Hüzünlü Ayrılık
Furkan, eve gelen babasına, minicik bedenindeki gücüyle sarıldığında, Güray’da girdabın içinde bir kez daha kaybolduğunu hissetti. Ayrılmanın acısını,yüreğinin derinliklerinde hissetti. İki dudağı arasından çıkacak, ‘ben artık bu evden gi-di-yo-rum!... ” sözcüğünü karısına nasıl söyleyeceğini bilemedi. Oğlunu ardınca öpmeye başladı. Bu kez ağlamaktan utanmadı. Gözyaşları oğlunun yanaklarını ıslattığında Furkan,
“ Baba, sen ağlıyor musun?”
“ Ne ağlaması oğlum. Hem erkekler ağlar mı? Salatadaki soğan, çok acıymış,” Annesinin özenle hazırladığı yemekler gerisin geriye mutfağa kaldırıldığında, Furkan’da babasının kuruyan yanaklarını öpüp oyun odasına yöneldi. Güray’da karısı Begüm’ü hayatının gerçek oyunu için balkona davet etti. Begüm, ellerinin ıslaklığı arasında kulaklarını, eşinin iki dudağı arasından çıkan ‘senden ‘ sözcüğünün gerisinin ne anlama geleceğini tahmin etti.
“ Evet Begüm, seninle evliliğimiz süresince genelde anlaşmazlık içindeyiz. Bu böyle gitmeyecek. Senden ayrılmak istiyorum!...” sözcüğü çok ağırdı. Gözyaşları arasında zorla söyleyebildiği,
“ Ay- rıl- mak- mı?” sorusu titrekti.
“ Evet!... Bundan sonra, evliliğimizin artık yürüyeceğine inanmıyorum!...”
“ Başka birisi mi var?”
“ Yalnızca bu evliliği devam ettiremeyeceğimi söyledim.”
Begüm, ela gözleri ardındaki göz yaşlarını dizginleyemedi. Bir süre sessizlikle boğuştu. Başkaca bir şeyler duymak istemeden hızla oğlunun odasında soluğu aldı. Henüz uyumayan oğlu, annesinin sürekli öpmesine bir anlam veremedi,
“ An- ne, ne oldu size? Neden ağlıyorsun?”
“ Ne ağlaması oğlum? Senin çok sevdiğin patates yemeğini yapıyordum. Soğan çok acıymış. Gözlerimi yaktı. , hem de ne acı…” Furkan,
" Ne biçim soğanmış bu? Ben de anlamadım."
Begüm, masalların derinliğini oğluna anlattı. Bir varmış, bir yokmuş içinde mutluluğu çizdi. Kaf dağı ardındaki evlerin kahkaha dolu güzelliklerini anlatmaya devam ettiğinde Furkan’ da göz kapağının gelgitleri arasında uykusuna çoktan dalmıştı. Oğlunun yüzüne uzun süre bakarak düşündü. Ölü toprağının üstüne atılmışlığını nefessiz duyumsadı.
Birden kolunun, kanadının kırıldığını hissetti. Ben şimdi yalnız ne yaparım? Sorusuyla baş başa kaldı. Kaderimi kendim çiziyorum. Beynimde neler olup bittiğine bir türlü anlam veremiyorum. Acaba bu ortamı ben mi yarattım? Böyle bir hayat tarzı tohumlarını ben mi ekmiştim? Her şey kendi türünü tekrar ürettiğine, karpuzun tohumundan üzüm olmayacağına göre, bunda benim de suçum olsa gerek. Çünkü, artık ok yaydan bir kere çıktı.
Geriye dönüşü yoktu. Zira, artık ben inancımı yitirdim. Ona olması gerekenden daha yakın davranmadım mı? Dişilikse, dişiliğimi vermek istedim. O yaklaşmadı. Her şeyi alttan almaya çalışmam mı Güray’ı şımarttı? Bağırdığında, kocaya söz söylenmez terbiyesi ile karşılık bile vermedim. Yoğun tempoda çalışmak, yemek yapmak, ütü, temizlik, çarşı, pazar ve bunların dışında daha neler yapmam gerekirdi ki? Geri kalan gizem ne olabilir ki? Belki de bunları yapmam mı bizimkini rahatsız etmişti? Onun karşısında umursamaz davranıp, bağırmalı mıydım ? Acaba bu davranışım mı ona çekici gelirdi? Evet, artık üzülmenin bir anlamı yok artık yaşantımda eski imajımı silip, yeni bir sayfa açmalıyım. Önceki davranışlarım karanlığıma neden olacaksa, artık içimdeki aydınlığı yakmam lazım.
Fakat, bunu nasıl başaracağımı bilemiyorum. Değişmek istemek her insan için çok kolay bir kavram mıydı? Mevlana, iki dağın yerini değiştiğine inanırmış da, insanın huyunu değiştirdiğine inanmazmış. Evliyiz ama kağıt üstünde kaldı bu. Aylardır teni tenime değmedi. Sanki beyni beynimden uçup gitmiş. Her gece uykularımın katili gibi. Gecenin bir yarısı ne yapıyor? Kiminle? Başına bir şey mi geldi? Bilinmezliklerini düşünmek zorunda mıydım? Bir çocuğu korumak gibi sevgi virüsü içime yerleşmiş. Kör olası!...keşke sevmeseydim. Bu onu hak etmiyor ki, Sevgi, karşılıklı olmalıydı. Biliyorum, insan sevdiğini koşulsuz sevmeli, her şeye rağmen sevmek lazım. Ama ben bir kadınım. Kadınlar iltifat ister. Korunmak ve bir çiçeğin suyu ve güneşini beklediği gibi sevilmeyi bekler.
Yüreği bir kez parçalanmıştı. Düşünceler yumağı arasında göbeğinin şişkinline bakıp, bir şamar indirdi. Kendisine kızdı. ‘ işte böyle olursan el oğlu da seni beğenmez!..’ sezerişine, ‘bu benim suçum muydu? Hiç mi anne ve babamın suçları yoktu? Genetikse, benim ne suçum var. ’ yanıtıyla kendisini teselli etti. Güray denen koca bozuntusu, beni bu hale getirmede hiç mi suçlu değildi? Ona kızdım, hırsımı mutfaktan aldım. Bir ben miydim sanki, eşinden ayrılacak, diye teselli bulmak istedi. Karnının guruldamasına sertçe yanıt verdi. ‘Yeter artık, ne geldiyse, senin bitmek bilmez isteğinden geldi. Bak elin kadınlarına, iştahlarına dur diyebiliyorlar!... Pis boğazlı ne olacak!...’
Kendisini fazla yıpratmanın bir anlamı olmayacağını düşünerek. “ Kendine gel Begüm!” komutuyla aynanın karşısında gözyaşlarını sildi. Makyajını tazeledi. Kararlı ve güçlü olmanın çocuğu için daha iyi olacağını düşündü.
Kamyon evin önüne yanaştığında Güray’da işinde yoğun çalışıyordu. Begüm, eşyaların kamyona girmesiyle evine son kez baktı. Anılarına bir kez daha ağladı. Oğlunu kucağına aldığında kamyon da “ Ayrılık kolay değil…” türküsü eşliğinde geleceğe doğru yavaşça ilerliyordu…