İ.Hakkı ile “Mistik Metal” (I)
Neden Mistik Metal?
İBRAHİM HAKKI GÜNDOĞDU: Mistik Metal yaşananlar, dünya, insan.. Onların dünü, bugünü yarını.. Beden ve ruh iç içeliğinin bu çağ versiyonu. İnsan mistisizmini atabilir mi mümkün mü? Ancak dolu dizgin bir şekilde metale doğru koşuyor, hatta doludizgin değil, deli divane.. Koşuyorsa insan nedir, nereye koşuyor... Teknolojiye hakim olduğunu sanan insan aksine onun esiri oluyor da haberi mi yok?. Bunun hassasiyetini yaşadım ve paylaştım..
BULUT: Siz Mistik Metal’le mutlaka bir mesaj vermek istiyorsunuz? Çağa bir şeyler söylemek istiyor Mistik Metal. Ne söylemek istiyor?
GÜNDOĞDU: Her şairin yaşadığı çağa mutlaka söyleyeceği bir şeyleri vardır. Tabii ki ben de işte bunları söyledim Mistik Metal’de. Önce sen insansın diyorum.. Her şeyden önce insansın. Demiri çelik yaptın diye, ona şekiller, hareketler verdin diye dünkü insanlardan daha büyük olamadın.. İnsansın sen.. Yalın halde de insansın, en süslü giysilerinle de insansın, uçağınla da, füzenle de insansın. Buradan başlamak lazım diye düşünüyorum ve damladan deryaya onu yazmaya çalışıyorum.. Onu haykırıyorum: sen insansın, hayalinle, duygunla, sevginle, aşkınla.. Teknoloji çılgınlığını anla ona dön, yani kendine dön.. sen ol..
BULUT: Kitaptaki bir şiirin ‘yağmur her şeyi biliyor..’ neyi biliyor yağmur?. Bu teknoloji çılgınlığını da biliyor mu?
GÜNDOĞDU: Neyi bilmiyor ki!. Yalın anlamda dahi düşünsen tarihe şerh düşürebilecek en uzun ömürlü hafıza. İnsanın en yakın şahidi. Dünyaya insan denen en şerefli varlık geliyor diye doğa gelin gibi süslenmiş.. Su da baş köşede oturtulmuş. O gün bugün insanın her şeyi: içeceğinden gözyaşına.. O hep ölümsüz. Adem’in içtiği suyu kim bilir kaç kişi daha içmiştir? Şiir diliyle, o duygudur, muhabbettir, meydir, kana kana içilecek olandır, aşk iksiridir.. Gerçekten yağmur her şeyi biliyor.. inanın biliyor.. (Gülüşmeler..) Bir başka şiirimde de: su gibi genç kal ey sevgili.. diyorum.
BULUT: Şiirlerinizde insana dair her şey var, en çok aşk var, aşk hep ön planda..
GÜNDOĞDU: Öyle olmalı değil mi?. Aşık yine var, yine haykırıyor. Yine mecnun gibi.. Ancak sesi bugünkü teknolojinin gürültüsü karşısında çok cılız kalıyor. Olaylar o kadar çok ve hızlı gelişiyor ki aşk bunların içinde milyonda bir gibi.. Kimse duygularını haykıramıyor. Hiçbir haykırışın sonuç getirmeyeceğini biliyor.. Bu kez insan içe dönüyor.. Çözüm bulamıyor, ne yapacağını şaşırıyor.. Bu intiharlara kadar gidiyor. İşte biz bunları açmak için yoldayız.. İntiharı ihtilale çevirmek için yoldayız. İstisnasız her insan için teyakkuz halindeyiz.. Acısından aşkına...
BULUT: Peki dün her şey sütliman mıydı? Âşıklar, haykırabiliyor, seslerini duyurabiliyor muydu? Maşuklarına kavuşabiliyor muydu?
GÜNDOĞDU: Öyle olsa, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şiirin, Kerem ile Aslı ve daha niceleri olur muydu? Dünün hakim güçleri ve töreleri belki bugünden daha katıydı. Ancak şimdi küresel bir çevirme söz konusu.. Olağanüstü bir esaret var.. Herkes köle.. İliklerine kadar köle.. Hatta bazen kim efendi kim köle o bile birbirine karışıyor. Vardı tabii, dünün de problemleri çoktu.. Ancak bugün sömürü küresel, iliklerine kadar.. Bize çook iş düşüyor çoook..
BULUT: Bu bağlamda dünü ve bugünü halkından yöneticisine mukayese edersek ortaya nasıl bir tablo çıkar?
GÜNDOĞDU: Dün toplumda açılım zor, ilişki ve ulaşım kısıtlı idi. Halk da cahildi. Bilgiye ulaşmak bazen imkansızlaşıyordu. İlim, soylu ve rahiplerin tekelinde idi. Soylu matbaayı tamamen haremine almıştı.
Bugün.. Bugün ilim her yerde, hatta herkesin evinin önünde ama ona kimse kapısını açmıyor.
Sonra ilme evrensel dedik anası belli olmayan sokak çocuğuna benzettik onu.
Bir tarih perspektifinden bakarsak:
Feodal zaman: soyluların ve rahiplerin oldu.
Mutlakıyet: kralların..
Coğrafi keşifler ve Rönesans: burjuvazinin
Demokrasi: halkın, güya halkın.. Halk şimdilerde yetim, varın gerisini siz düşünün.
Aristokrat devlet nihayet demokrasiye dönüşmüş bu da şiirin rahatlamasına sebep olmuştu. O döneme kadar şair ifade rahatlığı noktasında özgür değildi. Demokrasi herkesin olduğu gibi şairinde duygularını özgürce ifade edebilme serbestliği gelmişti. Ancak demokrasi çağı teknoloji çağının, bir başka deyişle tüketim çağının esiri olunca işler yeniden karıştı.. Yani karşımızda bireye özgürlük sunan bir demokrasi var ama, aynı demokrasi bir başka gücün esiri.. teknolojinin.. teknolojiyi yöneten küresel sermayenin..İş burada alabildiğine karışıyor..
BULUT: Şiirin tarihle, geçmişle ilgisi var mıdır, varsa ne kadardır?
GÜNDOĞDU: İngiliz şair Eliot: Büyük şiir bir geleneğe yaslanmadan yazılamaz. Şair şimdiyle geçmişin kesiştiği noktada yaşamalı, diyor.
Bir kere şair kelimelerle şiirini yazıyor, sözlerle okuyor.. Kelime ve söz ikisi de tarihin derinliklerinden geldiği için değerlidir. İkisi de damıtılmıştır, mayalanmıştır, bu uzun tarih yolculuğunda nice anlamlar kazanmıştır.. Kelimenin anlam derinliği tarihi derinliği ile orantılıdır.. Bir bu açıdan bakmak lazım, bir de duygular, düşünceler, hayaller ve umutlar onlar da arka planıyla güçlüdür. O yüzden şair hem şiiri ve tekniğini iyi bilen biri olarak hem de aynı zamanda kelime üstadı olarak, o kelimenin doğuş ve gelişim serüvenini bilen olarak bir tarihçi duruş sergilemek zorundadır.
Sonra yine Eliot’un dediği bir şey daha var: ‘Şiir en ulusal sanat dalıdır. Çünkü bir ulusu başka uluslar gibi düşündürebilirsiniz ancak, hissettiremezsiniz.’
Şair evrensel bir duruş sergilemelidir.. Çünkü şair tüm insanlığın değeridir, ancak çıkış noktası millidir. Çünkü o en iyi şiirini sadece en iyi bildiği dille değil, en iyi hissedebildiği dille yazabilir. Bu da şairin ana dilinden başkası olamaz. Tabii ki bu şairin ırkçı olacağı anlamına gelmez. Şair tüm insanlığı kucakladıkça büyür.. Yunus gibi, Mevlana gibi..
