“İlk Kurşunu Atanlar, İlk Çanakkale Şehitleri Kimler?”
Kader olmamakla beraber, her nedense Türkiye’de bugüne kadar doğru tarih yazılmamış, yazanlar tepelenmiş, hor görülmüş, hayat hakkı tanınmamıştır. “Hain”lere “Kahraman”, kahramanlara hain diyen bir devlet anlayışı veya derin devlet anlayışı, bugüne kadar hakim olmuş, tabular bir türlü yıkılamamış, karanlık perdeler açılamamıştır.
Hezimet olduğu kesin olan Lozan’da alınan kararlar, kapaklı dosyalar zaman zaman açılmakla beraber, yeteri kadar Gün ışığına çıkarılamamış, gerçekler yazılamamış, rejim ve Atatürkçülük, Cumhuriyetçilik, laiklik, tehdidi ile karşı karşıya bulunan gerçek aydınlarımız, eli kalem tutanlar korkutulmuştur.
Türkiye’de Atatürk, Mevlana, Çanakkale, Bayburt Şeyh Eşref olayı, Menemen Hadisesi, Şeyh Sait, Bediüzzaman, İstiklal mahkemeleri, Atıf Efendi, Hacı Bektaşi Veli, Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi, hürriyet, insan hakları, milli/manevi değerler, tarikat ve cemaatler için ileri/geri yazı yazmak, araştırmalar yapmak ve eserler meydana getirmek her yiğidin işi değildir, yürek ister.
Hamdolsun karanlık 28 Şubat sürecinden sonra, bazı tabular yakıldı, perdeler aralandı. Allah’tan korkan bazı kalemler ve kelam sahipleri, gerçekleri teker teker Gün ışığına ve akıl sahibi olan beyinlere sunmak üzere, meydana çıkarmaya başladılar.
Yıllardan beri tanıdığım AKINCI (Ebul Salahaddin Baybars) mahlaslı bir kardeşimiz var. Gerçekleri araştırır, tozlu raflardan kitapları, bilgileri/belgeleri/vesikaları indirir. Gücü yettiği yerlerde yayınlar ve anlatır.
Son bir araştırması elime geçti: “İLK ÇANAKKALE ŞEHİDLERİ KİMDİR, SÖMÜRGECİ DÜŞMANA İLK KURŞUNU KİM SIKTI VE KABİRLERİ NEREDE?..” başlıklı yazısına iki adet de resim eklemiş.
Bakınız akıncı ne diyor:
“Avustralya kıtasında güney doğudaki bir kasaba olan Broken Hill, maden rezervleri ve sanayisinin yanı sıra tarihe “Broken Hill Savaşı” adıyla geçen çatışmayla da anılır. Malumdur ki, Osmanlı İmparatorluğu 29 Ekim 1914 tarihinde savaşa girmiş ve karşı grupta olan İngiliz İmparatorluğu ile savaşmaktadır. “İngiliz İmparatorluğu” her zaman olduğu gibi sömürgelerinden devamlı olarak asker toplayıp savaşa sürmekte.. Avustralya, I. Dünya Savaşı'nda Britanya'nın yanında savaşa girmiş ve Osmanlı topraklarına asker göndermişti. Osmanlı Padişahı Halife Sultan Mehmed Reşat, İslam’a savaş açan düşmana karşı dünya Müslümanlarına Cihad-ı Ekber, Seferberlik Fermanı yayınladı, Gaza çağrısı yaptı.
İngilizler tarafından Kuzeybatı Hindistan'dan (bugünkü Pakistan) Avustralya'ya getirilmiş deveci grubundan kasap MollaAbdullah ve seyyar dondurmacı Gül Muhammet adlı Urduca konuşan iki Müslüman Hintli-Pakistanlı (Bir görüşe göre ise Afgan), işçi padişahın çağrısına uyarak Broken Hill kasabasının 4 km dışında, savaşa sevk edilen askerleri limanlara taşıyan trenin geçeceği yola pusu kurmak için hazırlandılar. Zaten evvelce, Evlerinin bahçesinde kurban kestikleri için belediyenin ceza kesmesine maruz kalmış idiler.. Bu yabancı -Müslüman- düşmanlığını ve darul İslam-darul harb farkını çok daha yakinen idrak eden bu iki yiğit.. Biri 25 diğeri 65 yaşındadır..
