İki Elin Nesi, Bir Elin Sesi Var
Yazılı sınav öncesi teneffüste arkadaşlarla konuşulan tek konu sınavdan nasıl kopya çekebilmenin planlarıydı. Özellikle benden kopya çekmek için yakınıma oturmayı planlayanlar, "bize yardım etsene!" diye medet umanlar çoktu. Oysa ben gençlerin kendi emekleriyle not almalarını tavsiye ediyordum. Onların toy düşüncelerine karşı sorumluluğum olmalıydı yaşım gereği... Adalet terazisini doğru kullanmanın, iki dünya için faydalarını, dürüst ve hakkıyla kazanarak yaşamanın, hayatın her kademesinde işe yarayacağını anlatmaya çalışıyordum, çeşitli espri ve anekdotlarla süsleyerek. Kopya sadece buradan alacağınız sertifika için ama buraya geliş sesbebiniz daha ilerisi için değil mi?
Yapmayın, çalışarak hakkınızla alın diyordum her zaman İngilizce kursunda on sekiz yaşıyla elli yaş arasındakilerden oluşan hoş bir yaş harmonisi vardı. Yaşça büyük olan bizler, genç olanlara ayak uydurmaya çalışırken, genç arkadaşlarımız da yaşça büyük olanlara saygıdan dolayı olgun görünmeye çalışıyorlardı. Tatlı dostluklar içinde yabancı dil öğrenmeye çalışıyorduk. Lise ve üniversite öğrencilerinden tutun ev hanımlarına kadar karma bir yaş ve kültür karışımından oluşan kurs öğretimi bir başka zevkliydi.
Tıpkı okul yıllarımdaki ruh halimi yaşıyordum sınıf ortamında. Öğrencilik yıllarımdaki sınıflarımda, başarılı bir öğrenci olmanın kıvanç ve mutluluk tadı damağımda kalmış olmalı ki; elli yaşımda da katıldığım kurslardan aynı hazı duyuyordum.
Benimle aynı yaş grubunda olan İngilizce hocamız, doğal olarak genç yaşta olan kursiyerlerin daha başarılı olması için azami gayretini sergiliyordu kadıncağız. Görevine son derece bağlı ve adil bir hanımdı. Görev azmiyle bize bir şeyler öğretmek için can havliyle uğraşıyordu.
Sınıfın en olgun yaşta olan bir başka hanım arkadaşımız da sağlık sorunlarına rağmen inanılmaz bir gayret gösteriyordu ama öğrenmekten çok sınıfta başarılı görünmekti hedefi. Yani nefsini beslemeye çalışıyordu sadece. O da gençler gibi kopya çekme taraftarıydı. Bilmese de biliyor havalarıyla avunuyordu. Onun amacı kendini tatmin olduğu için kendince hedefine ulaşıyordu bir nebze. Oysa henüz öğrenci olan genç arkadaşların bilgiye ulaşmaları gerçekten öğrenmeleri gerekiyordu. Davranışlarımla onların yaş grubuna inerek güzel diyaloglar kurarak ince mesajlarla hayattan tüyolar vermeye çalışıyordum. Beni hem abla hem akran olarak görüyorlar yerine göre saygı, yerine göre samimi şımarıklıklar da olabiliyordu.
Kendi çocuklarımı yetiştirirken en çok üzerinde durduğum konu dürüstlüktü. Kurs arkadaşlarım benden kopya istediklerinde bunu anlatıyordum onlara. “Çocuklarımı büyütürken özellikle kul hakkına riayet etmelerini isterdim onlardan. Kul hakkının sadece para aşırmak, mal çalmak değil; kalp kırmanın, gönül üzmenin, sıra bekleme durumundayken başkasının yerini kapmanın da, hatta derste kopya çekip, kopya vermenin, en büyük kul hakkı olduğunu, iyi bir kul ve insan olma yolunun önce dürüst yaşamaktan geçtiğini anlatmaya çalışmıştım” diyerek onlara da gizli dersler veriyordum...
Verdiğim öğütler oğluma çok güzel tesir ettiğini gösteren bir anekdotu anlatmıştım sınav öncesi kantinde arkadaşlara…
Oğlum henüz ilkokul dördüncü sınıftayken bir gün; yazılı sınav sırasında sorularına yardım isteyen bir arkadaşına: "Allah'a ne diyeceğimin cevabını önce sen bana söyle, ben de sana bütün soruların cevaplarını söyleyeyim” demiş. Küçücük yaşında oğlum bana bunu anlattığında çok hoşuma gitmişti, verdiğim öğütler boşa gitmemiş diye.
Sınıfta kopya muhabbeti olurken tam sırası gelmişken sınıf arkadaşlarıma da anlatmıştım oğlumla arkadaşı arasında geçen bu konuşmayı… Ben bu olayı anlattıktan sonra büyük bir hoşluk içinde gülüştüklerini görünce ders çıkardıklarını sanmıştım. Bir kaç dakika karşılıklı gülüşme şakalaşmalardan sonra içlerinden birisi: “ biz toplu olarak hakkımızı helal ediyoruz birbirimize, boş ver kul hakkını filan abla ya! Bize kopya verirsen daha büyük sevap kazanırsın” gibi dalgaya ve hafife alınan sözleri karşısında ağız birliği etmişcesine hepsinin bu söze destek veren davranışlarını görünce sözlerimin havada kaldığını anlamıştım ve ben de onlara: “Siz bilirsiniz! Ama ben helâl etmiyorum sıramı kim alırsa. Benden size yardım falan yok! .” diye şakalaşarak girmiştik sınava.
Hocamızın müsamahakâr davranışı sonucu sınıfın hemen hepsinin birbiriyle yardımlaşarak, benim ise tek başıma doldurduğum test sonucunda yine dürüstlük kazanmıştı. Doksan dokuz aldığım sınavdan diğer arkadaşların elliyi bile zor geçtiklerini gözlemlemiştim. Sınavdan çıktıktan sonra soruları cevaplarıyla karşılaştırırken pek çoğunun doğru bildikleri sorularda bile birbirlerini yanıltmış olduklarını öğrenmiştik.
”Bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözünün kopya çekimi sırasında geçerli olmadığını, tam tersine “bir elin sesi var iki elin nesi var'”olarak söylenmesi gerekli olduğunu görmüştük… Bir nevi hayat dersi veren bu sınavdan sonra acaba ne kadar ders alındı bilemiyorum.
hangi kursun sınavı ydı bu sorular zor olmalı ki öğrenciler yardım istemişler sizden.
Aralık 9th, 2010 at 15:21bildiklerini yapsalar yardım almadan o daha iyi ama 3 aylık kurslarda verilen para boşa gitmesin diye başvurulan bir hadise dir.
düşüncelerinize yürekten katılıyorum.
Aralık 9th, 2010 at 16:04