitelerinde tanıştığımız iki arkadaşımın mail ve telefonla durumumu merak ettiklerini öğrenince şaşırmıştım. Hele çok yakın bir arkadaşım: “kim seni böyle örseledi? ! ” diye merak ederek sorunca; bu tür çalışmaların riskli boyutunu anlamıştım, Türkçe’mizin esnekliğine hayran kalarak… Yarayı kendi içinde hissedemeyen kişi, kelimeyle veya fırça ile resmedemez hiçbir ruhu... Başkasının yarasını anlatırken, şiir dilinin estetiği açısından olayın kahramanı siz olursunuz zaten.
Şair bir albaya şiirlerinin konusunu sorduğumda, “ne yazacağız kardeşim? Aşk, sevgi şiiri yazınca koskoca adam hem de evli barklı diyorlar. Ben de ne yapayım, yazı yazma isteği içimde kaynadıkça ona buna ver yansın ediyorum, taşlama yazıyorum genellikle” demişti.
“Hem aşktır her işin temeli” diyoruz, hem “sevgi toplumuyuz” diyoruz. Mevlanalar,Yunuslar yetiştirdiğimiz için övünüyoruz. Dünya sevgi üzerine kurulmuştur diyoruz hem de korkuyoruz bu varlıktan nedense?.. Her sevgi sözünün ardında gayri meşruluk veya belden aşağılık düşünmeye alışmış bir toplum muyuz? Diye düşünmekten hicap duyuyorum… Halbuki sevgi ve aşk şiirlerinin yazılma oranı arttıkça toplumumuzdaki kaoslar azalacaktır. Taşlamaların, haşlamaların artması bizi kine, ihtirasa, intikama sürükler. Bu bilincin artmasını, yayılmasını diliyorum...
Şiirlerin konusu bizi çeşitli siyasi görüşlere yamama riski taşıyor ayrıca.
Kadın sorunlarını ele alan şiirimi okuyan bir gruptan devrimci yürüyüşlerine ve derneklerine davet ediliyorum “devrimci, emekçi kardeşim! ”diye hitap ediliyorum.
Bir satır ilahi, mistik duygu içerse şiir; yağmur gibi yorum yağıyor. Ve tarikatçıların sitelerinde yayınlanıyorum. Guruplarına davet ediliyorum.
Kadın sorunları birilerinin tekelinde, milli duygularımız başkasının, dini inancımız bir başkasının v.s. Hepsini birlikte yaşayıp hissetmek, ele almak bir vatan evladı için mümkünsüz mü?
Edebiyatın edep kökünden geldiğini bilerek, ayrımcılığın en büyük edepsizlik olduğuna inanarak hareket etmeliyiz. Ben değil biz olmayı bilmek; bir bayrak altında birlikte çözüm aramak olmalı hedefimiz... Kucaklayıcı ve toparlayıcı olmak birinci vazifemiz olduğunu düşünerek, kısacık ömrümüzü insanca değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.
***
NE SÖYLENİR BİLMEM Kİ!
Çıkarsız sevgilere yüreklerde yer mi yok?
Ya cepten ya bedenden bekleniyor menfaat
Almadan vermede ki lezzeti gönlüne sok!
İnsansan insanlıktan, yoktur büyük mükâfat
Doğru yolu görene, eksik önem verilir
Eğri büğrü yollarda yürümesi kolay mı?
Menfaatin peşinde, sevgi yere serilir
Ah alarak yürümek, övünecek olay mı?
Hangi lügate kaçmış güven denen kelime?
Kim, nerede, ne zaman, ne fayda edinecek?
Çeker güvensiz yollar, bir öte bir beriye
Sarsıntının hesabı ne ile ödenecek?
Sahte kimlikler ile çıkarının kârı ne?
İnsan doğarsın ama, insan kalmak önemli
Ne söylenir bilmem ki! Yeter mi ki söz hece?
Sebep olduğun bunca güzel gören göz nemli
Elde ettiğin çıkar, mezarını deşmeden
Kâr zarar hesabında sonucunu hesap et!
En âli değerlerden ehven hale düşmeden
Maskenin ardındaki kimliğinden hicap et!
Asuman Soydan Atasayar