Her Gece Bir Seherin Habercisi Değil mi?
“Türk çocuğu atasını tanıdıkça kendisinde daha büyük işler yapma cesaretini bulacaktır”.
Bir zamanlar Atlas Dağlarının doruklarından ışıldayarak Dünya’nın dört bir yanına medeniyet nurunu yayan şanlı ecdadımız, Cebel-i Nur Dağından cihana yayılan tevhit inancıyla bütünleşmiş, Güneş misali bütün insanlığı sevgiyle, muhabbetle, ilimle kucaklamıştı.
Yüce Allah’ın yeryüzünün çölleşen topraklarını rahmet yağmurlarıyla dirilttiği gibi bu büyük millet de ulaştığı her yerde çoraklaşan gönülleri tevhit inancıyla sulamış, sarmış sarmalamış, yeryüzünü adeta Cennet’e çevirmişti.
İslam medeniyetinin temel kaynağı vahye dayanmaktaydı. İslam Bilginleri Yüce Allah’ın kudret sıfatlarından gelen Kainat Kitabı ile ilim kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i esas kabul ederek her iki kitabı büyük bir ciddiyetle okuyarak, O’nun ilmini, büyüklüğünü, kudretini anlama gayreti içinde olup her alanda yapmış oldukları keşif ve icatlarla İslam Medeniyetini geliştirip bütün insanlığın hizmetine sunmuşlardı.
On yedinci yüzyılın sonlarına kadar geçen zaman dilimi içinde dini, ilmi ve tekniği birlikte yürüten Müslüman alimler yetişmiş, ilme, tekniğe, medeniyete ve insanlığa ışık tutan eserler vermişlerdi.
Böylece İslam toplumları medeniyette, ilimde, kültürde, ekonomide, askeri ve siyasi alanlarda dünya lideri olmuşlardı. Osmanlı İmparatorluğu, dünyaya hükmeden son İslam Devletiydi.
Ne yazık ki, on sekizinci yüzyıldan itibaren bilginler tevhit inancından uzaklaşarak Yüce Allah’ın “Yaradan Rabbinin adıyla oku” emrini unutup ilim ve teknikten uzaklaşmaya başlamışlardı. Devleti yönetenler birtakım komplekslere kapıldıklarından Milli Kimlikten de utanır olmuşlardı. Çok sağlam bir ruh kökümüzün olduğunu, tarih boyunca kurduğumuz, ihya ve inşa ettiğimiz yüksek medeniyetleri unutup köksüz bir millet haline dönüşmüştü. Artık Güneş olmaktan vazgeçmiş batılılarca layık görülen mum ışığına razı olunmuştu. Bunun sonucu olarak İslam Dünyasının tek lideri olan Osmanlı imparatorluğu giderek zayıflamaya başlamıştı. Bir zamanlar yıldızları avuçlarında tutan, medeniyet şarkıları söyleyen bu millet; ışığını, enerjisini, gücünü kaybetmeye başlamıştı. İç ve dış güçler, gönüllere ferahlık veren badısaba rüzgârlarını karayele, poyraza dönüştürmüştü. Sevgi, hoşgörü, şefkat ve İlay-ı Kelimetullah kavramları çöl sıcaklığında buharlaşıvermişti. Baharın güzelliğine güzellik katan tomurcuklanma derdi, tasası olmayan kuru bir ağaca dönülmüştü.
Ne hazindir ki, rahmet ve bereket yağmurları yerle birleşip her tarafı nev-bahara çevirirken yağmura küs, yağmurdan şikayetçi, yağmura kızgın; hüzünlü, ayrılıkçı, durağan bir haleti ruhiye içinde geçen üç asırlık zamanın zamansızlığını yaşar olmuştu bu millet. Olan olmuş, yaprak dala, dal gövdeye küs, gövde ise kökten koparılmıştı.
On sekizinci yüzyıldan itibaren batı milletleri, dünyanın her yerinde sömürge imparatorlukları kurarak masum milletleri maddi ve manevi bakımdan sömürdüklerinden dolayı zenginleşmişlerdi. Pozitif ilimleri geliştirerek sanayi devrimini başlatmışlardı.
Yedinci yüzyıldan itibaren İslam dünyasında yetişen ilim adamlarının eserlerini Latinceye çevirerek, kopyalayarak kendi eserleri gibi insanlığa sunmuşlardı. Teknolojinin verdiği güçle batı, Müslüman dünyasını her alanda etkisi altına almış, bir zamanlar emir aldıkları bu millete, şimdi emir vermeye, nizama sokmaya başlamışlardı.
“Tarih tekerrür eder” derler. Tarihten ders alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?
Bir cihan devleti olarak altı asır devam eden Osmanlı İmparatorluğunun çöküş dönemi incelendiğinde bu koca devletin nasıl yıkılıp tarih sahnesinden silindiği açıkça görülecektir.
Bugün, Türk Milleti olarak dirilip ayağa kalkmak istiyorsak, Osmanlı Devletinin yıkılış sebeplerini çok iyi tahlil ederek dersler çıkarmamız gerekmektedir.Yeniden dirilişin anahtarı,Osmanlı devletinin çöküş sebeplerinde yattığını unutmayalım.
Osmanlı Devletinin çöküşünü hazırlayan sebepleri kısaca özetleyecek olursak:
1-Osmanlı Devletinin yöneticilerinin, devletin kuruluş amacından sapmaları ve dünyevileşmeleridir. Devletin Kuruluş amacı, Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı şu nasihatte özetlenmektedir.
