content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

01 Haz

Hoşgörünün Kanatları Yahut Mevlana

Gönül erleri maddeten ölseler de manen gönül- lerde yaşarlar. Çünkü onların davası Allah'ın davasıdır. İlayi kelimetullah davası için nefes alan bu ulu zatlar, dünyayı bir durak olarak görmüşlerdir. Gerçekte dünya cennet hayatını kazanmak ve manevi mertebe elde etmek için bir mekteptir. Bu mektepte ham ruhlar manevi ilimlerin ziyasıyla olgunlaştırılır.
Mevlana, ölümü şeb-i arus yani düğün gecesi olarak görecek kadar büyük bir Hak dostudur. Onun şu veciz sözü hayata ve ölüme bakış açısını göster- mektedir: “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerinde- dir”
Büyük Türk mutasavvıfı ve düşünürü Mevlana Celâleddin-i Rumî, 1207 senesinde dünyaya gelmişti. İranlılar, eserlerini Farsça yazan Mevlana'yı kendile- rinden sayıyorlar. Biz ise Mesnevi'yi ve Mevlana'yı yeterince tanımıyoruz. Mesnevi Farsça yazılmışsa da pek çok şair ve yazar tarafından dilimize çevrilmiştir. Her ne kadar orijinalinden okunduğunda alınan hazzı alamazsak da tercümesinden de pekâlâ manevi lezzet alabilirsiniz. Günümüz gençleri Mesnevi'yi ve Mevla- na'yı sadece isim olarak biliyorlar.
Mevlana dikkatlice okunduğunda çok büyük sırlara vakıf olunur. Onun düşünceleri soyutlamalarla ve emsallerle ifade edilmiştir. Kendisinden etkilenen çok geniş bir kitle vardır. Pek çok şair ve yazar Mevla- na'nın nurlu fikirlerinden istifade ederek eserlerini güçlendirmişlerdir. Mesnevi'deki duygular halkın manevi çeşmesine dönüşmüştür. Bu çeşmeden içilen her damla, çölleşen ruhlarımızı vahaya çevirmiştir. Ünlü Mevlevî Divan şairi Şeyh Gâlib'in kendi eserleri hakkında “Esrârın Mesnevî'den aldım - Çaldımsa da mîrî malı çaldım” demesi Mevlana'nın millete mal olduğuna, ortak bir değer olarak görüldüğüne işaret- tir. Bu millet, onun yolundan giderek sevgi ve hoşgörü burçlarına bayrak dikecektir.
Bugün büyük buhranlar anaforunda kaybolup giden insanlık, Mevlana'nın manevi reçetesiyle uçurumlardan düzlüğe çıkacaktır. Son zamanlarda özellikle Batılılar bunu fark etmiş, Mevlana'ya alaka duymaya başlamışlardır. Onun sevgi ve hoşgörü manifestosunu insanlığın gönüllerine nakşetmenin mücadelesi içerisine girmişlerdir. Bu gidişle Avrupa- 'da ve ABD'de insanlık adına güzel olan ne varsa kısa zamanda kapitalizmin çarklarında dağılıp gidecektir. Bizdeki gidişat da bundan çok farklı ve ehven değildir.
Dini ve insanî değerleri öğüten ve yok eden materyalizm değirmeni günün birinde insanın ruhundaki manevi boşluğu doldurmaktan aciz kalacak, insanlık gayya çukurlarında debelenerek hayatını zindana dönüştürecektir. Sosyal ve maddi refah mutlu olmak için yeterli olamayacaktır. Zira ruhlar ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşurlar. İngiliz Doğu bilimci Prof. Dr. Arthur J. Arberry “Mevlâna, yedi yüz yıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa'yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” diyerek bu büyük gönül insanının hakkını ve büyüklüğünü teslim etmiştir. Onlar bu gerçekleri görürken bizim insanlarımız nedense kurtuluşu Batılı değerlerde aramaktadırlar.
