İdeolojik Yarılmanın Yüzeye Çıkışı: “Ayak Takımı” ya da “Çapulcular”
Ergenekon davasının yeni başladığı, darbecilerle AKP hükümeti arasındaki mücadelenin en keskin döneminin yaşandığı, 27 Nisan muhtırasının verildiği 2007 yılında, “Hükümetin uyguladığı politikalarla anlaşamamak ayrı, seçilmiş bir hükümeti hiç tereddütsüz darbecilere karşı savunmak daha ayrı bir konu. (….) Darbecilerin elini güçlendirmektense, seçilmiş hükümeti darbecilere karşı savunmak günün tek doğru görevidir” yazmıştım. (http://selamigurel.com/yazilar/politikada_temiz_kalmak.html)
Aynı günlerde darbecilerin, modernist elitlerin, dindarlar, başörtülüler ve sıradan halk için geliştirdiği aşağılayıcı propagandalar da zirvedeydi. “Göbeğini kaşıyan halk plajlara akın etmiş, millet denize giremiyordu” “Ayak takımı” her yeri işgal etmek üzereydi, tehlike büyüktü. O “ayak takımı” teyzelerimiz, amcalarımız, yeğenlerimiz, kuzenlerimizdi. Aralarında ayrıcalıklı generaller, zenginler, kariyer sahipleri, bankerler, fabrikatörler yoktu, bizdik yani. Gün oldu devran döndü, o ayakların gücüyle yürüyenler, o zor günleri onların desteği ile atlattılar. O günleri, “ayak takımı” sayesinde o koltuklarda rahat oturmaya başladıklarını unutup, keyfiliği, kibri temel yönetim tarzı haline getirmeye başladılar. Kendilerinden önceki iktidarların “ayak takımının” varlığını, özgürlüklerini, kimliklerini dikkate almayan tutumlarını devralıp, milyonlarca insanın sokağa çıktığı Gezi Eylemi’nden sonra, aynı aşağılayıcı dile sahip çıktılar. Hatta bir adım daha ileri giderek, “denetlediklerini” düşündükleri “ayak takımı” ile denetimleri dışında kalan “ayak takımını” karşı karşıya getirecek tehlikeli bir yola girdiler.
Bir önceki “Gezi direnişi ve iki farklı demokrasi anlayışı” başlıklı yazımda, tüm kitlesel direnişlerin toplumda iki farklı demokrasi anlayışı yaratmasının kaçınılmaz olduğunu yazmıştım. Bence, bu bir ideolojik yarılmadır, tüm elitistlerin, temsili demokrasiden başka demokrasi anlayışı olmayanların, bizim adına halk dediğimiz insan yığınını nasıl küçümseyip aşağıladıklarının, yani “bilinçaltının” yüzeye çıkmasıdır. Onların demokrasi anlayışları ile sıradan insanların demokrasi özlemlerinin karşı karşıya gelmesidir. Böyle bir durumda değişmesi gereken, geniş kitlelerin –onların deyimiyle çapulcuların- doğrudan demokrasi özlemi değil, toplumsal yaşamın dinamikleri ile uyuşmayan onların demokrasi anlayışıdır, yönetilenler değil, yönetenlerdir. Kitlelerden öğrenmeyen, öğrenemeyenlerin politik geleceği de, şansı da yoktur. Dün insanlar onları, küçümsenmediklerini hissettikleri için, kendilerini aşağılayan askeri vesayete karşı duydukları öfke nedeniyle desteklemişti.
-Hangi “ayak takımına” karşı kullanılırsa kullanılsın- bugün dil değiştiğinde, aynı dilin sahipleri, eninde sonunda aynı yolun yolcuları olmak zorunda kalırlar.