BULUT: Özellikle bazı nesir yazarlarının ‘şiir öldü’ ifadesini kullanmalarına ne diyorsunuz?
GÜNDOĞDU: Dostlar korkmasın şiire hançer işlemedi, füze hiç işlemez.
Şiir daralmıyor, aslında insan daralıyor. İnsan ve şiir ayrılmaz iki parça çünkü: altıbuçuk milyar insan teknoloji karşısında büzülmüş, içine kapanmış, korku abidesi, tereddüt ormanı haline gelmiş. İnsan teknolojiyi yaratıyor sonra onun kölesi oluyor. İnsanın her şeyi yaşam mücadelesi verdiği gibi, şiiri de çarkların arasında yaşam mücadelesi veriyor.
Günümüze ‘düşünme çağı’ denmesine rağmen teknoloji insanlara derin düşünme, zevk alma ve kültür edinme alışkanlığı vermiyor. Aksine olanı da elinden alıyor.. Sadece insanı daha çok esir alabilmek için olsa gerek ha bire anlamsızca meşgul ediyor. Sonunda insanı makineli cahil yapıyor. Her şeyi güçlüye benzetiyor. Böylece tek insan tipi doğuyor. Böyle küstah ve acımasız tavır karşısında neylesin şiir?.
Tek insan, tek kültür, tek anlayış.. Güya merkezde örnek bir insan.. insan olmak istiyorsan onun gibi düşüneceksin, onun gibi yiyecek, onun gibi içecek, onun gibi giyineceksin. Bu insan tipinin her şeyi bir merkezden üretilir.. Bu aslında artık bir insan değil bir robottur.. İşte şiirin burada yeni bir görevi başlıyor.. Teknolojinin bu gücü ve sesi karşısında pes etmeden haykırmak.. Ey kişi şen insansın, robot değilsin, sen farklısın, senin her şeyin, her özelliğin ayrı bir orjinalitedir.. Senin parmağındaki çizgiler bile farklıdır, ayrıdır, orijinaldir. Değil mi ki şiir, her kişide (yazanda, yazamayanda) öz kendiliktir, farklılıktır, ayrı bir şahsiyettir.
her şeyin çok hızlı eskidiği ve tükendiği bu çağda insanlar baş döndürücü hız karşısında göremiyor.. Göremeyenler de yok sayıyor.. Hız karşısında ayrıntılar görünmez ama vardırlar.. Onlar için yürek gözü, duygu gözü gerek. Bu da ancak şairlerde bulunur. Halkın çile çektiği yerde şiir mutlu olamaz. Çünkü şiiri yazan şair halkın bu çilesini en içten hissedendir. Bugün halk çile çekiyor şiir de çile çekiyor. Şiir ölümsüzdür çünkü.. Bilinçli beyinlerin ölümsüz olduğu gibi..
Bir de geleneğin reddiyle yol almak isteyen keçi yollarına tırmanan şairlerin duruşlarını tenkit için şiir öldü diyenler da vardır. Burada öncü kuvvetin görevi kolaycılık yapıp şiiri öldürmek değil, asli görevine dönerek şiiri ali vadisine çekmeye çalışmaktır.,
Her iki halde de şiir vardır.. Çünkü insan vardır. İnsan varsa aşk vardır. Velhasıl şiir capcanlı vardır.
BULUT: Peki bu dönemde halkın şiire bakışı nasıl?
GÜNDOĞDU: Ortaçağda halk adına soylular düşünürdü, ancak az da olsa direnç gösteren burjuvazi vardı. Bir de onların desteklediği sanatkarlar.
