“İhlâs ve Samimiyet”e Muhtacız!
Perdelerin aralandığı, bazı tabûların yıkıldığı kaos asrında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye genelinde camilerde okunan hutbeler, birbirinden güzel, etkileyici, düşündürücü ve gönüllere tesir eder hale geldi.
Yaratılan en üstün varlık insana hitabeden,
tefekkürden mahrum kimseleri uyandıran, ‘kul’ olmanın özelliklerini/güzelliklerini bilmeyen/bilemeyen beyinleri harekete geçiren, tövbekar olmalarını sağlayan hutbeler, emin ağızlardan okundukları zaman, tesiri bir başka olmakta, günlerce konuşulmaktadır..
Çeşitli kaynak ve kitaplarda; ihlâsın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.
Sözlükte, h-l-s fiil kökü, “arınmak, ayrışmak katışıksız ve dupduru olmak” anlamına gelir. İhlâs ise, “bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder ki, h-l-s kökü, “min” edatıyla kullanıldığında kurtulmak ayrılmak manasına gelirken “ilâ” edatıyla kullanıldığında ise ulaşmak ve varmak anlamını taşımaktadır.1 Bu anlamda bir şeyin yabancı unsurlardan ve kirlerden arınması, kurtulması, aynı zamanda onun özüne dönmesi ve ulaşması demektir.
İhlâsın terim/dinî anlamı ise, gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir.2 Kısa ve öz bir şekilde arz edilen bu anlam Kur’ân’da, muhlis, muhlas, muhlisîn, muhlasîn, ed-dinu’l-hâlis, muhlisan lehu’d-dîn, ahlasû dînehum ve muhlısîne lehu’d-dîn, kalıplarıyla beyan edilir. Bu terimlerin bir kısmı, bazı insanların sıfatı olarak geçerken diğer bir kısmı ise, gerçek din ve dindarlığın sıfatı olarak ayetlerde yer almaktadır.
“Kul”luk imtihanında, ihlâs ve samimiyet iki önemli temel taşıdır. Hakiki iman, samimi ihlâs, bütün kapıları açar, kazanç sağlar. Dünya ile Ahreti birleştirir, kötülükler azalır, sevaplar artar
Âyet-i Kerime’de Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.”
Bir Hadis-i Şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Allah, ancak ihlas ve samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”
“Hepimiz, bütün insanlar, her gün imanımızla, ibadetimizle, amelimizle, sözümüzle, işimizle, yapıp ettiklerimizle hâsılı her hâlimizle ihlas ve samimiyet sınavına tabi tutulmaktayız.
Kalplerine hakiki imanı, Allah ve peygamber sevgisini yerleştirebilen, gönül Kâbe’sindeki putları kırabilen, iman ve istikamet sahibi, imanlarının gereği gibi yaşayabilen kullar, ihlas sahibi kullardır, böyle iman sahipleri, yüce davaların insanı olabilirler.
Kazancını ve lokmasını, harama bulaşmadan helal yollardan sağlayabilen kullar, ihlaslı kullardır. Ancak böyle kullar, iman ve ibadetlerinden manevi lezzet duyabilir ve gönül huzurunu yakalayabilirler.
Abdestini, adabınca alanlar, manevi kirlerden arınıp korunabilirler. Namazlarını, tadil-i erkâna uygun bir şekilde, huşu ve hudu duyarak kılan kimseler ihlaslı kullar olurlar, miracı yaşarlar.
Böyle bir namaz, kişiyi her türlü fuhşiyâttan ve kötülükten engelleyebilir. Zekât, fitre ve sadakasını riya ve gösterişten uzak olarak gerçek hak ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilenler ihlas sahibidirler.
Böyle bir dayanışma şuuru, İslâm toplumlarında sosyal adaleti sağlayabilir.
Sadece midesine değil tüm azalarına oruç tutturabilen, iradesini ve nefsini terbiye edebilenler ihlaslı olurlar.
Böyle bir ibadet şuuru, insanları güzel ahlaklı kılabilir. Hac ve umre ibadetini, turistik bir seyahate dönüştürmeden, nefsini anasından doğduğu gün gibi tertemiz yapıp arındırmak niyetiyle eda edenler ihlaslı olurlar.
