Hukuk Yaratmayan Yargı Sisteminin Yıldızı Mahkemelerinden Medet Umar Hale Gelmesi Üzerine
Bizim çocukluğumuzda, siyasilerin ağızlarında sıkça duyduğumuz bir siyasi tekerleme vardı: “Hak-hukuk mu, gak-guk mu?” gibisinden… Sık olmasa da bazen arada bir duyduğum olur. Ve bize hep şunu anlatmaya çalışırdı siyasi demeçler, özellikle Turgut Özal, “Efendim, önceliğimiz ekonomik kalkınma olmalıdır, demokrasi daha sonraki iş…” gibisinden… Bir gerçeklik payı var, demokrasi, refah seviyesi yükseldikçe ve gelir adaletsizliği azaldıkça daha bir güzel oluyor. Toplumsal örgütlenme, örgütlenmelerin öz denetimi, sorun çözme, refah ve adalet dağıtma daha adil oluyor. Ve insanlar geleceğe daha bir özgüvenle bakıyorlar, üstelik akılcı gerçekçi bakıyorlar. Hayaller bile farklılaşıyor, toprağın altında kendisinin neleri beklediğinin karamsar hayallerinin yerini, insanlık medeniyetine adını yazdırabilmenin ışıltılı gayretkeşliği alıyor. Sadece zenginliğin yetmediği petrol zengini Arap ülkelerinin geldiği nokta itibariyle görülüyor.
Lakin demokrasi olmadan da yaratılan zenginliğin (nicel ekonomik büyüklükler) refaha (nicel ve nitel ekonomik büyüklükler) ve adil gelir bölüşümüne yetmediği de bizim yakın tarihimiz itibariyle görülüyor. Çünkü demokrasi, siyasal ve ekonomik toplumsal bir organizasyon olmanın yanında, bu organizasyonun sağlıklı işleyişi için gerekli olan özdenetim ve oto kontrolleri de içinde barındırmaktadır. Demokrasinin içinden özdenetim kurumlarını ve medya ve STÖ’nin otokontrol mekanizmalarını çekip aldığınızda, bir yaşam biçimi olmaktan çıkmakta ve bir seçim tekniği olmaktan öteye geçememekte, demokrasisiz bir cumhuriyete dönüşmektedir.
Sonuç itibariyle zenginlik ve refah tek başına demokrasiyi güçlendirmeye yetmiyor, özdenetimden ve otokontrolden yoksun bir demokrasi de tek başına adaletin ve refah bölüşümün adil olmasına yetmiyor. Birlikte yürümek zorundalar…
……………….
Demokraside duygular sevmeye yarar, insanları sevmeye, âşık olmaya, kendini doğa ile özdeşleştirmeye, sanata ilgi duymaya, edebiyata yakın durmaya; çevrene, barışa ve savaşa, zulme ve başkaldırıya duyarlı olmaya yarar… Lakin devlet yönetiminde duyuların yerini akılcılık alır¸ gerçekçilik alır, sorun çözme iradesi alır; hukuk, ekonomi vs gibi toplumsal bilimler tekniği alır.
Uluslar arası ilişkilerde ise sadece akılcılık da yetmez, diplomasinin “çakallıklarını” da iyi bilmek gerekir… Çünkü bu alandaki denge, fonksiyon ve türevler çok daha karmaşık ve yuvarlaktır. Size görünenin (gösterilenin) altında neler döndüğünü, ne hamleler yapıldığını bazen yıllar sonra öğrenebilmekteyiz. Onun için diplomasiye bodoslama, mahallenin “Tuzsuz Deli Bekir’i” edasıyla dalınmaz.
…………..
Geçmiş yıllarda Ergenekon, Balyoz vs. davaları için yazmıştım, Türkiye son yıllarda hukuk eğitiminde ve hukukçu yetiştirmede gerilediği için, bunda 12 Eylül rejiminin büyük günahı vardır, bu tür geniş ve çok bilinmezi olan davaları sonuçlandıramayacaktır, diye… Nitekim 5-6 sene sonra tüm sanıklar serbest bırakıldı ve davalar yeniden mahkemelerde görüşülecek… Bu davaların sil baştan aşamaya gelmesini sadece kumpas ve “paralel yapıya” bağlamak ucuz kolaycılık olur. Türk yargı sistemi, “hukuk yaratma” özelliğini yitirmiştir. Davalar, bir yargılama tekniğinin somut bir olaya uygulamaktan öteye gitmemektedir. Yani özün önceliği ihmal edilmektedir. Hal böyle olunca toplumun aradığı “adalet dağıtımı” vicdanları rahatlatacak şekilde gerçekleşmeyecektir.
TSK’ya yönelik “kumpasın”, emniyet mensupları ayağına yönelik tutuklamalardan da bir şey çıkmayacaktır. Onlarda belki 5-6 sene içeride kalacak, sonra bunları içeride tutacak yeni bir kanun yapılmazsa dışarı çıkacaklardır. Çünkü daha baştan davanın mahkemeleri tarafsızlığını ve adalet arama peşinde olmadığını göstermiştir. Sanki “Yıldız Mahkemesi” kurulmuştur. (Yıldız Mahkemesi, Sultan Abdülaziz’in ölümünden 5 yıl sonra sorumlu tutulan Mithat Paşa’nın yargılanmasına yönelik, sonucu önceden belli, özel olarak oluşturulan ve Malta Köşkünde bir çadırda kurulan mahkemedir.)
Şimdi toplum, Ergenekon vb. davalarının suçlusu ve suçsuzu var mı bilemiyor. Sanıkların ve ailelerinin yaşadığı acıların dışında ortalıkta somut bir şey yok. Paralel yapı davalarının da suçlusu ve suçsuzu ayırt edilemeyecek, siyasi erke direk bağlı emniyet sisteminin yürüttüğü “kumpasta” siyasetin ne derece etkisi ve rolü olduğunu toplum bilemeyecektir.
………….
Hukuk yaratamayan bir yargı sistemi, refahı adil dağıtamayan bir ekonomi altyapısı (ticaret ve vergi mevzuatı) demokrasiye güveni; demokrasinin sorunlara esnek, yumuşak geçişli çözümler üretme yeteneğini törpülemektedir. Bunlar toplumda adaletin tecelli edeceğine dair şüpheleri güçlendirmektedir.
Demokrasilerden adalet dağıtma yeteneğini kaldırırsanız, özdenetim ve otokontrolün işleyişinin önüne engeller koyarsanız, demokrasinin varacağı yer neresi olur acaba?
…………
Mecalim yetmiyor ama 2014 Türkiye’sinde Suriye sorununa, Iraktaki mezhep savaşına, IŞID Örgütünün ’in Allah adına Müslüman boğazlamasına, İsrail’in bir bahaneyle Gazze’ye insanlık dışı saldırılarına, Gazze’ye egemen olan HAMAS yöneticilerinin inadını; yolsuzluk ve rüşvet fezlekelerinin unutturulmaya çalışılmasını, Cumhurbaşkanlığı adaylarından beyefendi ve kucaklayıcı bir üslupla sürdüren Ekmel İhsanoğlu, yapıcı ve dengeleyici bir üslupla ilerlen Selahattin Demirtaş ve bildik külhanbeyli, saldırgan ve her seçimde bir vesayet veya darbe evhamını diline dolayan R.Tayyip Erdoğan yarışını yukarıdaki genellemeler ışığında anlamaya çalışıyorum. 24.07.2014
İyi Çalışmalar...
Asım SES