Molla Abdullah ve Gül Muhammet, Gül'ün dondurma tezgahının kırmızı kumaşından hazırladıkları “Ay-yıldızlı bir Osmanlı bayrağı” ve ellerindeki mavzer silahları ile ve tüm paralarını verip biriktirdikleri cephaneleri ile düzenleyecekleri saldırı için treni beklemeye başladılar. Çanakkale’ye “Anzak askeri “ taşıma ihtimali olan bir trene karşı intihar eylemi yapmaya karar verirler.. 1 Ocak 1915 sabahı, asker sevkiyatı yapılan tren yerine “Yeni yıl kutlaması” için Silverton'a pikniğe giden 1200 sivili taşıyan bir tren, Molla Abdullah ve Gül Muhammed tarafından silahlı saldırıya uğradı. Saldırıda 4 kişi ölürken 6 yolcu da yaralandı.
Bu, “Kurban ve İslam-Hilafet düşmanlıklarının mukabilinde” aldıkları “Noel hediyesi” karşısında şoke uğradı karşı taraf..
Saldırıdan sonra, olay yerine gelen İngiliz ve yerli birimler, iki saldırgan için sürek avı başlattı. Bir süre sonra iki Afgan, kasabanın batısındaki alçak tepelikte kuşatıldı. Gül Muhammet ve Molla Abdullah ateşe devam etti. Karar verdikleri üzere Şehid olana dek Gaza edeceklerdi.. 3 saat süren çatışma sırasında da 69 yaşındaki Jim Craig isabet alarak öldü. Saat 13.00'te Molla Abdullah bir sivilin tüfeğinden ateşlenen kurşunla can verdi. Yaralanan Gül Muhammet ise kaldırıldığı Broken Hill hastanesinde Şehid olarak, yapılacak işkencelerden de mahfuz oldu..
Molla Abdullah ve Gül Muhammet yanlarında taşıdıkları Türk bayrağı nedeniyle önceleri Türk sanılmışlar, ancak daha sonra gerçek kimlikleri -Pak veya Afgan- ortaya çıkarılmıştır.
Neticede devşirilen Hıristiyan Anzak Askerleri de bu halktandı, ve hepsi de İngiliz kuklası idi. İstanbul hanımlarının ırzına geçmeye, Hilafet’i yok etmeye gidiyorlardı.. Ölen çocuk ya da kadın da olmadığına göre, ve sivil tarifinin “Düşmana elle, dille, propaganda veya para veya oy vererek destek olan herkes hedeftir” fetvası gereğince esnek ve şartlara göre değişken olduğundan da yola çıkarsak, neticede İslam düşmanı bir kavime vurdu ve son damla kanlarına dek cihad ettiler, şehit oldular.
Ertesi günü dünya gazeteleri “Türk Terörü” diye manşetler atacaktı… Oysa bu mertler Türk değil Pakistan-Afganistanlı idiler.. İstanbul’daki Halife’nin bir emri fermanı ile, mağribden maşrıka tüm Müslümanları nasıl tek vücud olarak harekete sevk ettiğine, “Halifeliğin gücüne” bir kez daha şahitlik edeceklerdi..
İşte, daha İngiliz, Fransız ve Anzakların daha Çanakkale açıklarına demirlemelerinden birkaç ay önce yani 1 Ocak 1915 günü İLK ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ düştü toprağa.. Kabirleri hala Sidney’den 1200 km Melborn’dan 850 km uzakta ve mevcut nüfusu 25 bin olan Broken Hill’dedir. Orada hala Ay Yıldızlı Hilafet Bayrakları, potin, tüfek vs eşyaları sergilenmektedir.
