İlm-i Siyaset, İnsan – ve Kâinat
İnsan, Rab’i yeryüzü, uzay ve evrenin/kâinatın her tarafında temsil ve ilzama yetkili ve görevlidir. O’ndan sonra “kutsal” olan tek varlıktır. Bu kutsiyet ve hususiyet İnsan’a yeryüzü yaşam boyutunda “özgür olma” hakkını tanır. Adalet ve ahlâkta yüksek olma sorumluluğunu yükler. Yani, sıradan İnsan, iyi/kötü her istikamette serbest davranış, dilediğince tasarruf, hak, inisiyatif yeteneğinin yegâne sahibidir. Bu özgürlük başka bir canlıya asla tanınmamıştır.
Form bağlamında İnsan hariç bütün canlıların tabiatı mahduttur. Basit bir anlatımla: At’a et, it’e ot yedirmek mümkün ve kabil değildir!.. Ki, bu gerçek, çağımızda en iyi ve en derin biçimde materyalistlerce bilinir. Bu nedenle yakın çağın vebası, felâket ve lâneti: İnsan ve kütük arasında esaslı bir fark göremeyen, manâyı ret ve inkâr eden bakıştır. Bu bakışın güncel versiyonu Yahudi uşak Darwin, Hegel, Marx, Engels vasıtasıyla hayat bulmuş; Kökeni insanlık tarihi ile eş, eskilere dayalı iyilik, erdemlilik, adalet ahlâkı, hukuk ve dürüstlük karşıtı satanist, pagan bir akımdır. Bu nedenle Müslümanlık; İnsani boyut ve bilinç toplumunun kendini açıklama/ifade biçimi olmakla; Salt iyilik, ilmîlik ve erdemlilik “hak güçlülüğü’nün” konumsal üst yapısını teşkil eder. Bunun daha da üstü: “Hazreti İnsan” mertebesidir.
Hazreti İnsan; Canlı form’un en yüksek varlığı ve insanların gerçek efendisidir.
Hazreti İnsan’lara genellikle, Veli, Evliya, Kanaat Önderi ve Mürşid-i Kâmil denilir!..
Bu gerçeklik, maziden günümüze bütün Türk Uluları tarafından bilinir ve ulusun en kudretli, adaletli, hüküm ve hikmet sahibi dönemleri; İman ve amelde yüksekliklerine paralel bir devlet olarak tezahür ederdi. Özellikle 800’lü yıllardan itibaren ve tedricen İslâm’ın hamisi ve bânisi olan Türk Milleti; Binlerce yıldır süregelen “medeniyet ve adalet güneşi” vasfını bu himmet, hamiyet ve azimetle 1700 yılına kadar şeref ve şânla sürdürmeyi başarmıştır.
1700, Türk milletinin İslâm’dan, tedricen cehalete inkılâp ettiği noktadır.
Duraklamanın en önemli nedeni dini ve ilmi terk, tefrika, kibir ve riyakârlıktır.
Samimi dindarlık bu noktada yozlaşmaya başlamış, buna muvazi olarak ibre tersine dönmüş, liderlik, efendilik, hâkimlik ve hükümranlık bitmiş, akabinde tekâmül durmuştur!.. Din ve imandan nasip almamış cahiller, nam ve unvanları Prof. da olsa bu sırrı bilemez, idrak edemez, çözemez ve anlayamazlar. Nitekim!..
Sadece 33 yıl sonra (1734) Osmanlı devletinde başlayan “gerileme” bütün Türk, İslâm ve insanlık âlemini derinden sarsmış, adalet güneşi batmış, evrensel hukuk onarılmaz yaralar almış ve Osmanlı’nın sükutu ile “satanist, ateist, pagan = vahşi kapitalist/emperyalist” güruh, özellikle Müslüman milletler üzerinde esaret, asimilâsyon, köleleştirme, sömürü ve zulmünü arttırmış;, Önünde yegâne engel gördüğü Türk lider, kurucu önder Atatürk’ü öldürtmekten de kaçınmamıştır. İşin garibi, bu dinsiz taife; Tarih içinde sistematik bozulumlarla tahrif ettikleri, asılsız ve anlamsız dinlerine tam bir fanatizmle sarılarak başarıya ulaşmışlardır!..
Bu, tıpkı Firavun ile Hazreti Musa meselesine benzer. Yani inancında samimi, dürüst, iddialı, azimkâr ve gayretli olan kazanır. Rab’in rahmet sıfatının doğal gereği budur. Tıpkı şu an, zengin ve gelişmiş ülkelerinin dindar, hâkim, hükümran olmaları; tüm dünyayı yönetmeye mâtuf, ulusal dayanışmaları tam, iktisaden kuvvetli, özgür ve muktedir devletler olmaları gibi.
Oysa, Müslüman sanılan milletler ekseri geri kalmış, zavallı ve zayıf!..
İşte, Cumhuriyetin kurucuları bizden, dünya Müslümanlarının hepsinden daha iyi ve ileri bir basiret ve ferasete sahiptiler. Derken birileri tarihi geri itti. Onur, erdem, bilgelik ve dürüstlük çöpe gitti. Yerini sahte lâiklik, başörtüsü yasağı, din tüccarlığı, misyon tacirliği gibi yalan ve talanla doldurmaya çalıştılar. İnsanı, Türklüğü ve toplumu tahrip ve tarumar ettiler.
Buna hakları yoktu. Pervasızca yaptılar. Neden? Çünkü millet, artık dindar değildi!.
Öyle ise; Türk Milleti “dindar” olmalıdır. Tıpkı Atatürk’ün dediği ve İslâm’ın emir ve tavsiye ettiği gibi: “Onurlu, sorumlu, samimi, dürüst, lâik ve demokrat ‘üretici’ Müslüman...”
“İyiliği emreden, kötülüğü men eden; Haksız, ar’sız ve yolsuzlara başkaldıran”
Ameli (eylemi) ilimle/bilimle örtüşen “iyi insan; İyi, namuslu ve dürüst vatandaş...”