Hep Beraber İtiraf Edelim!
Birkaç yıl önce sanal ortamda dolaşan kısa-uzun metinleri ve meram ifade etmek maksadıyla yazılan birkaç cümlelik paylaşımları gördükçe kahroluyordum. Kahroluyordum, çünkü internetle erken temas kurmuş ve ortalama tahsil seviyesi lise-üniversite olan insanlar Türkçe'nin kafasını gözünü yara yara yazıyorlardı. Bu durumu tenkit için o tarihlerde bir yazı yazmıştım ve "Hay Klavyene Eşekarısı Konsun" başlıklı o yazıyı sizlerle de paylaşmıştım.
Yıllardır canımı sıkan bu konuyu düşünür dururum. Nasıl canımı sıkmasın ki; imla kurallarına göre, bazı durumlarda ayrı yazılması gereken altı üstü "de, da, ki, mi" gibi üç-beş tane ek var. Bakıyorum, gazeteciler, haber metni yazanlar, yazdıkları kitaplar piyasada halen satışta olan yazarlar, hatta kendilerini "editör" olarak vasıflandıranlar bu konuda sapır sapır dökülüyorlar. Mesela, "yanında kitap da getir" derken "kitapda getir" bile değil, "kitapta getir" yazanların sayısı hiç de az değil.
Düşünce dünyamızın anahtarı olan, onsuz ağzımızı bile açamayacağımız güzelim dilimize yaptığımız bu eziyet 'adam sen de!' deyip geçiştirilecek bir durum değil. Geçenlerde "yahu bu kadarı nasıl olabilir?" sorusu eşliğinde yine bu konuyu düşünürken, "evreka, evreka!" dedim kendi kendime. Yaşasın!, sorunun cevabını bulmuştum..
Adamın biri kendisine gelen Arap harfleriyle yazılmış mektubu okuması için Hoca Nasreddin'e müracaat eder. Hoca mektubu alır, Arapça ve Eski Türkçe bilmesine rağmen aşağı çevirir olmaz, yukarı çevirir olmaz. Mır mır eder olmaz, kem küm eder olmaz, bir türlü okuyamaz; çünkü mektup Farsça'dır. Hoca mektubu okuyamadığını söyleyince adamın canı sıkılır, "Hoca hoca, başındaki kavuğundan utan!" diyerek hocaya çıkışır. Hoca da kavuğu kendi başından kaptığı gibi adamın kafasına geçiriverir ve der ki, "Marifet kavukta ise buyur sen oku!".
Toplumun kahir ekseriyetinin kendi Türkçe mektubunu yazıp okuyamadığı günlerden, diploma alındığı gün okul çantasının "oh be, şükür bitti!" nidaları eşliğinde merdivenin başından aşağı yuvarlandığı günlere, sonra da okur-yazarlık oranının bir hayli yükseldiği bugünlere geldik. Buna rağmen çok yakın zamanlara kadar bir çok diplomalının kalem kağıtla ünsiyeti, neredeyse, ancak cebindeki telefon fihristi ile ve gerektiğinde en yakın 'hâmil-i kalem âdemoğlu'ndan ödünç alınan kalemle sınırlı kaldı. Yazma ile aramız hiç iyi olmadı.
Bugün dahi sanal dünyaya beklenenin üzerinde ilgi gösterip, bu mahfillerde canhıraş bir şekilde yazıp çizmemizin arkasında yatan sebep, okumak, anlamak, yeni şeyler öğrenmek, kendimize yeni ufuklar açıp oradan devşirdiğimiz hasılatı paylaşmaktan ziyade, takdir ve taltif görme heyecanı ile karışık sağa sola laf yetiştirme gayretidir. Üç aşağı beş yukarı, denebilir ki daha önce şifahi olarak icra ettiğimiz sohbeti, dedikoduyu veya nizâları sanal harfler/kelimeler üzerinden bu ortama taşıdık. Ve tabii, -sanal da olsa- yazı ile ünsiyetimiz çok sınırlı olduğu için, yazarak meram ifade etmenin acemisi olduğumuz için çuvalladık!. "Evreka, evreka!" dedirten tespitim budur. İtiraf ediyorum ki, bahsi geçen yazımda dile getirdiğim, "dilimizi kullanmada kişisel özensizlik gösterdiğimiz" eleştirisi tek başına herşeyi açıklamıyormuş.
Bir toplum düşünün ki; hem ilimden, irfandan, kültürden, dilinin güzelliğinden bahisle kendine bin türlü hasletten pay çıkaracak hem de üzerine yemin edilen "kalem"le onun ayrılmaz bir parçası olan kağıdın hakkını vermeyerek, -amiyane tabirle- yüz vermeyerek her şeyi lafta bırakacak.. Kalem-kağıdın yerinde siz olsanız, size bu muameleyi reva gören bir topluma bu kadarcık yüzkarasını yaşatmaz mısınız?! Hadi, hep beraber itiraf edelim!.. Kalemin, kağıdın hışmına uğradığımızın resmidir.
Birine mesaj iletirken söylemek yerine yazıya emanet etmenin veya bir şeyi aklında tutmak yerine yazmanın önemini idrak eden ve ona göre davrananların sayıca çok az olduğu bir gerçek. Yıllarca gerek yakın çevremde sözümün geçeceğini umduğum, gerekse teşrik-i mesaim olan insanları; tenbihlerini, hatırlatmalarını, mümkün olduğunca yazılı olarak iletmelerini teşvik etmişimdir. Geçenlerde benim bu yönümü bilen kızımın, artık kağıtlardan cebe sığacak büyüklükte kestiği yaprakları tel zımbayla birleştirerek "baba, sana not defteri yaptım" diyerek bana vermesi, benim için, çabalarımın yerde kalmadığını gösteren hoş bir sürpriz oldu.
Hasıl-ı kelam; her an cebimizde, elimizin altında olan aklı kendinden menkul aletlerin baştan çıkartan kolaylıklarına çok fazla kapılmadan, kalem ve kağıtla olan irtibatımızı hem kendimiz canlı tutup hem de bu konuda teşvik edici olmanın elzem olduğu fikrine bilmem katılır mısınız!?.