content

14 Tem

İki Bilim Kadınından Aldığım Mektuplar

Bundan bir süre önce Hürriyet ve Haberturk gazetelerinde çıkan röportajlarım dolayısıyla ilki profesör, ikincisi yardımcı doçent unvanlı iki kadın meslektaşımın mektuplarını noktasına, virgülüne dokunmadan aynen yayınlıyorum.

Mektuplar hakkında hiçbir şey söylemek istemiyorum; yorumu tamamen sizlere bırakıyorum.

Soyadımı bile yanlış yazan profesör unvanlı kişinin mektubu:

“20 Haziran 2011 tarihli Hürriyet gazetesinin başsayfasında ne yazık ki Üniversitemiz ve Fakültemiz öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükustaoğlu’ nun talihsiz ve bilim adamlığı kimliğiyle bağdaşmayan, çağdışı bir açıklaması olmuştur. Ne amaca hizmet etti belli olmayan bu tür beyanların özellikle entellektüel olduğu varsayılan kesimden geldiğinde toplum için tehlikeli olduğu, zaten ülkemizde hergün sorgulanan kadının kimliğine ve yetkinliğine yönelik çağdışı bir bakış açısını pervasızca yansıtmakta olduğu ve bu nedenle de “kişisel düşüncesidir” gibi tepkisiz geçiştirilmemesi gerektiği kanısındayım. Öğretim üyesi olmanın ne yazık ki tam da kendisinin ifade ettikleri gibi bilim insanı kimliğine sahip olmak anlamına gelmediği görüşlerine katılmaktayım.

Tıpkı diğer meslekler gibi bilim insanlığının da cinsiyetinin olamayacağı düşüncesindeyim. Bilimsel düşüncenin gereği kanıta, verilere dayanarak konuşmak ve çalışmaktır. Bilimsel düşüncenin temelindeki analiz-sentez yeteneğinin, doğruyu merak etmek, ortaya çıkarmak için sistemli araştırma yapmak, sistematik ve disiplinli çalışmak, proje üretebilmek gibi yeteneklerin hangisinin kadınlarda veya eşcinsellerde olamayacağının bilimsel gerekçelerini merak etmekteyim.

Toplumda rolmodel olarak zaten çok fazla öne çıkamayan, az sayıda da olsa çeşitli bilim dallarında özveriyle çalışan meslektaşlarımızı bu tür beyanlar rencide etmektedir. Bunun da ötesinde yetişmekte olan neslimize ve topluma da olumsuz bir mesaj vermektedir.
Sayın Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükustaoğlu’ nun bu beyanının gazeteciler tarafından yanlış yansıtılmış olmasını umuyor, beyanının düzeltilmesi ve bilim insanlarından (kadın, erkek veya eşcinsel) bu yanlış anlaşılmadan dolayı özür dilemesinin talep edilmesini arz ediyorum.”

Yardımcı doçent unvanlı kişinin mektubu:

“Bilim travestisi’ yazınızı ve geçen hafta sonu Haber Türk Gazetesinde yayınlanan reportajınızı okudum. Kabul etmeliyim ki, size bunlara istinaden bir cevap yazıp yazmamayı çok düşündüm. Çünkü, ne de olsa örf ve adetlerimiz çerçevesinde bugüne kadar hep büyüğümüze saygı göstermemizi ve itirazımız varsa dahi bunu dile getirmemizi öğretiler bize. Sonuçta yaşınıza ve kıdeminize saygım sonsuz; Üniversitede çalışan bir bayan Öğretim Üyesi olarak siz her zaman benim değerli bir hocam sayılırsınız. Ancak, bu konu beni bir türlü rahat bırakmadı ve bugün Nature Dergisinin güncel sayısını (Nature, 7 July 2011, Vol.475, p.37) incelediğimde bunun başkalarınca da tartışıldığını gördüm ve sizinle paylaşmak istedim.

