İnancın Taşı Erittiği Şehir
“Mardin içinde birçok din ve mabet eşzamanlı olarak varlığını sürdürmekte. Burada insan kendini zaman tünelinde son derece hızlı bir yolculuk yapıyor gibi hissediyor. Objektifinize takılan din, kültür, ırk, mezhep an be an değişiyor. Her silüette farklı bir anı, tarih, birikim farklı bir hikâye var. Oturup bir taşın üzerine gelene geçene bakmak bile nasıl bir tat bırakıyor dimağınızda bilemezsiniz.”
Mabetler Şehri Mardin
Mardin adeta mabetler şehri, başınızı ne yöne çevirseniz bir dinin kutsandığı, yaşatıldığı mekân karşınızda beliriyor. Hepsi ayrı ayrı son derece güzel, tılsımlı ve hayranlık uyandırıcı... Kulluk etmeyi beceremese de ibadethane yapımında titiz, usta ve alkışa şayan insan-ı beşer. Bu ibadethanelerden bazısı ziyarete açık, bazısı ise kapalı durumda... Yüksek duvarların ardından tüm ihtişamıyla sizi selamlayan yapıları merak ediyorsunuz. Mor Şimuni Kilisesi de bunlardan biri. Süryani Kadim Kilisesi olan yapı Tanrı’ya inancı yüzünden yedi çocuğuyla beraber öldürülen (Azize) Şimuni adına yapılmış. Mardin’deki kültürel çeşitliliğin yansıması olan Süryanilerin Asuri ya da Arami kökenli olduğu söylenmekte. Pagan kültürlerin hâkim olduğu dönemlerde güneşe tapan Süryaniler Hıristiyanlığı kabul eden ilk topluluk. Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde, ibadetler için mağaralar kullanılmış. Şu anda ise bölgede çok sayıda kilise ve manastır bulunuyor.
Gece Vakti Gerdanlık Gibi Işıldayan Bir Şehir
Kent geceleyin de görülmeye değer. Mardin ışıkları geceleyin bir gerdanlık biçimini alıyor. Şehir ışıklarını görebileceğiniz Erdoba Konakları’nda elmalı nargile ve mırra keyfi yapabilirsiniz. Hıristiyanlar ile Müslümanların son derece hoşgörü içinde kaynaştığı bir kent olması bakımından da örnek gösteriliyor. Bu nedenle, inanç turizmi açısından öneme sahip. Yurt dışı gezilerinde koştur koştur diğer dinlerin mabetlerine gidersiniz. Bir yandan da cami özlemi içinizi yakar, kavurur. Mardin bu anlamda bulunmaz bir nimet. Diğer dinleri tanırken, ezan sesine hasret kalmadan, yanı başınızda bulunan camide namazlarınızı ifa edebiliyorsunuz.
Dar Sokakların Çatısı Abbaralar
Sokakla evin, kamusal alanla özel mülkiyetin bir arada durduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kapı-altı olarak bilinen geçişler Mardin’in karakteristik özelliklerinden biri. Özellikle aynı ailenin farklı parsellerine geçişi sağlayan abbaralar sokakları da birbirine bağlıyor. Ev sahibi ailenin adıyla anılan abbaralar, aynı zamanda buluşma yerleri. Eğime dik ya da paralel olarak konumlanabilen abbaralar genelde kabaca işlenmiş moloz taştan sivri, basık ya da yuvarlak kemerli olarak yapılıyor. Daracık sokakların üzerindeki odacıkların altından geçerken “aç kapıyı bezirgân başı” oynuyor gibi hissediyor, hangisinden geçerken sizi kapacak merak ediyorsunuz.
Ne Yenir, Ne İçilir?
Yolda durup tek batırımlık badem şekeri alıyoruz. Görünürde pek ahım şahım değil ama lezzeti bir o kadar gösterişli. Her yerde bulamayacağınız badem şekerinin içindeki nefis badem ben buradayım diyor. Mardin yemeklerine gelince; içli köfte ve şemburek denilen kapalı lahmacunu meşhur. Ayrıca şeker leblebisi, fıstıklı pestili ve Mardin’in çok özel yöresel yemekleri mevcut: Özellikle kıbbe, çiğ köfte, keşkek, zerde, cevizli sucuk, helva çeşitleri, cevizli tatlılar yenebilir.