Kurban ibadetini takvaya uygun bir şekilde ifa eden kimseler ancak Allah’a yaklaşabilir. Zikir ve tesbihatını, dil ucuyla değil, kalbine indirerek gönülden yapabilenler ihlaslı olurlar. Dua ve niyazını, tövbe ve istiğfarını, günahları terk edip seher gibi bereketli vakitlerde içten ve samimi bir şekilde gözyaşı dökerek yalnız Allah için yapabilenler ihlas sahibi kullardır.
Kalbin ameli olan niyetlerimiz, ihlasla buluşmadan asla kurtuluşa eremeyiz. Kalbimizi ve nefsimizi riyadan, nifaktan, ikiyüzlülükten, gösterişten, ucubdan, sümadan, kibirden, kendini beğenmişlikten, yalandan, iftiradan, hasetten, bencillikten, gıybetten, kinden, öfkeden, nefretten arındırmadıkça ihlasa eremeyiz.
İbadet ve kulluğu dünyanın mihveri yapmadıkça; her ibadete sevap, her başarıya takdir, her iyiliğe teşekkür bekleyip gönlümüzü dünyaya ve dünyalıklara, makam ve mevkilere, çıkar ve menfaatlere bağladığımız müddetçe ihlas ve samimiyete kavuşamayız. Unutmayalım ki dünyevileşme hastalığı insanda ne ihlas bırakır ne de samimiyet! Ne Allah rızası bırakır, ne de Allah’ın rızasını!
İhlastan uzak amellerin dışı süslüdür, fakat içi boştur. İhlas ve samimiyetten uzak toplumlar, güvensizliğin hâkim olduğu; suç ve günahların, aldatma ve aldanmanın en çok olduğu toplumlardır.
Bizler, ancak bıçak kemiğe dayandığında, gemi dalgalarla boğuştuğunda, uçak türbülansa girdiğinde, ateş komşudan geçip bizim bacayı sardığında Rabbimizi hatırlıyoruz. O zaman ihlas kıvamında Rabbimize yalvarıyoruz. Sözler verip, adaklar sıralıyoruz. Fakat bu haller geçtiğinde verdiğimiz bütün sözleri hemen unutuveriyoruz. Oysa bilelim ki Allah katında amellerin az veya çok olması değil, sürekli ve ihlâsla yapılmış olması değerlidir. Ve yine bilelim ki Allah’ın azabından yalnızca ihlaslı kulları kurtulabilecektir.
Âhiret’te kullara amellerinin karşılığı verildiği zaman riyakârlara şöyle seslenilecektir: ‘Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin!’Bakın acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilecek miyiz?
Gelin, can u gönülden Rabbimize iltica edelim. Rabbimizden sadece O’nu isteyelim. Yalnızca O’nun sevgisini, O’nun hoşnutluğunu talep edelim. Allah’ın sevgisini ve rızasını her şeyin üstünde tutalım. İbadet ve amellerimizi dünyevi bir çıkar beklemeksizin sırf Allah için yapalım ki kalplerimiz, kötü duygulardan uzaklaşsın! İbadet ve amellerimizin karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyelim ki geçmiş günahlarımız bağışlansın! Göründüğümüz gibi olalım, olduğumuz gibi görünelim ki doğruluk ve dürüstlüğün sırrına mazhar olalım! İyiliklerimizi “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” düsturunca yapalım ki ihlâsa erelim!
Riyâ ve gösterişin her türlüsünden uzak duralım ki kalplerimize hiçbir zaman gizli şirk bulaşmasın! Ve Rabbimizden daima dereceyle ölçülemeyecek bir aşk, terazide tartılamayacak bir ihlas ve vuslatına eriştirecek bir iman dileyelim! Dileyelim ki Allah’ın hoşnutluğunun ışıltısı yüzümüzü kaplasın; secdelerin nuru alnımızda parıldasın! Simalarımız, Yaratanımızı hatırlatsın! İçimiz, dışımız; özümüz, sözümüz bir olsun! Halkın yüzünde Hakk’ın tecellilerini seyredelim! Varlığı Allah için sevelim! Ne incitelim, ne incinelim! Cümle ettiklerimize, hulus-i kalp ile “Estağfurullah” diyelim!”
Tevhide dayanan iman, Allah için ibadet ve tüm âmeller, samimi bir ihlâsa dayanır.
Samimiyet ve ihlâs olmadan, Cennet’e gidilemez.