Okuyucuların yorumlarına yer verildiği bölümde ‘All-male line-up yet again’ başlığı ile yayınlanan bu yazıda Astrofizik, Nanoteknoloji ve Sinirbilim alanlarındaki Kavli Ödüllerinin neden bu yıl yine sadece erkek araştırıcılara verildiği tartışılıyor. Bence bu yazıda en dikkati çekilmesi gereken bölüm ödüllerin kime verileceğini karar veren jüri üyelerin olası düşünce şemalarıdır. Kadınlar halen klasik düşünceyle besleyici, büyütücü ve topluma mal edilmiş kişiler olarak görülüp o  çekmeceye sokulurlarken; erkekler bağımsız eylemlerde bulunabilen, işe odaklanmış kişiler olarak değerlendirilmektedirler. Bu nedenle de karar verme aşamasına gelindiğinde jüri üyeleri kadınları akıllarına bile getirmemektedirler. Bugüne kadar sadece 10 kadın Nobel Ödülü almış olabilir.

Ama, bence bu düşünce şekli nedeniyle en az 10 kadının Nobel Ödülü alma hakkı da elinden alınmış olabilir. Moleküler Biyoloji alanında çalışan biri olarak bu haksızlığın en az bir kadına yapılmış olduğunu da kesin olarak bilmekteyim: o da Rosalind Franklin’ dir. 1962 Yılı Tıp ve Fizyoloji Alanındaki Nobel Ödülü DNA’ nın çift sarmal yapısının keşfindeki katkıları nedeniyle üç kişiye verilmiştir. Bunlar sırasıyla Francis Harry Compton Crick, James Dewey Watson ve Maurice Hugh Frederick Wilkins’ dir. Ancak, başarıya erişilmesinde Rosalind Franklin’ in DNA’ dan elde etmiş olduğu X-ışınları kırınım görüntülerinin katkısı da yadsınamayacak kadar büyüktür. Fakat, Nobel Ödülleri verildiğinde kendisinin adı bile anılmamıştır. Şimdi konuyu Franklin’ in 16 Nisan 1958 yılında kanserden ölmüş olması nedeniyle, ölmüş olan bir kişiye Nobel Ödülü verilsin mi verilmesin mi diye de tartışmak mümkün tabi ki. Fakat, bunun en iyi cevabını yine bence Watson’ ın kendisi vermiştir ve ‘İkili Sarmal’ kitabında sanki günah çıkarırcasına Franklin’ ine haksızlık ettiklerini itiraf etmiştir (İkili Sarmal, James D. Watson, TÜBİTAK Yayınları).

Aralarında bir Nobel Ödülü olmasa da yine de birçok önemli bilimsel ödülü bulunan ve Gelişimsel Biyoloji Dalı’ nın ilerlemesinde, geliştirdiği genetik işaretleme tekniğiyle  kuşkusuz çok büyük katkısı bulunan bir diğer şansız bayan araştırıcı da Nicole Marthe Le Douarin. Eşi ile birlikte aynı Fakültede çalışmalarına önceleri şiddetle karşı çıkan Nantes Üniversitesi’ nin Dekanı, daha sonra Le Douarin’ in mentörü olan Etienne Wolf’ un ara girmesiyle ikna edilebilmiştir; ancak, Le Douarin’ ini laboratuvar ve araştırma bütçesi vermeyerek, buna karşılık ağır bir ders programı ile boğarak kendince cezalandırmıştır. Halbuki eşine benzer bir muamele yapmamıştır (http://en.wikipedia.org/wiki/Nicole_Marthe_Le_Douarin). Eğer oturup bu konudaki araştırmalarımı daha da derinleştirirsem, eminim ki daha buna benzer birçok şansız bayan araştırmacının hayat öyküsüne rastalayabilirim.

Son olarak, tekrardan Nature’ daki yazıya geri dönecek olursam, ödüllerin verilemesine karar veren jüri üyeleri -bugüne kadar süre gelen sessiz bir gelenekten ötürü-  kadın araştırmacıları daha baştan kafada eleyip adaylarını öyle sıralamaktalar. Böyle yaparak da toplumun yarısını oluşturan kadınların emeklerini harcamaktadırlar. Bence kadınlardan ‘deha’ çıkmıyor demek, tartışmanın kolay tarafına kaçmak demektir. Konuya birde bu açıdan bakıp, değerlendirmeye çalışın lütfen.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank