Her İnsanın Bir Dünyası İki Yüzü Vardır
Dünyanın aşağı yukarı yuvarlak olduğunu, güneşin çevresinde dönüp dolaştığını, içinde lav ateşin sürekli yanıp kaynadığını, bu lavların arasıra patlayıp yeryüzüne dağılarak zaman içinde soğuyup dünyanın engebeli dış kabuğunu oluşturduğunu ve oluşan bu dış kabuğun engebeli yüzeyinde de bu gün insanların var olup yaşadıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ama her nedense bu gün bile hala insanoğlu, dünyanın yer çekimi güçüne bağlı olarak dış yüzeyinde yaşayıp var olmasıan rağmen, neden hala hepimiz inatla dünyanın içinde yaşayıp var olduğumuzu söylüyoruz.
Sanki doğruyu söylersek, dünya bizi üstünden uzay boşluğuna atıp öldürecek mi sanıyoruz. Ya da doğruyu söylersek ikiyüzlü dönek dünya bize kızar da sonra bizi üstünde rahat bırakmayıp yaşatmaz mı sanıyoruz da onun için mi söylüyoruz anlamıyorum.
Yoksa insan olarak mayamız ta baştan mı bozukta, ne kadar dik durup onurlu olmak için mücadele edip uğraşırsak uğraşalım hiç birimiz de bunu dünyada yaşarken başaramayacakmıyız.
Yoksa insan olarak hiçbir zaman ayaklarımız üzerine dik durup yürüyüp koşamayacakmıyız.
Yoksa bizim dünyaya olan yalakalığımız, ona olan güvensizliğimizden midir? Yoksa o da mı? Bizim gibi ikiyüzlü yalancıdır.
Yoksa o da üç kağıt yapıp bizim gibi, yasalarına uymayıp yer çekimi güçünü kaldırıp bir anda bizi uzay boşluğuna bırakmasından mı korkup huzur bulup mutlu yaşayamıyoruz.
Peki bu güvensizliğimiz, Neden?
Biz kendimize mi güvenmiyoruz. Yoksa karşımızdaki hiçbir şeye mi güvenmiyoruz?
Güven sevgiyle oluşur. Demek ki, biz kimseyi, ne de kimse bizi seviyor.
Sevgisizlik yüreksizlik ve güvensizliği, güvensizlik başta cehaleti oluştutup, cehaleti gösterir. Cehaletten kurtulup, insanın kendine ya da karşısındakine güvenmesinin en iyi yolu kendini ve karşısındakini tanıyıp sevmekten geçer.
İnsanın kendisini tanıyıp, kendini bilip sevmesinin en etkili yöntemlerinden biri insanın sık sık aynaya bakıp kendini kusursuz, güzel görüp, beeğnip sevmesi. Diğeri karşısındakilerinin haklı eleştilerine kulak vermesi, en önemlisi de insanın kendisiyle barşık olup yaşadığı her şeyi kabul edip benliğinde içseleştirerek kendi güçüne güç katıp daha güzel bir hayat yaşayabilmesi için arasıra benliğini önüne alıp onunla karşılıklı oturup konuşup anlaşıp uzlaşması gerekir ki, ruhu huzur bulup güç kazansın.
Bu güç insanı hayata bağlar. İnsanın dünyaya ve yaşama olan korkusunu azaltıp yaşama azmini çoğaltır. Onun için bizlerin korkusuzca dünya üzerindeki yaşamımıza dört elle sarılıp hayatı her şarta sürdürmeye devam etmemiz için herşeyden kendimizle barışık olmamız gerekir. Bu da temiz bir yaşantıyla sağlanır.
Bizim insani görev ve sorumluluğumuz dünyayı mamur edip güzelleştirmek, güzelleştirilmiş bir dünyada güzel yaşarken aynı zamanda da gelecek nesiller için de aynı görev ve sorumluluk bilinci içinde yaşamalıyız. Bu bilinçle yaşarkende güzel bir insan olup insanca yaşamaktır. Yani örnek bir insan olup yaşamaktır.