“Oğul! Ben ölüyorum fakat esef etmiyorum. Zira senin gibi bir halef bırakıyorum. Adil ol; bütün tebaanı musavvat üzere himaye et. Din-i İslam’ı neşreyle. Cenab-ı Hak indinde ancak bu surette makbuliyete nail olursun”. Onsekizinci yüzyıldan sonra Osmanlı’nın kuruluş amacı olan İlay-ı Kelimetullah ruhu zayıflamış, İslam’dan giderek uzaklaşılmış, dünyevi talepler ön plana geçmiştir. Bu çöküş idarî, askerî, sosyal ve ekonomik alanlara sirayet etmiştir. Bunun sonucu olarak da çürüme ve dağılma süreci başlamıştır. İlmin yerini cehalet alınca sonuç kaçınılmaz olmuştur.
Günümüzde öze dönüş gayretlerine şahit olmamız, şafak vaktinin yaklaşmakta olduğunun habercisi mi acaba?
2-Ülkenin çeşitli bölgelerinde bulunan sancaklarda valilik yapan şehzadeler padişah olurken, zamanla bu sistem değiştirilerek devlet tecrübesi olmayan veliahtlar padişah olmaya başlamıştır.
Padişahların halktan kopması, sefere ve divana çıkmamaları vezirleri öne çıkarmıştır. Bu ise vezirler arasında iç çekişmelere ve iç isyanlara sebep olmuştur.
İçerde vahdet bozulunca saray entrikaları ayyuka çıkmıştır. Devlet yönetiminde istikrar kalmayınca; kah padişahlar tahttan indirilmiş, kah öldürülmüştür. Yönetimdeki otorite boşluğu, kadınların, ulema ve saray ağalarının ön plana çıkmasına vesile olmuş, bunun sonucunda da taht kavgaları birbirini takip etmiştir.
3-Yapılan coğrafî keşifler neticesinde ticaret yolları denizlere geçip el değiştirmesi sonucunda ekonomik yapı giderek çökmüş ticari hayat felç olmuştur.
On sekizinci yüzyıldan itibaren batı milletleri, dünyanın her yerini işgal ederek sömürge imparatorlukları kurarak, masum milletleri maddi ve manevi bakımdan sömürerek zenginleşmişlerdi. Pozitif ilimleri geliştirerek yaptıkları sanayi devrimiyle bütün ülkeleri sömürge haline getirmişlerdir.
Bu çağa ayak uyduramayan Osmanlı’nın ekonomisi dışa bağımlı hale gelmiş, bu durum ise yönetimde, devlet kurumlarında, sosyokültürel yapıda etkili olmuş, çöküşü hızlandırmıştır.
4- Yükselme döneminde Fransa’ya sağlanan kapitülasyonlar Osmanlı ekonomisine canlılık kazandırırken son dönemlerinde birçok batı ülkelerine verilen aynı haklar Osmanlı ekonomisini zora sokmuştur.
5-Ordu bozulmuş, yeniçeriler her şeyi bahane ederek saraya karşı ayaklanmış, bazen padişahın, bazen da vezirlerin kellelerini rahatça almışlardır. Devletin asıl sahibi haline gelmişti ordu sınıfı.
6-Fransız ihtilalı milliyetçilik fikirlerini ateşlemiş, Osmanlı’ya bağlı olan milletler bağımsız devlet kurmak için iç savaşların çıkmasına sebep olmuştur. Ümmet olmak fikri yerine etnik ve mezhep ayrılıkları hızla yaygınlaşarak devletinin birliği bozulmuştur. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de iç isyanlar çıkmış, kontrol edilemez hale gelmiştir.
7-Dış güçlerin kışkırtmaları sonucunda çeşitli devletlerle savaşlar yapılmış, her savaş sonunda alınan yenilgiler Osmanlı maliyesini bozmakla kalmamış, devlet için maddi ve manevi yıkımlara vesile olmuş, yetişkin insan gücü yok yere telef olmuştur. Çalışacak nüfusun savaşta erimesi, insan potansiyelinin kaybedilmesine sebep olmuştur.
1854 yılında ilk defa dış borç alınmış,1881 yılında devlet alınan dış borçların taksitini dahi ödeyemez hale düştüğü için Duyun-ı Umumiye idaresi kurulmuş olup Osmanlı ekonomisini kontrol altına almışlardır.
Geçmişini bilmeyenlerin geleceklerin inşa etmeleri mümkün değildir.
Özellikle on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren yakın tarihimizi daha çok incelemek zorundayız. Zira Osmanlı Devleti’nin yıkılışının doğurduğu sonuçlar, ülkemizi çok yakından ilgilendirmektedir.
Büyük bir medeniyetin kururcusu, geliştiricisi olan bu şerefli millet, bu necip millet; bir gün gelecek batının mahalli, ekonomik ve siyasal baskısından kurtulacak, iç ve dış düşmanların amansız yıkıcı çalışmalarına rağmen kendine gelecek, şerefli tarihiyle barışacak, geçmişinden dersler çıkarıp ayağa kalkacak, tarihteki o onurlu yerini alacaktır. Üç yüz yıldan beri uyuyan bu millet, uyanacaktır elbet! Kainat Kitabını okuyarak teknikte, ilimde ve sanayide çağı yakalayacaktır. Böylece dünyayı ve insanlığı huzura kavuşturacak, kardeş olmanın verdiği gücün ne anlama geldiğini kavrayabilecektir.
Selam olsun! Şafak atarken, vahdet pınarından kananlara!
Sanma ki, bu zulmet, asırlarca sürecek
Feryad-ı figanlar, ah-u zarlar bitecek.
Tevhitte arınan, yiğitlerin gür sesi,
Mazi hoş, hal sitem; atide gül bitecek.