Kanser Oranı Büyük Kentlerde Neden Daha Fazla?
Mardin Kayseriye Pasajı’nı geziyoruz. İstanbul kapalı çarşı gibi rengârenk, cıvıl cıvıl bir ortam... Daracık sokaklardan ana caddeye doğru uzanırken yol boyu çoğunda soğutucu dahi bulunmayan kasaplar dikkatimi çekiyor. Etler demir halkalara asılmış, ortada salınıyor. Ciğer, işkembe, sucuk, et hepsi bir arada kardeşçe müşteri beklemekte. Avrupa birliği kriterlerine son derece uyumsuz bu ortamda şu soruyu soruyorum: Açık alanda etlerin üzerine konan sinek, toz ve mikroplardan veryansın eden biz, kanserojen naylon poşetlerle sarmalanmış, paketlenmiş ürünler ne derece sağlıklı bilebilir miyiz? Paketlenmiş ürünler sağlıklı ve hijyenikse şayet, kanser oranı büyük kentlerde neden daha fazla, bana izah ediverin bir zahmet!
Yazın Toptan Yıkıyoruz!
Mardin’in 3 kilometre doğusunda bulunan Deyrulzafaran Manastırı tarihte bir dönem dünya Süryanilerinin patriklik merkezi olmuş. Manastırı mimarisiyle bölgedeki diğer manastırlara örnek teşkil ediyor. Manastır, 4. yüzyılda kurulmuş ve dönemden kalma mozaikler bugün de görülebilmekte. Canlı bir tarih görünümünde olan manastırın en büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani Patriğinin mezarının bulunması. Taş duvarların üzerinde isimleri yazılı. Biri öldüğünde duvarı oyup nasıl koyuyorlar anlayabilmiş değilim. Anlamadığım bir diğer konu olan vaftiz ritüelini soruyorum: “Bu soğuk havada çocuklar yıkanınca hasta olmuyor mu?” diyorum. Rahibin cevabı kısa ve öz: yazın toptan yıkıyoruz.
Hepsi Birbirinden Güzel ve Makul Fiyatta
Bilet alıp içeri giriyoruz… Müze kart burada da geçiyor, o nedenle ben transit geçiyorum. Belli aralıklarla rehber eşliğinde manastır geziliyor. Rehberi beklerken hediyelik eşya satışı yapan bölmeye uğruyoruz. Buradaki yüzükler kadın olanın aklını başından alacak cinsten. Özellikle Telkari işlemeli olanlar yöreye özgü, hepsi birbirinden güzel ve makul fiyatta. Manastır Hıristiyanlıktan önce bölgede hâkim olan Pagan inançlarından güneşe tapan Şemsilerin mabedinin üstüne inşa edilmiş. Mahzenine indiğinizde güneşin doğduğu yönde açılmış pencereleri olan son derece basık, karanlık bölme ilginç geliyor. Nasıl ibadet edilir güneşe, nasıl ritüeller takip edilir merak ediyor insan.
Güneşe Nasıl Tapılır?
Güneşe tapan Şemsiler güneş doğarken önünde 3 kez eğiliyor. Evlerinin kapıları doğuya bakıyor, öküze ve ineğe saygı duyuyorlar. Belki de bu nedenle bölgeye bu dinin Hindistan’dan geldiğine dair rivayetler var. Vaftiz ve günah çıkarma onlarda da var. Dini kitapları yok, türkü ve şarkı söylemeyi çok seviyorlar. Günahlarının saçlarında toplandığına inanıyorlar. O yüzden birisi ölüme yaklaştığı zaman, saçlarını sakallarını kıllarını koparıyorlar. Aslında ölümü böylelikle barbarca hızlandırıyorlar. Ölecek kişinin boğazından biraz likör dökmekle ölüme daha çabuk ulaşacağına inanıyorlar. Bu tarikatın üye sayısı çok az. 50 civarında aile oldukları düşünülmekte. Hepsi Mardin çevresinde çok fakir bir durumda yaşıyorlar. Şemsi kadınlar beyaz bir kıyafet giyiyor. Haklarında daha fazla bilgi bulmak çok zor; putperestlikle suçlanmaktan korktukları için pek fazla ortaya çıkmıyorlar.
