Her Yerde Ayrıcalık Var.. Mezarlar da Bile… Ancak ne Fark Ediyor ki! (*)
Neden çamurdan bir gazete yapmıyoruz ki? Neden her gün 'daha iyisini nasıl yapabiliriz?' diye kafa yoruyoruz ki? Neden biz de diğerlerine benzemeye çalışmıyoruz ki? Ne işinize farklı olmaya çalışmak? Neden farklı olanı, daha iyisini yapmaya çalışmanın arayışı ki? Neden gizliden gizliye düşman kazanmaya çalışmak ki? Herkese benze problem yok. Herkesten ayrış düşmanın çoğalsın...
Diğerlerinden farklı olduğunuzda herkesin gözü üzerinizdedir. Bir açığınız bulunmalı ve defteriniz dürülmelidir. Böylelikle herkes rahat etmelidir. Sahi Aziz Nesin'in "Anıtı dikilen sinek", (Bu kitabı yıllar önce okumama rağmen anıtı dikilecek kara sinek olarak biliyordum, başka yazılarımda da öyle kullanmıştım, özür diliyorum) Behrengi'nin "Küçük kara balık", Richard Bach'ın "Martı Jonathan Livingstone" kitaplarını okudunuz mu? Bu üç kitabın da ana dersi aynıdır. Diğerlerinden farklı olmak, imkansızı aramak ve gerçekleştirmek...
Neden okumuş ve okumamış cahillerin ülkesinde; 'karşındakini nasıl bilirsin?' denildiğinde "Kendim gibi" yanıtlarının bol olduğu bir ülkede, her birimiz kendimizi bulunmaz hint kumaşı zannederiz ki?
En iyi bilenimizde, en kötü bilmeyenimizin yolculuğu, sonunda başında belkide selvi ağacının olmadığı bir mezarlıkta noktalanmaz mı?
Aslında orada da ayrıcalık var. Kiminin mezarının görkeminden, yaşarken dede görkemli olduğunu anlarsınız. Kiminin mezarına baktığınızda orada görünen yoksulluğun hayatında olduğunu anlarsınız.
Mezarlar ne kadar görkemli yada görkemsiz olsun ne fark eder ki?
İnanıyorlarsa, yaşadıkları hayatın yada mezarlarını görkeminin onlara ne yararı olur ki?
İnanmıyorlarsa zaten problem yoktur. Mezarları görkemli yada görkemsiz ne fark eder ki?
Önemli olan sade bir hayattır.
Önemli olan hayatın alışkanlıklarını ve değişmez denilenleri yapabilmek ve yapılmayanı ortaya çıkarmaktır.
Öğrendiklerini paylaşan ve başka hayatları anlamlandırmaya çalışanlara
Yukarıda ismini verdiğim üç kitabın en ünlüsü olan, Martı'nın özetini Aslıhan Yıldırım'ın kaleminden sizlerle bugün paylaşmak istiyorum.
"Martı Jonathan diğerlerinden farkıydı.
O sadece karnını doyurmak için uçmuyordu. Yeteneklerini zorluyor ve yaşamın mükemmelliğini anlamaya çalışıyordu. Tüm gününü daha hızlı ve mükemmel uçmak için sürüden ayrı çalışarak geçiriyordu.
Bu tutkusu yüzünden sürüden atıldı, yalnızlığa mahkum edildi ama bu onun umurunda değildi. Çünkü sınırlarını genişlettikçe, imkansızı başardıkça hayat, onun için daha da anlam kazanıyordu.
Bir gün yalnız olmadığını görecekti...
Sayıları az da olsa yaşamın sadece karnını doyurmak olmadığını anlayan ve sınırlarının aşmış başka martıların varlığını görecekti.
Başka bir dünyadaydı artık martı Jonathan, kendisi gibi düşünen martılarla birlikteydi ama o hep geldiği dünyayı düşünüyordu. Neden yaşamın anlamını keşfeden bu kadar az martı vardı oysaki geldiği yerde yüz binlerce martı yaşıyordu. Onların hayatına anlam kazandırmayı aklına koymuştu başka Jonathanlar aramak için geri dönecekti. Mutlaka sınırlarını zorlayan bir martı vardı.
O'na ulaşmalı ve bildiklerini O'nunla paylaşmalıydı.
Yanılmamıştı martı Jonathan gerçek doğasını bulmaya çalışan martılar vardı. Janothan onlara bildiklerini öğretti ve başka Janothanlar bulmak için başka dünyalara uçtu.
Her gittiği yerde sevgi dolu bildiklerinin ötesine geçmeye çalışan öğrenme ve öğretme isteğiyle yanan Jonathanlar bıraktı.
Martı Jonathanlar'dan İnsan Jonathanlar'a…
Martı Janaothanlar gibi insan Jonathanlar da var tabi.
Hayatın karmaşası içinde ufka bakmayı başarabilen hayatın anlamını kavrayan ve yaşamın kendilerine sunduğu nimetlerden azami ölçüde yararlanmaya çalışan insan Jonathanlar. Öğrendiklerini bütün samimiyetleri ile paylaşıp, diğerlerinin hayatlarını da anlamlandırmaya çalışan sevgi dolu Jonathanlar.
Martı Jonathan Livingston adlı kitabı ile Richard Bach bir martının hikayesiyle seslenmiş insanlığa.Yaşamın gizli kalmış mükemmelliklerini keşfetmek isteyen insanlara."