İklim Değişikliğine Rağmen Yarınlarda Aç Kalmayız!
Küresel ısınmanın temel nedeni, atmosferdeki azot ve oksijen dışındaki doğal gaz kombinasyonlarındaki oranların değişimidir. Su buharı, karbon dioksit (CO2), metan (CH4), azot oksidül (nitroz oksit) (N2O), ozon (O3) ve birçok florürlü bileşiğin ((PFCs), (HFCs), (SF6), (NF3)) artışı, asrımızın son yarısında kendini iyice hissettiren iklim değişimlerine neden olmuştur. Milyonlarca yıldan beri süre gelen doğal sistemin bozulması, maalesef insan kaynaklıdır ve endüstrileşme sonucu ortaya çıkmıştır. Sıcaklık değişimi, don, rüzgâr, fırtına, kasırga, tusunami, tayfun, yağış, sel, su baskını, hortum ve kuraklık gibi birçok hava olayının sıklık derecesindeki artışı, pek çok kesim tarafından dile getirilmektedir. Grafik 1 olayın boyutunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. 1958 yılında 315 ppm (milyon hacimde bir molekül) olan atmosferdeki yıllık ortalama karbondioksit, 2012 yılında 394 ppm'e ulaşmıştır.
Gelişmiş iklim modellerinden iyimser ve kötümser tahminlere yöre, 2100'lerde, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarının 1 - 4 C° artması beklenmektedir. Artan sıcaklıkla beraber gelen buzul erimesi, 400'ü meskûn 1200 adanın yanında, birçok Avrupa ülke topraklarının da sular altında kalacağı öngörülmektedir. Dünyamız coğrafyasını, tarımını, ekonomisini tehdit eden bu küresel ısınmanın ana etkeni olarak (%70) fosil yakıt kullanımı öne çıkmaktadır. Onu %14 payla tarım takip etmektedir. Orman, endüstri ve taşımacılık sektörleri ise sırasıyla %6, %5 ve %2 paya sahiptirler. Bu aşamada uluslar arası üst kuruluşlar protokoller, anlaşmalar ve sözleşmelerle ülkeleri fosil yakıtlardan vazgeçirip, hidroelektrik, jeotermal, rüzgâr, güneş, biyoyakıt gibi temiz enerji kaynaklarına yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Böylece 2020'lerde sera gazlarının etkisini en aza indirgeyerek, küresel ısınmaya "dur" demeyi hedeflemektedirler. Bu çerçevede hemen hemen her ülke Kyoto protokolü gereği, 2020'ler için, temiz enerjiyi devreye sokarak karbon salınımını azaltma veya sınırlama yükümlülüklerini deklere etmiştir. Örneğin Avrupa Birliği %25±5, Avustralya %15±5, ABD %17, Türkiye %11'lik salım azaltımı taahhüdünde bulunmuş ve küresel iklim değişikliklerin etkilerini azaltmaya ve uyum sağlamaya yönelik bir "İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023"ü uygulamaya koymuşlardır.
İklim değişikliği ile ilgili Devletlerarası Panelin (IPCC) son raporuna göre, 2014 yılı tüm gözlenen yılların en sıcağı olarak olmuştur. IPCC raporu, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik öncelikleri ve olası stratejileri belirlemek üzere, yasa koyucular için adeta bir başvuru kitabı olarak hazırlanmıştır. Bu rapor doğrultusunda 180 ülke, CO2 düzeyini 350 ppm'in, sıcaklık artışını da 2 C0nin altında tutacak seçenekleri hedefleyen eylemleri benimsemiştir. Bu arada 21 uluslar arası organizasyon da iklim değişikliğinin tarımdaki olumsuzluklarını azaltmak için birlikte çalışma kararı almıştır. Raporun "Gıda Güvenirliği ve Gıda Ütretim Sistemleri" bölümünde iklim değişikliğinin etkisini, 2030'dan sonra daha kuvvetli hissettireceği dile getirilmektedir. Ana etkinin ise, yüzyılın ikinci yarısında kendisini göstereceği belirtilmekte, tarımsal verimin %25'i aşan ölçüde yaşanacağı tahmin edilmektedir. Yine söz konusu rapora göre, iklim değişiklinin verime etkisi nedeniyle, tarım alanlarının kullanımında değişimler beklenmelidir. Yıllara bağlı olarak bazı ülke tarım toprakları değer kazanırken, birçokları olumsuz olarak etkileneceklerdir. Her ne kadar genel anlamda olumsuzluk yaşanacaksa da, kurağa dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi gibi araştırma projelerinin devreye sokulmasıyla beklenen olumsuz etkilerin asgariye indirilme şansı hep olacaktır.