Sümerlerden Selçuklulara, Bizans’tan Osmanlıya…
Osmanlı idaresine geçinceye kadar Eyyubi, Abbasi, Şaybani, Hamdani, Mervani, Artuklu, Karakoyunlu, Selçuklu, İlhanlı, Akkoyunlu ve Safavi gibi çeşitli devlet, hanedan ve aşiretlerin hâkimiyetinde kalan kentte, en büyük eserleri Artuklular bırakmış. Manastır dört küçük kilise, Şemsi Tapınağı, patrik, metropolit, rahiplere ait özel divan ve odalardan oluşmakta. Deyrulzafaran Manastırı diğer kiliseler ve hatta camiler aynı taş işlemeciliği, aynı mimari ve aynı etkiyi yapıyor. Sümerlerde Selçuklulara, Bizans’tan Osmanlıya uzanan bir süreç… Selçuklu mimarisine ayrı bir hayranlığım vardır. Buranın dokusunda da genel olarak aynı hava hâkim. Sadeliğin ihtişamı hissedilir, basit olanın ağırlığı, gücü ve heybeti… Yapılar gerektiği kadar süslenmiştir sanki, ne bir eksik ne bir fazla rötuş vardır. Makyajla güzelliğinin önüne geçilmemiştir. İşlevsel, duru, saygın bir karakteristiği vardır.
Ortaçağ Kenti Midyat
Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin’den yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta. Mardin’e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırıyor. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat’ta. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyor. Mutlaka izlemelisiniz. Midyat’ta meşe, bitim, antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştiriliyor. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktası.
Ağlamadan Namaz Kılınmıyor Bu Mescitlerde
Önemli bir İnanç Turizmi merkezi olan Mardin’de merkezde Ulu Cami’de namaz kılmak tarifi zor hisler uyandırıyor. Hele ki sizden başka kimsenin olmadığı Zinciriye medresesinin Mezopotamya’ya kuş bakışı manzaralı camisinde ağlamamak imkânsız. Elle oyularak yapılmış işlemeler, kapının kirişinde sadece namaza gelenlerin ayak basmaları ile oluşmuş çukur, binlerce yıllık mekânda ibadet etmek, gelmiş geçmiş tüm müminlerin orada yaptıkları duaları hissetmek sebepler dairesinde kendine yol arayan her aç zihinde tevekkül etkisi yapıyor.
Kadrolu Eşek Boğazımı Sıkıyor
Araç trafiğinin mümkün olmadığı bu sokaklarda, belediyenin çöp toplama işleri, bir çöpçünün idaresindeki iki eşekten oluşmuş birimlere bırakılmış. Kadrolu eşekler dar sokaklarda görevlerini ifa etmekte. Kar beyaz bir eşeğin yanında resim çekilmek üzere duruyorum. Önce uzun uzun süzüyor beni. Akabinde şalımı ısırıp çekmez mi? Boğazımı sıkan eşeğe kızgınlıkla son derece saçma bir hakaret ederek, nesebini hatırlatıyorum.
Dinlerin Buluştuğu Şehir, Mardin
Rengârenk giyinmiş Arap kültü bir kadının gözlerinde, puşi bağlamış merkebiyle sebze taşıyan bir çocuğun o yaşında oluşmuş kaz ayaklarının derininde, bir rahibin sessizliğinde ve saklamasında zihnindekileri, bir Türk’ün korkusunda, bir ‘Kürd’ün zılgıtında, bir Zerdüşt’ün gizeminde, bir Şia’nın, bir Sünni’nin inancında kendini tarif edebilmek. Onların farklılığında kendi farkını taltif edebilmek. Hayatı becerememenin ezikliğiyle uluorta savunmasız çığlık çığlığa her hangi bir nedene haksızca saldırabilmek.
Durdurun Dünyayı Başım Dönüyor
Zihin koridorlarında dörtlüleri yakıp, kenara çekmek diye tarif edebilirim Mardin seyahatini. Kapılıp gitmeye izin yok karşınızda Mezopotamya tüm cüretkârlığı ve cazibesiyle serili durmaktayken. Dünyanın hiçbir ülkesi bu tadı, bu hissi vermez veremez, yaşatmaz, yaşatamaz söyleyeyim size açıkça ve netçe. Kendine bakmayı sevmez insan, böyle ayna tadında diyarlar gününü gün etmeye meyyal bünyelerde antioksidan etkisi yapabilir.