content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

28 Eyl

Stalin ve Kürtler

Yazının başlığını görenlerin ODTÜ’ye 3500 kişilik polis çıkarması, katilleri bir yıldır bulunmayan Roboski gibi konular ortada dururken “bu da nereden çıktı” diye düşünmeleri mümkün. Aslında “Kürt Tarihi” dergisini keyifle okurken “Sovyet Kürtlerinin 1937 – 38 Sürgünü” başlıklı yazıya rastlamasam, konu ülkemizin, Ortadoğu ve dünyanın gündeminde ön sıraları meşgul eden, yüz yıldır kimlik ve özgürlük mücadelesi veren Kürt halkı olmasaydı, böyle bir yazıyı kaleme almayı aklımdan geçirmeyecektim. Önce yazıdan uzunca bir alıntı.

“1930’lu yıllara gelindiğinde Sovyet topraklarında Hitler ve kapitalist virüs korkusu almış başını gidiyordu. Komünist Parti içindeki Zinovyev, Kamanev, Radek, Buharin gibi muhaliflerin Hitler ile yaptıkları gizli ittifakı itiraf etmeleri bu korkuları doğrulamıştı. Hele ordu içindeki en güvenilir general olan Tuhaçevskiy’in Hitler’e olan hayranlığını sık sık dile getirmesi (…)Sovyet yönetimini paranoyak hale getirdi. Tam da bu sırada sınır bölgelerinde yaşayan, Sovyet iktidarına itaat etmediği ve anti-komünist örgütlerle ilişkileri olduğu tespit edilen uluslara sürgün yolu gözüktü. Ermeniler, Türkler, Koreliler, Azeriler derken sıra Kürtlere geldi”(abç)

Alıntıya devam edelim.

“1937’de başlayan ve 1938’de devam eden sürgünler daha çok Azerbaycan ve Ermenistan Kürtlerini ihtiva etmekteydi. (…) Daha 1937 yılında Kürt aydınlarından Arab Şamilov, Sibirya’ya gönderildi. Heciye Cındi, Cerdoye Genco, Ahmet Mirazi, Cihangir Ağa ve Şamil Teymurov tutuklandı. Onları batılı devletler adına casusluk, milliyetçilik ve anti-sovyetizmle suçlamışlardı.

Yapacağım alıntılar bu kadar. Yazı “bir sabah uyandıklarında evleri askerlerle çevrilmiş, apar topar sürgüne gönderilen ailelerin dramlarını anlatarak” devam ediyor.

İnsan yazıyı okurken, “ bir halkın maruz kaldığı zulmü öğrenmek için yüz yıllık yalanları ve şu mantık tutarsızlıklarını okumak zorunda mıyım” diye düşünmeden edemiyor.

Neden öyle düşündüğümü ve yukarıdaki alıntıdan neler anlamak gerektiğini bir de kendi cümlelerimle ifade etmek istiyorum.

1-1930’lu yıllara gelindiğinde hepsi Ekim Devrimi esnasında, politbüro üyesi olan Zinovyev, Kamanev ve diğerleri Hitler ajanı olmuşlar. (1923’e kadar politbüroda bulunan üyelerden Lenin ve Stalin dışında hepsi “halkın düşmanı” unvanı aldı ve imha edildiler)

2-Sınır bölgelerinde yaşayan Kürtler, Ermeniler vb. uluslar da bu ihanetin içine girmişler.

3-“Çaresiz” kalan Stalin de onları tutuklamak, topluca sürgüne göndermek zorunda kalmış.

Yani yazar, “Stalin’i anlamak gerek” diyor.

Böyle bir yazı, Sovyetler Birliği çökmeden, arşivler açılmadan, dünyada önemli bir insan yığınının bu sistemi hala “ideal” bir sistem olarak görebildiği, bilgi eksikliğinin, ideolojik bulanıklıkların, tabuların dokunulmazlığının hakim olduğu 1989 öncesi kaleme alınmış olsaydı, belki çok şaşırtıcı olmazdı. Oysa yıl 2013…

Açık ki Stalinizmi böyle kısa bir yazının içinde anlatmaya kalkmak mümkün değil. Ben sadece konu ile doğrudan ilişkisi olan birkaç noktaya dikkat çekip noktalamak istiyorum.

Lenin’in ağır hastalık döneminde, ömrünün son zamanlarında Stalin ile anlaşmazlığa düştüğü ve en önem verdiği, konu egemen ulus şovenizmi idi. Stalin içinse tüm ulusları merkezi olarak kontrol altına almak gerekliyken, Lenin tüm ulusların merkezi bir aygıt tarafından kontrol edildiği bir sisteme karşıydı. Hasta yatağında iken şöyle diyordu: “Birleşik bir aygıta ihtiyacımız olduğu söyleniyor. Nereden geliyor bu iddialar? Bunların geldiği yer Çarlık’tan ödünç aldığımız ve hafifçe Sovyet yağına buladığımız aynı rus devlet aygıtı değil mi? Bu aygıt bize tümüyle yabancıdır” Aynı günlerde, Stalin’in sağ kolu Ordhonikidze’nin bu tartışmalarda bir Gürcistan Merkez Komitesi üyesini tokatlamasını duyduğunda Kamanev’e, “Yoldaş Kamanev egemen ulus şovenizmine karşı ölümüne bir savaş açıyorum. Hastalığımdan kurtulur kurtulmaz onu bütün sağlıklı dişlerimle yiyeceğim” diye yazmıştı. 24 Aralık 1922’de kongreye yazdığı mektupta da, “Stalin’in genel sekreterlik makamından uzaklaştırılmasını” önerecek ama ömrü buna yetmeyecekti. Stalin ise adım adım hem partiyi hem de tüm ulusları merkezi bir aparatın denetimine alacaktı.

Bu denetim esnasında neler oldu peki? Kısaca, önce Lenin katıldığı son kongre olan 11. Kongrede MK’ye seçilen 26 üyenin 18’i, 1924’e kadarki tüm halk komiserlerinin %75’i, 1934’teki Muzafferler Kongresinde seçilen 139 MK üyesinin 98’i, aynı kongreye katılan 1961 delegenin 1108’i idam edildi. 1936 ya gelindiğinde Politbüro üyesi Kirov’un Stalin’den fazla oy almasıyla Nikolayev isimli bir “öğrenci” tarafından öldürüldü. Kirov’un öldürülmesinden sonra korkunç bir temizlik harekatına başlanıp tüm muhalifler imha edildi. Gulag denilen toplama kamplarına en iyimser rakamlarla on milyon insan dolduruldu. Tüm Sovyetler Birliği, parti bürokratlarının ve askerlerin yönettiği bir cezaevine dönüştü.

Son söz üzerine: Biz halkların sürgünün ne anlama geldiğini 1915 yılında Türkiye Ermenilerinin, 1919-1921 de Karadeniz Rumlarının, 1938 de Dersim Kürtlerinin başına gelenlerden çok iyi biliyoruz. Talat Paşaları da, Topal Osmanları da, tüm İttihat Terakkicileri de, tek partili cumhuriyetimizin marifetlerini de, GPU’yu da, Stalin’i de tarih hak ettiği yere çoktan yerleştirdi. Eğer bir coğrafyada tüm muhalifler imha ediliyor, halklar sürgüne gönderiliyor, bir işçi 300 ruble maaş alırken parti ve işletme yöneticileri on bin ruble alıyorsa o sistemin adı açıktır. O tarihin kara bir sayfasıdır ve özgürlük adına o sistemden öğrenilecek hiçbir şey yoktur.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank