İman-Amel İlişkisi
İman ve salih amel birlikteliğinin İslam âlimlerini epeyce meşgul ettiğini bilmeyenimiz yok gibidir. O kadarki “iman ancak salih amel ile bilinir” neticesine varan çok sayıda âlim söz konusudur ve bunlar iman ve amelin ayrılmazlığını temel ilke kabul etmişlerdir.
İmanın ne olduğunu anlatıp bildiğinizi tekrardan kaçınarak;
Hemen belirtmemiz gerekir ki iman ile bilgi aynı şey değildir. Zira bilginin doğrulanabilirliği ve yanlışlanabilirliği mümkün iken inanç veya iman için böyle bir imkânı bulunmamaktadır.
İslami literatürde en kestirme ifadesiyle iman, (iman konularını) “kalb ile tasdik” “kalb ile tasdikten sonra dil ile ikrar” ya da aktüel ifadeyle ‘katışıksız kesin inanç’, ya da “(dinin) doğru bilgilerinin doğrulanmışlığını[1] bütün kalbiyle tasdik ‘diliyle ikrar’ edilmesi” şeklinde ifade edilebilir. Yani bütün şüphelerin bertaraf edildiği, ruhun, vicdanın, kalbin kısacası anlama, kavrama ve karar veren melekelerin dingin bir şekilde bilgi ve inancın kesin ve mutlak şekilde kabulüdür iman. Bu yönüyle iman bilme(k) ve inanma(k)tan farklılık arz eder.
Konumuz imanın kabul edilmesinin şartları olmadığı için bu zeminde tartışmayı uygun görmüyoruz. Elbette bütün inananların taklidi imanı yeterli görmeleri mümkün olmamıştır. Ancak bu tür inanışla yani sathi/taklidi, duydukları ile yetinip inananların beyanına itibar etmeyip iman-inanç durumlarını sorgulamak şahsen haddimiz olmadığını belirtmek isterim. “İnanan herkesin inancı kendine(göre)dir” prensibi gereği kimsenin inancını sorgulama, kabul veya reddetme biz insanların hakkı ve kârı değildir.
Ancak imanın sahihliği konusunda erken dönem âlimler ve çağdaş ilim adamlarından bazıları (ör. İbn-i Teymiyye, Prof. İlhami GÜLER) taklidi imanın kabul edileceğine dair görüşlerin ciddi bir yanılgı olduğunu ifade etmektedirler.
“… bir çok ‘büyük’ Ehl-i Sünnet alimi taklidi imanı caiz görmüş ve meşrulaştırmıştır. Mutezili âlimler, Maturidi, İbn Teymiyye ve Davud ez-Zahiri gibi âlimlerin gayretleri bir işe yaramamıştır; Gazali kitleleri ‘teslimiyet’ ve ‘taklide’ teslim etmiştir.”[2] Taklidi iman konusunun tartışmalı olduğunu belirttikten sonra beyanı esas almak kaydıyla diyoruz ki:
Her kim kendisini nasıl ifade ediyor ise öyledir. Ancak insanlara yansıyan boyutu olan ilişki ve eylemleri (amel) sorgulanabilir.
İnancın insan üzerindeki etkilerini Wittgenstein[3] “inanç toptan bir bağlılığı gerektiriyor ve hayatın her alanını en derinine kadar etkiliyor” diye ifade etmektedir.
Doğrusu tarih boyunca insanoğlu inancı gibi yaşamış/amellerde bulunmuştur. Kim nasıl, neye, hangi nispette inanmış ise yine o minvalde yaşamıştır. Ancak bu inanç-amel birlikteliğinin doğruluğunu (makbul) ve yanlışlığını yine ancak insani ilişkilerde (hak-hukuka riayet konularında) belirlememiz mümkün olabilmektedir. Hemen hemen bütün âlimler imanın amel üzerinde etkili hatta temel belirleyici olduğunu söylemektedirler. Kanımca da doğru olan ölçü insan/kişi nasıl yaşıyorsa öyle inanıyordur. Yoksa inancının hilafına yaşaması (amel etmesi) kimilerince ikiyüzlülük, kimilerince münafıklık, kimilerince zayıf imanlılık vs. olarak itham edilir ki bu yine bizleri inancın şiddetine kesinlik/takvalılık derecesine sevk eder. Bu durum da ‘iman amel üzerinde temel belirleyicidir’ prensibini doğrulamaktadır. Tabi bu iman sahibi yanlış yapmaz, günah işlemez, hataya düşmez anlamına hiçbir zaman gelmez, gelmemelidir. Zira peygamberlerin bile düştükleri bazı durumlar vardır ki bizler bu durumu ifade ederken onlara hürmete binaen zelle (küçük yanılgı, yanlış, hata) diyoruz. Yoksa yeryüzü hatalar diyarı olmakla mamur olmaktan mahrum olacaktı.
Değil mi ki “biz günah işlemeyen bir topluluk olsaydık yerimize günah işleyen bir topluluk halk edilecekti”.
Bu sebeple hataların, günahların imanla ciddi bir bağı var ise de kimi ekollerin iddia ettikleri gibi “bir yekdiğerini bertaraf eder”liği bizce haklı bir gerekçeye dayanmamaktadır.
[1] Dr. Hanifi ÖZCAN, Epistemolojik Açıdan İman adlı eserinde imana giden süreci ilgi, şüphe, zan, inanç (belief) ve iman (faith) olarak ileri sürmektedir.
[2] Prof. İlhami GÜLER, İtikattan İmana (Ankara Okulu Yayınları 2009) s. 9.
[3] Estetik, Ruhbilim… üzerine derlemeler ve söyleşiler. (Dini Araştırmalar 6/16 s. 89)
Dört ayrı bölgenin bilgisayarlarından okudum. Sayac yine arızalı. Okuma sayısı 1. Buna bir çare bulmamız kaçınılmaz oldu.
Mart 29th, 2011 at 13:55Ahmet Bey,
Mart 29th, 2011 at 16:43Ben denedim, yazıyı açtım hatta bu vesile ile okudum. Sayaç 13 ü gösteriyordu. Yineledim ama 13 te kaldı. Sistem alt yapısı otomatik güncellenince yazı sayacı tekil IP ye göre ayarlanmış. Yani aynı bilgisayardan değil farklı bilgisayar da olsa farklı IP olmadan sayaç artmıyor. Bunu çoğul IP ye ayarlıyorum ben. Ama her sistem güncellemesinde tekrar tekil IP ye dönüşüyor.
Bilgilerinize.
Yazıyla ilgili olarak: "lime tekulune mâ lâ tefalûn... der Kur'an. Bu minval üzre yazınız doyurucuydu.
Ama daha farklı semtlerde açılmalara rağmen sayaç 13 değil 8 :)))
Mart 29th, 2011 at 19:17Değerli ve anlamlı ayet/yorum için de teşekkürler üstad...
Nasıl olur, bende 18 görülüyor ((
Mart 29th, 2011 at 20:52