“Her Kab İçindekini Sızdırır”
Yazmaya karar verdiğim ilk günden itibaren duygu ve düşüncelerimi dile getirirken, dilimden bal damlasın arzusu ile kelimelerimi seçmeye gayret ediyorum.Böylelikle kabımın dışına sızanın devadan başka bir lezzeti ve kelimelerimin başka bir vebali olmasın istedim.
Fakat her kap bal değil, kimisi de sirke taşır. Sirke de şifadır. Lakin keskin sirke küpüne zarar demezler mi? Sirkelerini köpürte köpürte şifa vermeye çalışanlar ancak kendi kabını çirkinleştirmekle kalır. Sirkenin keskinliğini balla keser iseniz, hem şifası artar, hem de zarar vermez. İşte böyle bir şey benim için gülümsemek… Yazdığım en ciddi meselelerin üzerinde dahi gülümseyen fotoğrafımın gayesi de budur.
“Gülümsemek sadakadır”( Tirmizi, Birr) hadisi şerifi gereğince her fırsatta gülümserim, fakat genel itibari ile çok da fırsat olmaz. Resmimde neden gülümsediğimi soranlara tek cevabım budur. Nitekim özü gülmeyenin gözü gülmez. Üstelik “ İnsanın suret ipliği, düşüncelerinden dokunur, demiş Hz. Mevlana…
Resmimi kaldırtmamı isteyen hem dostlarım, hem de dost olmayanlarım var. Olur kaldıralım… Yeter ki Müslüman erkekler, Müslüman kadınların hem güzel, hem akıllı, hem kabiliyetli, hem becerikli olabileceklerini unutmasınlar.
Günümüzde; akın akın Rus, Ukraynalı vb. uyruklularla evlenen erkeklerimiz; açıklığa ve şehvete duydukları gizli hayranlıklarını dinle kamufle ederek kendi kadınlarına yaptıkları bu hakareti bırakıp, örtülü kadına duydukları gizli öfkelerini ; muhabbet ve imrenmeye dönüştürebilsinler. Niyetleri başkaymış gibi, benim temiz Karadenizli hemcinslerimi, Anadolulu kadınlarımı kandırmasınlar… Güldürmesinler beni… Emi? Tercümanlık yaptığım devirden bu konudaki hatıralarımı da inşallah bir başka yazıda anlatırım. Şunun altını çizmek istediğim için bunlardan bahsettim ; Türk kadınını çirkin kılan kapanması değil, örtünmeyi çirkinleşmek, ekşi surat bakmak olarak değerlendiren yorumların zulmüyle kararan çehreleridir. Hâlbuki Müslüman kadın güzeldir, dinine davetkârdır, huzur verir. Hiçbir hali ile itici değildir.
Bazı okuyucularım, farklı düşündüklerini ifade etmeye çalıştıkları maillerini ısrarla sonuna kadar okumamı istirham ediyorlar. Halis-muhlis, iyi niyetli insanların kendi doğrularınca ikaz etme ihtiyacı ile yazdıklarını düşünecek kadar iyimser olmaya zorluyorum kendimi… Başka türlü düşününce insanın önce ruhu kararıyor, sonra sureti… Fakat inanın artık noktasına virgülüne kadar ezberledim, hep aynı konuda aynı mailleri alıyorum. Ama kişiler farklı olunca onlar ilk olduklarını sanıyorlar… Bu sebeple buradan söyleyeyim; lütfen yormayın kendinizi tasavvuf ve tekfir hakkındaki aykırı ve farklı yorumları önceden de biliyordum, şimdi ise ezberledim artık…
Allahu Tealanın şefkati, affediciliği üzerine İslamın öğrettikleriyle bütün insanlığı İslam dinine davet eden Tasavvuf yerine; bir kısım Müslümanların “öbür dünyada nasıl yakılacağız, nasıl lanetleneceğiz, nasıl etlerimiz didiklenecek, nasıl gözlerimiz oyulacak, nerelerimizden koparılacağız, katledilmemiz hangi hallerde vaciptir, Müslüman bir Müslüman’ı öldürmek için hangi yetkilerden faydalanabilir, Müslüman’ım diyorsan sana ne zorla yaptırılabilir, sen yapmazsan nasıl tekfir edilirsin” konularına odaklandıklarını biliyorum. İman ile ameli birbirine karıştırmaktan, niyet okumaktan kaynaklanan bir ilmî kifayetsizlik kabul ediyorum bunları…
Tanıdıklarım arasında her iki anlayıştan da insanlar mevcuttur. Genellikle birinci yolu tercih edenler çoktur ve ailece yüzleri ( gülümseyerek ) sadaka dağıtmayı tercih eder.
Diğer anlayışın insanları çok azaldı, eriyip gittiler neredeyse… Ama yine de hatıralarımı anlatayım, onların suret ipliğini ise siz tahmin ediniz.
Şöyle ki; hüküm ve hakikatlere ulaşmada sadece kitaplar ve kelimeleri kullanmayınız. Hayat da Allah’ın ilminin tecellisidir, inkâr edemezsiniz. Okumalarınızı Rabbimin Müslüman cemiyetlere verdiği imtihanlardan da edininiz.