Yazık ki kendileri gavur olduğu halde, bu iki fedainin yiğidin hakkını vermek isteyen yerel Hıristiyan belediye anılarına bir anıt yapmak ister, oradaki laik kafir sözde Türk dernekleri aralarında anlaşamaz ve neticede bu iki Şehidimizin aziz hatırasına sahip çıkmazlar.. Biz, müze bir yana, anıt vs şeylerin batıl olduğunu biliriz, ama oradaki sözde Türklerin de bu ilgisizliklerini anlamak güç.. Yoksa oradaki tüm Türkler toptan Şeriatçılar(!) da; bidat diye mi anıta muhalif oldular (!) Yoksa Hilafet ve Şeriat lafızları ile Türk lafzının yan yana anılacağı korkusuyla mı?..
Ve, Hangisi Türk? Siz karar verin? O iki Asya’lı Şehid Müslüman mı; yoksa bu gün Türk lafzını slogan edinen birilerimi?
Türk, İslam Gazisi, Halife askeri, Küffarla cenk eden demekti o devirlerde. Onlar da bundan sebep Türk kimliği ile anıldılar hep.. Bir de mevcut bazı zibidi kafirlere bakın, aslı sözde Türk olsa da bunlar bu mankurtlar, ancak Siyonist-Haçlı uşağı kafirlerdir..”
Yazı aynen böyle bitiyor. Resimler de benim arşivimde mevcut.
Haydi çıkın bakalım işin içinden. Daha dünlerde bir albay çıkıp ta Seyit Onbaşı diye bir kimse yok, 276 kilogram mermiyi topun ağzına koyması hikaye, demedi mi? medyada mal bulmuş mağribi gibi manşetlere çekilen haber üzerine hangi birimiz ayağa kalktı, sen yalan söylüyorsun diyebilme cesaretini gösterdi.
Bazı televizyonlarda reyting uğruna kiralık ve satılık sözüm ona din adamları tutularak din aleyhine senaryolar hazırlayanlar, horozdan kurban kesenler, namazı inkâr edenler, örtüyü kabul etmeyenler, faizi mubah kılanlar kimler ve bunları kim besliyor? Hiç düşündünüz mü?
Her yazımızda olduğu gibi, yazımızı, İSTER isimli bir şiirle, anlayanlar için noktalayalım:
Durmak zamanı değil, ebede doğru yürü,
Hakkın önünde eğil; toprak yer köle, hürü,
Haram dağ yıkar çeğil, inandığında çürü,
Dünya’ya verme meyil, dikenli yolda yürü.
GÜNAH/SEVAP KAZANAN, KÂSE DOLDURMAK İSTER.
Dünya istasyonunda, güvenme sen zamana,
Huzur bulursun mutlak, secde edip Râhmana,
Yaradılış fıtratta; hikmet, bir büyük mâna,
Doğrular yoldaş olsun, edep/hâya, erkâna.
NEFS-İ ŞEYTAN OLURSA, KADEH KALDIRMAK İSTER.
Dünya denilen tarla, menfaatler diyarı,
Bozulursa düzelmez, gönüllerin ayarı,
Yiğit şöhret istemez, kıskandırır ağyârı,
Kader deyip geçemez, ölçülerde mîyârı.
HIZAR DEĞİL KESERLE, NEFİS SALDIRMAK İSTER.
Tarifi yok dünyanın, ne kalemde, ne dilde,
İnsan denen varlığın, kınalanmış çift elde,
Mızrapları ağlatan, kırık sazlarda telde,
Âşığın sevdâsında, coşup/taşan her selde.
DOYMA BİLMEYEN NEFİS, DAİM ALDIRMAK İSTER.
KEMÂLİ denen fâni, canım, kemiğim, etim,
Ulvî dava uğruna, sarardı benzim/betim,
Babamı da kaybettim, anamdan kaldım yetim,
Kabirlerde yatıyor, nice şühedâ ceddim.
GÖNÜL FIRINI YANDI, ŞİİR ÇILDIRMAK İSTER.
not: iki önemli resim arşivimizde mevcuttur.