Diğer taraftan FAO'nun son tahminlerine göre ise 2050'li yıllarda dünya, bugünkü tarımsal üründen %70 daha fazla üretmek zorunda. Fakat yıllık tarımsal üretim 2020'lerde maalesef tersine % 1, 7 küçüleceği de tahminlenmiştir.
İklim değişikliği özellikle belirli ekolojilerde tarımı, ekonomiyi hatta politikayı şimdiden etkilemeye başlamıştır. Örneğin, bugünkü Suriye krizinin ana nedeninin iklim değişikliği olduğu ileri sürülmektedir[1]. Ülkede tarımsal üretim, 2014 yılında, son iki yıla oranla %30 daha azalmıştır. İşin ilginç tarafı, geleceğe yönelik iklim tahminleri de Suriye'de durumun hiç de iyi olmayacağı yönündedir. Hatta bu kapsamda, önümüzdeki yıllarda, potada Türkiye'nin de bulunduğu Lübnan, İsrail ve Ürdün gurubu doğu Akdeniz ülkelerinin söz konusu kuraklıktan etkileneceği dile getirilmiştir.
Diğer taraftan TARIM da, fosil yakıtlardan sonra % 14 payla sera gazı salınımında ikinci sektör olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle metan gazındaki %50lik katkısının yanında CO2 ve N2O salınımlarında da tarımın payı göz ardı edilemez. Tarımda sera gazlarının azalmasında bazı seçenekler şimdiden devreye girmiştir. Örneğin "minimum toprak işleme" (anıza ekim) tekniği ile daha az toprak işleme ve dolayısıyla daha az yakıt ve tarımsal ilaç kullanım fırsatı yakalanmıştır. Bu sistemde topraktaki karbonun oksitlenerek CO2 olarak sera gazına dönüşmesi engellenmektedir.
Küresel ısınmanın tarımsal üretime etkisini azaltacak seçeneklerin başında ekim alanlarının kaydırılması gelir. Fransız bağcıların şimdiden Britanya'da arazi almaya başlaması çarpıcı bir örnek olsa gerek. Olasılıkla Fransız bağlarının yerine de o değişecek iklim koşullarına uyacak bitkiler kaydırılacaktır. Güney İsveç'te 2025 yıllarında vejetasyon süresinin, 1961 yılına göre, 2-4 ay uzayacağı beklenmektedir. Söz konusu seçeneklere anıza ekim, ikinci ürün (Çin'de çeltikte yılda dört ürün bile alınabilmektedir), çift biçim[2], topraksız tarım, dikey tarım, şehirde çatı tarımı gibi yeni uygulamalar da eklenebilir. Ama iklim değişikliği karşısında yarınki gıda maddelerini, 9, 6 milyara ulaşacak nüfusa yettirebilecek yöntem bitki ve hayvan ıslahı olacaktır. Daha şimdiden kurağa dayanıklı mısır çeşitlerinin, tescil edilerek üreticiye ulaştırılmış olması yarınlara kötümser bakmamamızı sağlamalıdır.
İklim değişikliği, özellikle gelişmekte olan ülkelerin tarımında sorun yaratacaktır. Çünkü bu ülkelerde:
? Nüfusun %50'si tarımla uğraşmaktadır;
? Tarımını yaptıkları bitki türlerinin %70'i hava koşullarından etkilenebilmektedir.
Şu anda 800 milyon olan gıda güvenirliği olmayan ve genelde gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insan sayısının, 2050'lerde toplam nüfusun %40'larına çıkma olasılığı tahminlenmektedir.
Sonuç olarak söylenebilir ki:
? Ürün kayıplarının yarıya indirilmesiyle 2050'lerde tarımsal üretim %20 artabilecektir;
? İklim değişikliğiyle bazı tarım alanları devreden çıkarken, diğer bazı alanlar devreye girebilecektir;
? Yer, ekim, dikim zamanı kaydırılarak tarımın devamı sağlanabilecektir;
? Topraksız tarım, anıza ekim, ikinci ürün, çift biçim gibi birçok agronomik yöntem gelecekte tarımsal üretime olanak tanıyabilecektir;
? Kurak, sıcak gibi aşırı koşullara uyan yeni genotipler geliştirilecektir. Daha şimdiden kurağa dayanıklı transgenik mısır çeşitleri tescil edilmiştir;
Konun öneminin farkındalığının sağlanması büyük bir avantajdır. Politikacı, bürokrat ve bilim adamlarımız daha da detaylı bilgilendirildiklerinde, araştırma ve yatırım stratejileriyle toplumumuzun yarınlar için endişelenmesine gerek bırakmayacaktır.
Nazimi Açıkgöz
Not: Bu yazı "https://nazimiacikgoz.wordpress.com"da aynı başlıkla yayınlanan blogdan özetlenmiştir.
[2] Çeltiğin hasattan sonra bitkide gelişen yeni saplardan ikinci bir ürünelde edilmesi