Anlatayım ;
Namaz vakti gelmiş, bir tanıdık kızıyla abdest alıyoruz. Kızcağız “küçükken zor alırdım, abdesti dedi”
Ben de “evet, boy kısa olunca heryer ıslanırdı” dedim.
“Hayır, ondan değil” dedi.
Babası sabah namazını zorla kıldırırmış. O da zorla yaptırdığı için abdest alırmış gibi yapar, ama almazmış. Sonra da namaza durduğunda içinden namaz surelerini okumak yerine , “Allahım lütfen affet, babam bana zorla kıldırdığı için namazımı kılmayacağım” sözünü tekrar eder, dururmuş. Bazen de dolabın içinde uyurmuş, sabah namazında babası bulamasın da kaldırmasın diye… Olur da yakalanır ve namazı kılarsa; sonra güneş ışığı üzerlerine doğmasın diye babası uyutmaz, uyuklar olurlarsa ise yüzlerine su çırparak kızın öfke nöbetleri geçirip, saatlerce ağlamasına sebep olurmuş.
Yüzünü yıkarken, “hele şu kaşlarım varya; onları aldığım gün öyle bir dayak yedim ki, hiç unutamam” dedi. Genç kızlığa geçerken hormonları bozulmuş, yüzünde tüylenme olunca, kaşları da erkeklerinki gibi gürleşmiş ortası birleşmiş ve durumdan utanıp, düzeltmiş. Ama babası fark edince, bunun günah olduğunu söyleyerek defalarca dövmüş…
Benim anlayamadığım, Müslüman’ın bir başka Müslüman’ı cehennemden korumak için dünya hayatında ona zulmetme hakkını kendinde nasıl bulabildiğidir?… Üstelik bunu sağlamak için bu insanlara basamak döşeyen âlim olduğu kabul edilen kişilerin olması... Elleri ile şiddet uygulayamayanlar, dilleri ile şiddeti ne kadar artırabilirlerse o kadar iyi olur üslubunu benimsiyorlar.
Yoksa niyet cennete birlikte girmek değil de, din askerliği mi? Yani “İslam elden gidiyor” çığırtkanlarının yaydığı korku ile masumlara saldırmak, yok etmek, zulmetmek gözü dönmüşlüğü mü?
Durumu böyle analiz edince de, İran’daki kadınlara zorla giydirilen tek tip çarşafın sorumlusu zihniyeti tanımak zor olmuyor. İslam dini böyle mi korunur? Buna muhtaç mı yani? İran’dan Türkiye’ye tatil yapmaya gelen kadınlara bakınız. İfrat ve tefritle; iman ve amel mefhumlarının doğru tahlil edilmemesinin neticesinin hiçbir kifayeti olmadığını görürsünüz. Askerlerle dayatılan inancın; inanç olmadığını bilmelisiniz. Nitekim İslam dini Mollara tabi değildir. Kişiye akletmeyi emreder Yüce Rabbim…
Allahu Teala adildir. Takvaca üstün olanlar muhakkak ki, derecelerine göre cennetin en güzel katlarında yer alacaklardır. Diğer Müslümanlar da erişebildikleri nisbetinde nimetlendirileceklerdir, günahkârlar cezalarını zaten ödeyeceklerdir. Rabbim cennet ehillerinin hallerinden hoşnut olacaklarını vaat ettiği için; cennetin katlarında takvasına göre nimetlendirilmiş herkes halinden memnun olacaktır, hiç şüphesiz!
Öte yandan elbette, Allah kendisine en yakın olmayı dilememizi ve öyle yaşamamızı ister. Keşke hepimiz en doğru haliyle inanan ve yaşayan olabilsek… Fakat Yüce Rabbim bilir ki, aramızda takvaca farklılıklar olacaktır.
Öyleyse Müslümanlar arasında öfke ve hiddetle yaptırmak istenilen nedir ki?
Müslüman elbette Müslüman kardeşini ikaz edebilir. Ama usulde bir aykırılık varsa, vebalini ödeyeceksinizdir.
"Alimler, peygamberlerin varisleridir."
(Tirmizî, İlim:19, No:2682, 5/48, Ebu Davd, İlim:l, No:3661, 2/341)
Fakat Âlimler; peygamber değildir, hata yapabilirler, nitekim insandırlar. Özellikle hadis yorumlarında hataların mevcut olduğu bilinir. Hüküm ve hakikatleri yakalamak, doğruları yanlışlardan ayırmak kolay değildir, inanan insanın aklının ve vicdanının yerine geçemeyeceğiniz noktalar vardır. İslam’da “Niyete göre amel” esastır.
Bakamadığınız, göremeyeceğiniz gönüllerin niyetlerine ve itikatlarına siz karar veremezsiniz!
Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. (Müslim, Sıyam 2)
Ramazanı Şerifiniz mübarek olsun, Rabbim hakkıyla idrak ettirsin.