Bugün özgürlükler çağında sistem tamamen bir yöneten ve yönetilenler noktasına indirgendi. Halkın üzerinde çok oyunlar oynandı.. Tüketim çağı çünkü, halk sürekli yönlendirilmeliydi.. Öyle de oldu.. Her türlü özgürlüğü kazandığını sanan halk modern köle haline getirildi. Geçmişten farkı, eskiden köle köleliğini bilirdi.. Şimdikiler özgürüm diye haykırıyor. Ancak yönetenlerin onlara sunduğu küçük bir açık hava zindanında bunu yaptıklarını bilemiyor.
En kötüsü de halkı menfaatçi, yaptılar.. Halk şiiri bile ihtiyaç noktasında düşünür oldu. İşime yarıyor mu? Hangi zamanda yarıyor?
Mesela, Kahramanlık günlerinde misiniz? Hadi Necip Fazıl’dan Sakarya türküsü, Mehmet Akif’ten Çanakkale, Nazım Hikmet’ten Kuva-i milliye.. Kahramanlık günleri kutlandı ve bittiyse, şairlerin de şiirlerin de adı anılmaz oluyor.
Halk ne etsin! Bunun böyle olması gerektiğini sanıyor.
BULUT: Dünden devraldığımız kültürün bugün değerini biliyor muyuz?
GÜNDOĞDU: Yaşam öyle bir hızla akıp gidiyor ki değişimlere yetişmek mümkün değil. Çağ değişti ve baş döndürücü bir şekilde bu devam ediyor. Bilgi çağı, bilgisayar, internet, iletişim.. Yaşantı, yol, dertler, problemler, kış akşamları her şey değişti ve değişmeye devam ediyor..
Bu hızlı değişim önce kültürü vuruyor.. ta böğründen.. Çünkü kültür geçmişten bugüne tüm sanatların anlayışların damıtılmış ve mayalanmış birikimleridir.. Şimdiki hız ne damıtmaya, ne de mayalamaya müsaade ediyor. Bir vicdansız yok edici tüm değerleri yok ediyor.
BULUT: Peki Şiirin burada durduğu yer nerede?
GÜNDOĞDU: Çağ her şeyi kendine göre şekillendiriyor.
Fotoğraf geldi resim yön değiştirdi. Renk cümbüşü oldu, derinlik kazandı resim.. Mücadelesine böyle devam eder oldu.
Şiir de teknoloji karşısında yeni tarzlara doğru yürümeğe çalışıyor.
Bazı nesir yazarları kolaycılık yaparak, hatta bence yazıya ihanet ederek şiir öldü diyebiliyor ya!. O zaman insan öldü. Şiir çıkmazdadır doğru. Çünkü insan çıkmazdadır. Bu çağda ne çıkmazda değil ki!.
Şiir kendi başına yaşayan soyut bir yaratık değil. Geldiği sebepler, seslendirmek zorunda olduğu yerler var. Dönemlere bakın göreceksiniz. Şiir birçok şekle girdi.. Bu bizde de öyle dünyada da.. Bugün şiir dünyadaki o korkunç teknoloji sesi ve hızı karşısında büzüldü içine kapandı.. Dadaizm den garip hareketine, 2. yeniyle günümüze kadar bu manada bir arayış içinde oldu. Öyle bir noktaya geldi ki bazen anlaşılmaz olmayı yeğledi. Ben diyorum ki bugün artık yine insan yüreğini yuvası kabul edip şiir haykırmalı.. Bu fabrikadaki sesi bastırmak için değil tabii.. Yüreği mutmain etmek için olmalı. Yürek yürek haykırmalı.. Tanka tüfeğe karşı taş atan çocukların tavrı gibi.. kararlı ve masum.. Şiir keçi yollarından, ham vadilerden çıkmalı.. Şairlere çok iş düşüyor.
öncelikle şiir kitabınız Mistik Metal hayırlı olsun.. Okudum şiirlerinizi çok beğendim.. Röportajınız da ayrı bir tadda.. Önemli konulara değindiğiniz için ayrıca teşekkürler.. Başarılarınızın devamını diliyorum.. Selamlar..
Ressam Ahmet Osman Öztürk
Aralık 16th, 2010 at 12:37