Bunu sağlamamak için her şeyden önce yaşadığımız dünyada korkusuz olmamız gerekir. Korkusuzluk özgürlüğü, özgürlük üretimi artırır. Artan üretim insanı zengin yaapr. Zenginlik insana güç verip, güç katar. Üretim yapmayan, güçsüz, kuvvetsiz insanın dünya hiç değeri, kıymeti, yeri olmaz.
Bu tıpkı dönen dünyanın, ilk var oluşundaki kütlesel ağırlığının insan saysısının çoğluğu ile değişmediğinde olduğu gibi, üretim yapmayan insan sayısının çokluğu bu günkü dünya için hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü biilinçsiz ve inançsız ve üretim yapıp dünyaya artı katkı sağlamayan hiçbir insanın dünyayı etkileyip değiştirecek güçünün olmadığını bilmemiz gerekir.
Bütün bunları bilmeyişimizden sanki dünya bizi üstünden atıp kurtulmak istercesine sürekli dönüp duruyor. Biz de o yüzden telaş edip aceleyle hiç kimsenin işine yaramayacak hızlı bir hayat yaşamaya çalışıyoruz. Sanki onun dönüşüne ayak uydurup bizde o hızla yaşamazsak, bizi üstünden uzayın boşluğuna atış düşürüp uzay boşluğunda kalacağımızı sanıp dört elle ona sarılıp hiçbir şey yapmadan yaşamaya çalışıyoruz.
Halbu ki o bizi yaşatmak için elinden geleni yapıyor. Ama biz onu hiç mi hiç anlamıyoruz. Çünkü o bizi yaşatmmak için sürekli için için yanıyor. Yandıkça kaynıyor. Kaynadıkça içinin hararetini artırıp dönüşüp değişiyor. Dönüşüp değiştikçe de hem kendini yeniliyor. Hem de üstünde var olup yaşanları dönüştürüp değiştirerek herhali onlara yaşatmaya çalışıyor.
Unutmayalım ki, dünyanın da bizim gibi iki yüzü, iki çehresi var. Bunlardan biri gece biri gündüz, gündüzü aydınlık, gecesi karanlıktır. Karanlıkta dinlenip beslenir, aydınlıkta ışık saçıp hayat verir.
Dünyanın ışığına karanlık, karanlığına ışık gerekir. Aydınlıkta ışık görünmez. Işık, karanlıkta görünür. Onun için karanlık karanlıkla, ışık ışıkla yolculuk etmez. Çünkü her ikisi de birbiyle iç içeyken, kendi varlığının farkına varmaz. Kendi varlığının farkında olmayan varlık. Bir başka varlığın farkında olmaz.
Dolayısyla gece gündüz, aydınlık karanlık, güzel çirkin, aydınlık karanlık fark edilip kadri kıymeti ölçülüp takdir edilip değeri bilinmez.
İşte bu yüzden ben bazan kendimi tanıyıp anlamak, kendimle daha çok barışık yaşayıp, kendimi daha çok sevip hayata tutunup daha güzel bir hayat yaşayabilmem için, arasıra ben kendi kendimi ters, düz edip, içimi dışıma çıkarıp onunla karşılıklı oturup sohbet ederim. Sohbette çözümsüzlük olursa, işte o
Zaman da Allah’ı sohbetimize ortak edip, hakem kılarız.
Şunu çok iyi biliyorum ki, hiçbir zaman Allah kul aklına çelme takıp onu yanlış yola sevk etmez. Yeterki kul kendine verilen aklı yeterince kullanıp kendini ve kendi dışındaki oluşumların neden ve niçin oluşup bizlerin hayatına girdiğini sorgulama yapmayı bilsin.
Böyle bir benlik, hiçbir zaman ne kendisyle, ne hayatla, ne kendini yaratıp var eden Allah’la kendi aasında bir sorun oluşturup kendini çıkmaza sokup arada çatışma yaratarak herhangi bir olumsuzluk ya da çözümsüzlük içeren bir hayatı seçip yaşamaz.
Onun için insanoğlu ikiyüzlü dünyada doğru yaşayabilmesi için her şeye iki gözle en az iki kere bakıp üç kere düşüneüp aklederek yaşaması gerekirki doğru bir hayat yaşayabilsin…
23.02.2013
Cahit KARAÇ