Tasavvuf, Doğu ülkelerinin ruhunun gıdasıdır. Bu görüş etrafında zengin bir edebiyat oluşturulmuştur. Tasavvuf edebiyatının mümtaz simalarının başında da Mevlâna Celâleddin-i Rumî gelmektedir. O, Anadolu'nun kısa zamanda İslâmlaşmasında çok büyük rol oynamıştır. Asıl adı Muhammed Celâleddin olan bu büyük Allah dostunun mahlası Rûmî'dir. Celâleddin Rumi, 30 Eylül 1207'de Belh'te doğdu. Tarihî kaynaklara göre annesi Mümine Hatun, Harzemşahlar'dan Alâeddin Muhammed'in kızıdır. Rumî'nin babası, devrinin ünlü bilginlerinden biri olan ve Sultanu'l Ulema diye anılan Hüseyin oğlu Bahaeddin Veled'dir. O, baba tarafından Hz. Ebu Bekir'e, anne tarafından da Hz. Ali'ye dayanır. Zamanın en büyük bilginlerinden Seyyid Burhaned- din tarafından 45 yaşına kadar eğitilmiştir.
Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled büyük bir âlimdi. Zamanında şöhreti dört bir tarafta duyulmuş- tu. Bu nedenle çevresindeki insanlar onun ilmini kıskanıyordu. Bu yüzden de fitne ve fesat çıkarıyor- lardı. O da bunları engellemek için doğduğu yerden ayrılarak sırasıyla Bağdat, Mekke, Medine'den Malatya'ya, oradan da Akşehir'e yerleşti. Zamanın hükümdarı Alâeddin Keykubad, bu büyük veliyi huzuruna davet ederek kendisine büyük bir sevgi, ilgi ve tazim gösterdi. Artık son durağı olan Konya'daydı Mevlâna…
Konya'da ilmini geliştirip zenginleştirdi. Vaazlar verdi, talebeler okuttu, fetvalar yazdı. Onun hayatının dönüm noktası Şems-i Tebrizî'yle tanışması olmuştur. Onunla iki can bir yürek oldular. Tebrizî'nin manevî kemalâtından nasibini aldı. Makamlar ve mertebeler aşarak maneviyatın zirvesine taht kurdu. Şems'le yekvücut olmuşlardı. Bu durum çevresindekileri de bir hayli kıskandırıyordu. Fakat bu, gönülden gönüle uzanan bir sevgi köprüsünden başka bir şey değildi. Mevlâna Hazretleri bunu bakın nasıl ifade ediyor: “Ben ve Şems, iki ayrı varlık değiliz. O bir güneşse ben bir zerreyim; o bir denizse ben bir damlayım. Zerrenin varlığı güneştendir, damlanın ıslaklığı denizdendir. Öyle ise arada ne fark vardır.”
Kendisine halife olarak tayin ettiği Hüsameddin Çelebi, Mesnevi'nin yazılmasında Mevlâna Hazretle- ri'ne çok önemli manevî katkılarda bulunmuştur. Elimizden düşürmediğimiz Mesnevi'yi biraz da bu büyük zata borçluyuz. O vesile olmasaydı belki de bu şaheser doğmayacaktı. Mevlana'nın en önemli eserleri Mesnevi (25700 beyit), Divan-ı Kebir (3040 bin beyit arası), Mektubat (147 mektup), Mecalis-i Seba, Fihi Ma-Fih'tir. Bunların dışında da eserleri vardır. Fakat Mesnevi, O'nun baş eseridir. Altı ciltlik bu kıymetli eser, adeta bir kuyumcu titizliğiyle pırlanta kıymetindeki sözlerle işlenmiştir. Ondaki kıssalar hikmet incileriyle doludur. Her biri bizi maneviyat ve hakikat denizine daldırmaktadır. Her Türk gencinin bu eseri okuması ve üzerinde düşün- mesi gerekir. Kanaatimce bir faninin yazabileceği en müstesna eserdir. Mevlâna, bu kıymetli eseriyle ilgili olarak şöyle diyor:
“Mesnevimiz, Vahdet dükkânıdır. Onda Vahid- 'den, yani Hakk'tan başka ne görürsen, o puttur... Bu kitap, masal diyene masaldır. Bu kitapta hâlini gören ise er kişidir. Mesnevi, Nil ırmağının suyuna benzer. Kıptîye kan görünür amma Musa'ya âb-ı hayat...”
