İnsan, Hayat ve Ahlak
Hayatı güzelleştiren insandır. İnsanı güzelleştiren güzel ahlaktır.
İnsana hayat veren canlılıktır. Cana can katan sevgi, aşk, muhabbettir.
İnsanın kendini sevmesi bereket, başkalarını sevmesi rahmettir.
Rahmete bereket insandır. İnsanın birbirini sevmesi insanlıktır. İnsanlık Rahmana yakınlıktır.
Rahman’a yakınlık, insanın birbiriyle yardımlaşmasıdır. Yardımlaşmak için insanın çalışıp kazanıp üretmesidir. Ürettiğini paylaşıp büyütmesidir.
Sevinç içinde çalışıp kazanıp üretip paylaştıklarını yer içerlerken de birbirlerine karşı samimi duygularla yaklaşıp sevecenlik içinde nazik ve kibar olmaları da yine onlar için en büyük lütuf, en büyük şefkat, en büyük merhamet göstergeleri olacaktır.
İnsan hayata nasıl bakıyorsa; öyle görür. Nasıl düşleyip, nasıl hayal ediyorsa; öyle de öyle yaşar.
Demek ki; İçinde yaşayıp var olduğumuz hayatı, güzelleştirip, çirkinleştirmek az çok bizim elimizde.
Nasıl mı?
Allah bize baş verip, onu vücudumuzun en zirvesine koymadı mı?
Bize akıl verip oku demedi mi?
Okuyup öğrendiklerini iyi düşün demedi mi?
Bize hayatın kodlarını verip, nasıl yaşayacağımızı öğretmedi mi?
Peki, o zaman neden yaşamadık. Ya da doğru yaşamamamızın sebebi neydi..!
Kendimizi yapışkan ve sümüksü bir damla çamurdan yaratılıp var edilişimizi çok çabuk unutup, büyüklenip, kibirlenerek her şeyi biz bilir, biz yaparız havasıyla burnumuz bir karış yukarda yaşarken hepimiz dünya içinde kaybolup gidişimizi seyrettik.
Neden mi?
Bizim yaşayacağımız hayatı bize hiç sormadan, bizi daha iyi bir okula gönderip, daha iyi bir öğretim ve eğitimden geçerek daha iyi bir hayat yaşamamız için bizi birbirimizle atlar gibi, sırtımız, aşağılanıp küçülme korkusundan kurtulmak için köpük köpük ter içinde kalıncaya kadar birbirimizle haksız rekabet içinde yarıştırıp koşturdular. Hiç birimize yaratılışımız gereği yetenek ve kabiliyetimizi sormadılar. Kazandığımız her yarış / her sınav sonucunda ağzımıza bir şeker verip bir sonraki yarışa hazırladılar. Kaybettiğimizde de ya azarladılar. Ya da birbirimizle kıyaslayıp küçümseyip ayıplayıp küçültüp hakir gördüler.
Bu arada elbette doyasıya gülüp oynayıp zıplamadan çocukluğumuz kaybolup gitti. Şimdi oynamam için geriye kim getirebilir. Çocukluğunu yaşamayanın gelecekte meslek açısından başarılı bir hayatı olsa bile gerçek yaşamda mutluluğu hiç düşünülmedi. Hayat sadece mesleğe yönelik başarı itibar sanıldı.
Orta yaşlılıkta da ana babamızın baskısından kurtulup özgür bir hayat yaşayacağız derken, bu seferde iş, güç, geçim derdi başladı. Ardından evlilik, eş ve çocuk derken sosyal hayat başladı. Görev ve sorumluluklar arttı. Hayatın yükü çoğaldı.
Daha sonraki yaşamında da yine insanı rahat bırakmıyorlar. Sanki kendileri doru dürüst bir hayat yaşıyorlarmış gibi, seni de mutlaka o hayatın içine ister istemez sokuyorlar. Kendileri gibi, seni de zorla o hayat kalıbına alıyorlar. İşte o andan itibaren hayat bitiyor. Çünkü artık sen de tek renkli bir hayatın içindesin.
Bu yaşamın ve yaşadığın çevreye göre değişen bir hayat şeklidir. Yani ya iyi, ya kötüsün. İyiysen iyilerlesin. Kötüysen kötülerlesin.
Yani bu sefer de hayat, cennet cehennem arasında bir yarışa dönüyor. Ya hayatın akışı içinde iyi yerde olup, iyi yerden sürekli iyiyi oynayıp sevap kazanacaksın. Ya da has bel kader kötü başladığın hayat içinde kötü olup sürekli kötü oyun oynayarak günah içinde bir hayat yaşayacaksın.
Hani kendi özgür iradenle oluşturup yaşadığın bir hayat yok. Koca bir ömür gelip geçti. Ama sende hala ne huzur, ne mutluluk var. Artık elde etmen de imkânsız. Ama kendi seçimin olmadan başkalarının seçip yaşattığı koca bir hayatın tüm sorumluluğu ölürken senin üstünde.
Hadi sindir, nasıl sindirebiliyorsan.
Hiçbir zaman bize aklımızı kullanıp, kendi kendimize okuyup öğrenip düşünerek doğru yaşamayı öğretmediler.
Kendileri hep çıkar içinde kötü ve yanlış yaşayıp, bize de kendilerinin yaşamadıkları bir hayatı yaşamamızı önerdiler. Ancak bize sizler güzel yaşayın diyerek, kendilerinin yaşayıp yapamadıklarını bize söyleyerek yaşamaları bize inandırıcı gelmediğinden bizleri de bu onursuz ve erdemsiz yaşamın peşine takıp tüm hayatlarımızı kararttılar. Çünkü bizleri ya hep çocuk yerine koyup yarıştırıp avuttular. Ya da cennet cehennem korkusuyla yaşatıp, hayatın tadına vardırmadan koca bir ömrü anlamsızca tükettirdiler.
Halbuki bize akledip düşünmemizi, düşündüğümüz hayatı doğru algılayıp, doğru yaşamamızı öğretselerdi, bu gün hiç birimiz ne mutsuz olurduk, ne de mutsuz bir hayat yaşardık. Ne ölümden korkardık. Ne de gelecekteki ahiret hayatından kaygı duyup telaşlanırdık.
16.02.2014
Cahit KARAÇ