İhtişamın Adı Paterson
Önüme gelen haber kısa, birkaç cümle;
‘Büyükşehir Belediyesi, tarihi Paterson Köşkü için 13 Haziran’da ihaleye çıkıyor. Köşk restore edilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredecek.’
Nihayet ve en sonunda...
Köşkle ilgili defalarca yazılar yazan ben, ara sıra umutlanmış ‘bir kent elindeki değere bu kadar yazık etmez’ demiştim.
Etti, defalarca, saldırıya uğradı, yangınlar geçirdi, talan edildi.
İzmir’in levant kültürüne yönelik belgesel çalışması içinde olduğum bugünlerde kent tarihine yazık edilmişlik daha çok canımı yakıyor.
Paterson Köşkü restorasyon haberi ile 150 yıl öncesine yolculuğum başladı.
Tüccar levanten aileler, 1800’lü yıllarda Osmanlı’ya mal satmak için sakin bir ihracat kapısı seçiyorlar kendilerine. Deniz ticaretinin üssü haline geliyor İzmir.
Baltazzi, Whittall, Simes, Micallef, Giraud, Panutti, Corsini, Paterson o dönem gelen tüccar ailelerden bazıları.
KROM MUCİDİ
İskoçya Leith’te yaşayan bir buğday tüccarı olan John Bortwick Paterson da 1859’da genç yaşta İzmir’e geliyor.
Önce Buca’ya yerleşse de bir yıl sonra Bornova’da kendine muazzam bir köşk yaptırmaya başlıyor.
Bortwick, Türkiye’de krom madenini keşfeden kişi olarak tarihe geçer.
Osmanlı Devletinden aldığı imtiyazlar sayesinde madenlerden o kadar zengin olur ki, köşkü ile diğer levanten ailelerin önüne geçmek ister. Başarır da, Paterson Köşkü o dönemin en görkemli malikanesidir.
Batı yönünde iki katlı kütle batı mimarisi, doğuda şapelin de (aile kilisesi) yer aldığı kısım ise yerel mimari uslupla yapılır.
38 ODALI MALİKANE
Oyun salonu, iki adet yemek ve balo salonu, dinlenme odaları gibi mekanlar, zengin duvar süslemeleri, tavan süslemeleri, zarif şömineler, çini panolarla süslü malikane 38 odalıdır. Köşk her bir salonu süsleyen 7 adet piyanosu ile bilinir.
Yaklaşık 54 dönümlük arazi haralarıyla ünlüdür. Kameriyelerle süslü bahçenin rahiyası tüm Bornova’ya yayılır. Şatafatlı hayat, Türk Ordusunun 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesinden önce olabilecek kaos ortamından korkan Paterson ailesinin yatları ile Midilli adasına gitmeleri ile son bulur.
Oysa korktukları gibi olmaz, Türkler köşke zarar vermezler. Ancak aile o eski gelirini kaybeder.
1963’de evin son bireyleri İngiltereye göç ederek, evi NATO mensuplarına kiraya verirler. Ardından bir halı fabrikasına satılan köşkün zarif demir aksamı, yıpranmaya başlar. Zaten, arazisinin kuzeyi parsellenerek imara açılmaya ve apartmanlar dikilmeye başlanmıştır.
En sonunda bina 1979’da geçirdiği yangınla şarapçılara ve evsizlere mekan olur.
1991’de bina Kültür Bakanlığı’na geçer ve Bakanlık önüne koca bir çukur açmaktan başka bir şey yapmaz.
İtirazlar artınca Köşkün kullanım hakkı, koşullu olarak Büyükşehir Belediyesi’ne geçti.
Şimdi restorasyon projesiyle, köşkün özgün mimarisine döneceği belirtiliyor.
Büyükşehir son zamanlarda ortaya koyduğu ‘kentsel tasarım estetiği’ ile o yılların görkemini yansıtacaktır.
13 Haziran’da gerçekleşecek ihale ile umarım yarım asrı geçen utanç biter.
Son protokol ne içeriyor bilemiyoruz ancak madem restorasyonu belediye yapacak, burayı da kültür amaçlı işletmeli ya da işlettirmeli.
Bakanlık hakkını da inandırıcılığını da kaybetti.
Hani ‘Tarihe saygı, koruma’ ödülleri veriliyor ya, ‘Tarihi koruyamama, beceriksizlik’ ödülünü de nacizane ben Bakanlığımıza sunuyorum.
Böyle şatafatlı tarihten elde doğru dürüst bir yapı bırakmayan tüm yetkililerimize de elbette birer mansiyon...