Bilindiği gibi Mevlâna Celaleddin-i Rumî eserleri- ni, o zamanın edebiyat ve sanat dili olan Farsçayla yazmıştır. Aynı yüzyılda yaşayan Yunus Emre ise şiirlerini her şeye rağmen berrak bir Türkçeyle yazmıştır. Bu yüzden Mevlâna, değişik kesimler tarafından çok eleştirilmiştir. Hatta Türk olmadığı bile söylenmiştir. Bizdekiler onu dışlayınca İranlılar onu kendilerinden saymışlardır. Farsça yazması İranlılar için sözde delil olmuştur.
Kim ne derse desin Mevlana, Türk-İslam kültürü- nün mühim bir parçasıdır. O'nun, Mesnevi'sini Farsça yazması Türk olmadığını, bizim kültürümüzle beslenmediğini göstermez. Şekil başka, içerik başka- dır. Mesnevi'yi okuyanlar bu kanaatimizi paylaşacak- lardır.
Sevgi ve hoşgörü deyince akla gelen en mühim sima Mevlâna'dır. Hoşgörüyü bayraklaştıran bir isimdir o… O, insanı öncelikle kul olarak ele alarak yüceltmiştir. Buna bir de Allah'ın dünyadaki halifesi olma hususiyeti eklenince kıymeti kat kat artmıştır insanın. Onun içindir ki insanı sırf hatalarından ötürü bir kalemde silmek mümkün değildir. İnsanlar hata işlemeye meyilli yaratılmıştır. Bizler hatalara değil, güzelliklere bakıp öylece değerlendirmelerde bulunmalıyız. Bataklığa bulaşan insanlara gülmek, kızmak yerine; onları o çamur içerisinden çekip çıkarmalıyız. Tebliğ bunun için önemli bir vazifedir.
Mevlana'yı hümanist olarak gösterip onun Hakk'a kulluğunu ve manevi önderliğini görmezlik- ten gelen kesimler vardır. Oysa O, batılı anlamda anlaşıldığı şekliyle hümanist bir mütefekkir değildir. Çünkü Batılılar insanı bütün değerlerin fevkinde görerek onu adeta putlaştırıyorlar. Zaten Mevlâna ömrü boyunca putlarla ve putçuluk zihniyetiyle mücadele etmiştir. İnsan; dünyanın efendisi olsa da, Hakk'ın kuludur. Dünyaya geliş nedenimizi düşün- mek ve ona göre yaşamak mecburiyetindeyiz.
Mevlana hoşgörü hususunda geniş ufukludur. Hataya düşen kişileri bir kalemde silip atmaz. Onun inanç hususundaki hoşgörüsünü yansıtan şu ifade- ler altın yaldızla yazılmaya değerdir:
“Gel, gel yine gel… Her kim olursan yine gel.
Kâfir, ya mecusi, puta tapan yine gel.
Yoktur kapımızda hiç ümitsizlik bil.
Yüz kere tövbeni bozsan da yine gel.”
Mevlana'nın engin hoşgörüsü değişik kesimler- ce suiistimal edilmiştir. Onun inancını ve imanını sorgulayanlar çıkmıştır. O, 'Ne olursan ol, yine gel' derken kişinin geçmişinin onun elini kolunu bağla- mayacağını ifade etmektedir. Fakat kişi İslam’a ge- lince değişmek zorundadır. Bir Mecusi İslamiyeti seçmişse artık Mecusiliğini bir kenara bırakmalıdır. Bir kalpte tevhitle teslis bir arada olamaz. Mevlana 'gel' derken 'geçmişteki hatalarını sil de gel, anadan doğmuşçasına saf bir halde gel' demek istiyor. Bizim inancımızda son nefese kadar hakikatleri kabul etme, İslamla şereflenme ihtimali vardır. Buna kimse engel olamaz.
Bu büyük mütefekkiri ve gerçek Allah dostunu, rahmetle anarken, büyük bir sabır ve emekle hazırladığı Mesnevi'sinden aldığım birkaç nurlu vecizeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bilgi, mal, mevki ve hüküm kötü kişilerin elinde fitnedir.”…
“Şu üç sözden artık değil bütün ömrüm, şu üç söz: Hamdım, Piştim, Yandım.”…
“Bir buğday tanesine binlerce harman sığmada... Bir canım ama yüz bin bedenim var.”

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank