Hipokrat Beni Tanımaz…
Hipokrat… Rahmetli beni hiç tanımadı. Ben de onu tanımadım.
Çünkü…
Benden yüzyıllarca önce yaşamış ve bu dünyadan göç etmiş.
Lakin…
Adını hiç unutturmamış. Tıp fakültesinden mezun olan her tıp doktoru onun yeminini eder. Etmezse bilin ki… O doktorun doktorluğu ketum kalmış demektir.
Neden onun adına yemin ederler? Google amca birçok nedenler sıralasa da… Bana biraz siyaset ile karışık tarikat ehli gibi geldi.
Belki de yanılıyorum… Ama kafama takılan bir şey var ki… Öğrencilerine para-pul karşılığı eğitim verdiğidir.
Yani bir anlamda da… Paralı tıp eğitiminin babası da sayılabilir.
Fakat…
Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Benim kafama takılan tıp doktorlarının (öyle ya) Hipokrat babalarından ne kadar ilham aldıklarıdır.
Doktorlar konusunda… Biraz daha açayım… Doktorların neden tıp doktorluğu mesleğini seçtikleri… Ve onca meşakkatler çekerek neden uzmanlaştıklarını… Ve yine ömr-ü hayatları boyunca da neden istim üzerinde yaşadıklarını hep merak etmişimdir.
Belki de bunlar benim hasetliğimin ürünleridir… Kim bilir?
Zaman-zaman ettikleri yeminleri dahi kıskanmışımdır… Neden biz mimarları fakülteden yemin ettirmeden mezun ederler? İçimde hep hicran olarak kalmıştır.
Konumuz Hipokrat’ın manevi evlatları idi…
Dedim ya… Doktorların neden bu mesleği seçtikleri konusunda el kadar inceleme yazısı bulamadım.
Ömr-ü hayatım boyunca doktorlar konusunda oldukça anım oldu elbet… Bunlardan neticeler çıkarabilir-miyiz?
Bundan yıllarca evveldi… Ünye Devlet Hastanesi başhekimi… Üstelik Ünye sosyetesinin göz bebeği… Dört çarpı dört Jeepine binerken arka koltuğa poşetsiz ekmeği bıraktı. Gitti.
Beş-on dakika sonra Reno sahibi bir garibim geldi. Fırından ekmeği aldı… Gazeteye sardı… O da arka koltuğa bıraktı ve gitti.
Orada anladım ki… Sosyetik doktorların makatları bile dezenfektanlıdır.
Yıllarca önce bir sohbette… Bir doktor diğerine “Azizim hayırlı olsun… Opel Vectra almışsın.” Öbürü… “Hiç sorma azizim Brodvey tabut gibiydi… Çoluk çocuğu emniyete almam lazımdı.” Yine ilk doktor… “ Ben de alacağım ama plakada DR yazmasını da şart koşacağım.”
Anladım ki tüylenmiş… Garip Tokat’ın bilmem ne köyündendi… Hala Karakaçana binecek değildi ya…
Bu daha yenice olanı… Ünye’de bir özel hastane… Sabahın köründe sadece bir hasta… Sandalyeye tünemiş… Radyoloji uzmanının kapısında saatini bekliyor.
Bitişikteki nöroloji uzmanı doktor geliyor. Hastanın yanında duruyor… Bir yerlerden tanıyor-muyum der gibi uzun-uzun süzüyor. Sonra bürosuna doğru yürüyor.
Arkadan bir ses… “Doktor sende selam-sabah olmaz mı hiç?”
Doktor bu söz üzerine dönüyor… Yine melül-melül bakıp bürosuna giriyor.
İkinci doktor radyoloji uzmanı… Onda da aynı davranışlar…
Hastanın sırası geldiğinde doktorun bürosuna girerken… “Oooo amca hoş geldin... Görmeyeli nasılsın bakalım…”
Hasta “ Amcan sana Hipokrat atandan selam getirdi…”