Hukuk Eğitiminde Türkiye
Ülkemizdeki üniversite eğitiminden soyutlanmış Hakim, Savcı ya da Avukatların mesleki nitelikleri tartışması bana, biraz eksiklik içerir gibi geliyor.Öncelikle, üniversite eğitimi ele alındığında görülecektir ki; üniversite hocaları bilimsel üretim yapmadan ve hatta bilimsel hırsızlık yöntemi kullanarak tez verenler tarafından istila edilmiş durumdadır.
Üniversitede verilen eğitimin (!) bize bir hukukçu kimliği kazandırmadığı gibi mesleki olarak yeterlilik bile kazandırmadığı ortadadır. Zira tartışma meslek üzerinden ağırlıkla yapılmakta ve fakat hukukçu kimliği üzerinden yürütülmemektedir. Bu demek değildir ki; mesleki tartışma yapılamaz. Tabii ki yapılır ancak, bir tartışmada mesleki yetersizlik genellemeye yönelik yapılıp tartışılıyorsa burada mesleki eğitimin alınmasına ilişkin bir sorun var demektir.
Üniversitede hukukçu kimliği kazanamdığımızdan (kendimi katmada bir beis görmüyorum, ancak olmaya çalışıyorum) ileride avukat, hakim yada savcı kimliği ile kendimizi ifade etmekte ve bu ifade ediş biçimi dava kazanma kaybetme, dosya bitirme dava açma gibi mesleki ama asla hukuki olmayan parametlerle ölçümleri kullanmamıza sebep olmaktadır. Sakın olaki, bu parametlerin kullanılmasının yanlış olduğunu söylediğim düşünülmesin, sadece verilen hükümlerin, kapatılan dosyaların, hazırlanan iddiarnamelerin ya da avukatlarca kazanılan davaların, (malum avukat dava kazanır) ya da kısa zamanda verilmiş bir hükmün ölçüme esas alınması yetmez, aynı zamanda yargılamanın yapılış biçimi ile verilen kararın adil ve hukuka uygun olması gerekir.Bu bazı zaman meri kanunlar nedeniyle hukuka aykırı bir hüküm dahi oluşturabilir. Zira, her yazılı metin usulüne uygun hazırlandığı sürece kanunlaştırılması mümkün olması açısından kanun niteliğini alabilir ancak, her kanun salt kanun olması sebebiyle hukuka uygun bir metin anlamınıda kazanmasına yetmez.Bu nedenle Üniversite eğitiminde aynı sıraları paylaşan dostların daha sonra bulundukları koşulların etkisi ile bilincini oluşturması ve bilinçle beraber okuduğu ve aynı işlevin parçası olanlara yabancılaşması sadece ve sadece hukukçu kimliğinin kazanılması ile aşılabilir. Bu ise genel olarak yaşadığımız ortamın bilincimizi oluşturmasını engellemek ve bizim bilincimizle yaşadığımız ortamı değiştirme gücümüzü kazanmış olmamız ile izah edilebilir.
Sonuç olarak, niceliğin niteliği yendiği bir cehalet dönemini yaşayan dünyanın bizlerde Türkiye’deki parçalarıyız. Yapılması gereken iş Üniversitedeki Hukuk eğitimini hukukçu yetiştirebilecek hale getirmekle işe başlamaktır. Hukuk felsefesi ve sosyolojisinin üvertür ders olmaktan çıktığını düşünce ve toplumların gelişim tarihlerini bilen kendi yazdığı tezlerle hukuk gelişimine katkıda bulunmuş hocaların bulunduğu bir eğitim. Bu yetmez, bunun devamında sav ve savunmanın aynı yetki ve koşullarda olduğu, adliyenin sadece hakime bırakıldığı ve terfi ile tayinde ve disiplinde ve ücretinde hakime hakimden başkasının karışmadığı bir sistem. Devamla, sav’ın hazırladığı iddianamelerin sonucunda kurulan hüküm oranının mesleki yeterliliğinin ölçülmesinde parametlerden biri olarak alındığı bir sistem. Savunmanın bu işin sadece para kısmını değil hukukun gerçekleşmesinde içtihat yaratan hukuka aykırı yönetmelik, yasa iptali sağlamaya yönelik davalar açmayı da hedeflediği bir hukuk alemi yaratılması gerekir.Yaşadığımız ortama bir bakın böylesi verimli bir ortamdan bahsedebilirmiyiz. Şu anki sorun, hakim savcı yada avukat sorunundan evvel hukukçu kimliğinin yitirilmesi sorunudur. Hukuku ihlal konusunda üç meslek gurubu yarışma halindedir.
Ve unutmayalım ki, mücrim çoğalınca cürüm zail olur. Saygılarımla..