İlk Anneler Günümde Canım Anneme…
Bir anneler gününde artık ben de bir anne iken annem için, annemin yokluğuna yazı kazıyorum. Yanlış okumadınız kazıyorum, yazmıyorum.
Ne yazık ki annem hayatta benim ona okuduklarımın dışında hiçbir yazımı okuyamadı.
Annem hem klasik bir Anadolu kadıydı hem de değildi. Türk halk müziğini dinler ama en kederli ya da en düşünceli anlarında Türk sanat musikisinin güftelerinden bir iki beyit söylerdi. Uygun durum ve zaman için söylediği benim hiç duymadığım ata sözleriyle, beyitlerle her zaman çok şaşırtırdı. İlkokul mezunu idi. Halkevlerinde halı dokumayı, babasından dikiş dikmeyi, annesinden ise adab-ı muaşereti ve hayatı öğrenmişti.
Samimi bir dindar ve bir o kadar da aydındı. Önsezileri çok kuvvetli, öğütleri tam isabetliydi. Tevazu soyadı gibiydi. Dünyanın tüm dertlerini, tasasını çekmeye razıydı. Yeter ki kimse gücenmesin, kimse kırılmasın. Sadece bizim değil tüm arkadaşlarımızın annesiydi.
Bizim eskiyen ayakkabılarımızı giyer, kendisine mağazadan etek gömlek aldığımızı görünce üzüntüsünden kahrolurdu. Neden kendimize değil de ona alıyoruz. Çalışma hayatına ilk başladığım günler ve sonraları eve para verdiğimde ya da evin ihtiyaçlarını gördüğümde de aynı tepkiyi verirdi. Kendim için harcamamı ya da yine kendim için tasarruf yapmama isterdi. Hiç birimize kıyamazdı.
Ders çalıştığımız zamanlar bizim için ortam hazırlar, mümkün oldukça bizi rahatsız etmemek için elinden geleni yapardı. Odamıza güller koyar, meyve tabağı hazırlardı.
Yazı yazmam için beni en çok -ablamla birlikte- annem desteklerdi ve hatta yazmayı bırakacağım diye üzülürdü. Ben İstanbul'da o Gölcük'te otururken ara ara çıkan yazılarımı hemen kendisine haber verirdim. Büyük bir üzüntü ile "Baban yok ki kızım. Ben nasıl alayım gazeteyi?" derdi. Annem, kendi başına şehir merkezine inip gazete alamazdı. Evinden yürüme mesafesi dışında gidilecek yerlere ancak babam ya da komşuları ile çıkardı. Gölcük-İhsaniye'de kooperatifle yapılan yeni bir sitede oturuyorlardı. Bakkalda zaruri ihtiyaçlar vardı, gazete yoktu. Elbette ablamı ve erkek kardeşimi de seviyordu.
Ama bana bir başkaydı. Her ne kadar özgür kız olsam da biliyordu ki ben de onu deliler gibi seviyordum.
Kendisinden fedakarlık yapar bize hiçbir şeyin eksikliğini hissettirmemeye çalışırdı. Dikiş diker, iğne yapar hem mutfak masrafını çıkarır, hem de bizim için tasarruf yapmaya çalışırdı. Aslında bu yaptıklarına karşılık para talep etmezdi fakat karşı taraf zorla verirdi.
Eniştem hala söyler "annenizin yarısı bile olamazsınız." Ne kadar da haklı.
İnsanlara yük olmayı hiç istemezdi. Birilerine gitmektense kendisine gelinsin isterdi. Hizmet etmeyi, dedirip içirmeyi çok severdi. Onun varlığında olan bereket, yokluğunda çekip gitti. Tüm yokluklara rağmen evimizin ne geleni ne gideni azalır, komşulardan alınıp tamamlanan tabak ve kaşıklarla günde birkaç kere sofralar kurulup kalkardı. Hele o Ramazan ayındaki 20-30 kişiye verilen iftarlar.
Bir kere de "aman of" demedi. "Of" yerine "af" demeyi tercih etti.
Dedim ya kimseye yük olmayı sevmezdi. Bizim oralarda huzurevi adeti olmadığı halde "yaşlanınca beni huzurevine koyun, kimseye eziyet etmek istemem." derdi. Duası hep 2 gün yatak, 3. gün topraktı ve öylede oldu.
2 gün sıcak betonların altında yatağında yattı. 3. gün kurtarma ekipleri gelip enkazı kaldırdılar ve hemen defnedildi.
Canım anneciğim, Dünya gözü ile evliliğimi görmeyi çok istemiştin, biliyorum. Nasip değilmiş. Ama huzur içinde yat annem. Güzel bir evlilik yaptım ve dünya tatlısı bir torunun var. Zaten bunu biliyorsun çünkü lohusa yatağımı doğumdan bir gün önce sen yapmadın mı? Evet ya, lohusa yatağımı yaptın rüyamda ve ben bir gün sonra doğuma gittim anneciğim. Şimdi de torununu görmeye gelmeni dört göz bekliyorum anneciğim.
Kokunu duyamadan geçirdiğim 8. anneler gününde "çocuğumu" koklayarak anneler gününü kutluyorum. Seni çok seviyorum.