İdrak Yolları Hastalığı
Yeterince su içmezseniz idrar yolları hastalığı nükseder. Günümüz ifsad dünyasının endüstriyel gıdalarını yiyip-içtiğimiz müddetçe de idrak yolları hastalığına yakalanırız.
İrfan ehli der ki, ‘yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder!' Liyakatsiz
kimseleri göreve getirmenin başımıza ne dertler açabileceğini bu cümleden daha iyi ne izah edebilir?
Ehli hâl bir cümle kurmuşsa, onu hem akıl, hem de iman süzgecinden geçirmiştir.
İnsanların pek çoğu aklı kafada / beyinde zanneder. Oysa akıl kalptedir, gönüldedir. Aklı yanlış yerde aramaya devam edenler, bilgiyi / hakikati fizikten ibaret sanırlar. Aklın yerini tayin edemeyen kimseler ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın boştur. Gönül süzgecinde filtre edilmeden yapılan işler ve söylenen sözler hakikatten izler taşıyabilir, ama hakikat değildir.
Gerçek ‘deli' akıl muvazenesi yerinde olmadığı zannedilenler değil, midesi kirli olanlardır. Gönlü, aklı, idraki, hakikati, irfanı ve feraseti baskılayan ve yok eden şey, mideye girenlerdir.
Mideye girenler konusunda ehemmiyet göstermeyenler, hakikat konusunda isabetli görüş beyan edemezler. Sözleri suya yazılıdır. Söz ve davranışları hakkında gönüllerinde sızı oluşmaz. Gönlü sızı çekmeyen adam yeryüzünün en hayırsız zalimidir. O her şerri işleyebilir.
Bedenin ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Amma bir de (tasavvuftaki anlamında değil de) yaşarken ölmüş olan ‘esfeli sâfilin' mertebesinde olan kimseler vardır. Bunların gönülleri bedenlerini terk ettiği için, yerini cin ve şeytanlarca işgal etmiştir.
O kimse ne korkar, ne de utanır. İşçinin hakkını yer de vicdanı sızlamaz. Rüşvet alır verir de bunu bir hak olarak görür. Çalar da bunu gasp saymaz. Hakkı olmayan yerleri işgal eder de bundan dolayı hiç utanmaz. Milletin mal, can ve ırzına göz diker de asla ar etmez. Eksik bilgilerle fetva verir, zerre kadar yüreğinden aksi seda duymaz.
Bunların en temel nedeni midenin fesada uğramasıdır. Midesi çalışanların gönlü / aklı çalışmaz. Gönlü sızlayan adamın midesi haramı reddeder.
“Neden bu haldeyiz” diyenler genellikle küffarı suçlar da, kendi eli, dili ve midesine hiç bakmaz. Küffarla aynı raydan gider, aynı istasyonda durur da bundan rahatsız olmaz. ‘Bilim' der, ‘açlık' der, ‘gelişme' der, ‘Allah biliyor' der, ‘bu zamanda bu güç' der durur.
İdrar yolları hasta olan bir adamı tedavi etmek kolay da, idrak yolları kapalı kimsenin tedavisi dünyanın en zor işi. İdrar yollarında derdi olan bilir ki hasta, ama idrak yolları tıkanmış olan bunun farkına zor varır. Şifa, aramakla mümkündür. Ağrı bu yüzdendir. Ağrı duyduğunuzda doktora gidersiniz. İdrak yolları tıkanıklığında çoğu kez ağrı hissetmezsiniz.
DOMUZLU GDO CAİZ DEĞİLMİŞ…
Geçen bir hoca, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi X'in “İçinde domuz geni bulunmayan genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) ürünler helaldir” şeklindeki açıklamasını gönderdi. Bunu söyleyen zat, Din İşleri Yüksek Kurulu'nda üye imiş. Bu cümleye “fetva” demek imkânsız. Zira fetvayı ehil insanlar verir. Belli ki bu zat “ehil” değil. Zira açıklaması kendi içinde tutarsızlıklarla dolu.
Kim bu zat, nerede, ne demiş diye inceledim. Açıklama 2012'de gerçekleşmiş. Bu kişinin Kurul üyeliği de sona ermiş. Açıklamasına tepki gelmiş ve güya tashih etmiş ve “Bu konuda, alanın güvenilir uzmanlarının görüşü doğrultusunda maslahata göre hüküm vermek gerekir” buyurmuş. Klasik kıvırma cümlesi…
İlk açıklamasında, GDO'lu ürünlerle ilgili Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin, konunun uzmanı bilim adamlarıyla görüştüğünü, bazılarının lehte, bazılarının aleyhte görüş belirttiğini aktardıktan sonra, “Peynir mayalarının, domuz orijinli jelatinlerden olmaması gerekiyor. Haram olan bir şey kimyasal değişimler sonucunda asıl vasfını kaybetmişse, farklı bir madde ortaya çıkmışsa, başka alternatifi yoksa caiz olacağı ifade ediliyor, ancak domuzda bunu söyleyemiyoruz" da demiş imiş.
Belli ki bu zat, bu hususlarda bilgi sahibi değil. Konuştuğu panelde kendine itiraz eden çıkmamış.
“Hz Nuh'un çocuğu olmuyordu da “Allah'ım bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim” dedi. Allah bir kız verdi, sekiz yaşına gelince kesmeye dağa götürdü, bıçağı çıkarıp kayaya çaldı kaya yarıldı, tam kıza çalacakken, Azrail çıktı elinde bir keçi ile. ‘Ey Nuh! Dur kesme'” şeklinde hikâyede olduğu üzere, bu eski Kurul üyesinin neresini düzeltmeli bilmiyorum. Sussalar ‘ilim adamı' falan sanacağız, ama konuşup ifşa ediyorlar hallerini.
Beyefendinin cümlesinden “GDO'da domuz geni olmasa da mesela insan geni olsa helâl” hükmüne var zor değil. “Peynir mayalarının domuz orijinli jelatinlerden olmaması gerekiyor” cümlesi ise evlere şenlik bir cehalet örneği.
Adam bir şeyler duymuş ama ehil olmadığı için hepsini bir birine karıştırmış. Hayvanların midesinden / şirdenden elde edilen maya başka şey, hayvanların kemik ve derilerinden elde edilen jelatin başka şey. Aradaki farktan bile bihaber. Haksızlık etmeyelim, domuz, jelatin ve maya kelimelerini duymuş...
Din İşleri Yüksek Kurulu'nun “GDO caizdir” şeklinde bir görüşü yok. Hele ki, bu eski üyenin ifade ettiği biçimde bir beyanı da yok. Bu zat, Kurul'da konuşulanları uyuklayarak dinlemiş, “helal sertifika” kuruluşunun toplantısında da bu şekilde sallamış.
İSVİÇRE'DE OKUYAN DOKTOR…
2009 yılıydı, telefonum çaldı. Arayan başbakanlıkta görevli bir başdanışmandı. Biraz sohbetten sonra dönemin sağlık bakanına verdi veriştirdi. Bizde o sıralarda “domuz gribi” adlı masalın sözde aşılarını eleştirdiğimiz için bizi tavlamaya çalıştı. Ardından da bazı ayetlerin GDO'ya işaret ettiği yalanını söyledi. Deccal Tabakta eserimizde bu meseleye temas etmiştik.
İki yıl kadar sonra Din İşleri Yüksek Kurulu başkanı, bir kurul üyesi ve iki ilahiyat hocası ile yemek yiyorduk. Başkan, başbakanlıktan bir başdanışmanın kurula gelip, GDO konusunda sunum yaptığını, adeta “helaldir” diye fetva verin imasında bulunduğunu, ancak kurulun GDO'ya asla cevaz vermediğini söyledi.
Hocaya, size gelen isim şu an milletvekili mi ve ismi de şu mu deyince, nereden bildiğimi sordu. Aynı kişinin bizi de arayıp, aynı şeyleri söylediğini aktardım. İsviçre'de ihtisas yapmış bu doktor kişinin derdi neydi bilmiyoruz. Ama bir şeyi daha biliyoruz, bu zat bize başka bir isim söylemişti. Milletvekili olduğunda öğrendik, gerçek ismi farklıymış… Ama soyadı aynıydı.
Ezcümle diyoruz ki, aman ne yapın yapın idrak yolları hastalığına yakalanmayın. Yakalanıp yakalanmadığınızı anlamanın iki yolu var.
Bir: İslam'ın mide konusundaki hükümleri hakkında ne biliyor, ne uyguluyorsunuz? Buna bakmalı.
İki: Bir kötü eylem yapmak istediğimiz ve/veya yaptığımızda, kalbimizde sızı ve huzursuzluk hissediyor muyuz? Ediyor da tövbe edip kendimize çeki düzen veriyor muyuz, yoksa saldım çayıra deyip devam mı ediyoruz?