Helâl Sertifika Paradoksu
Derdimizin biri bitmeden diğeri başlıyor. Aslında bunda yadırganacak bir durum yok. Çünkü imtihan ediliyoruz. Başımıza gelenlerin hepsi yapıp ettiklerimiz yüzünden...
Bir yanda nefsimiz diğer yanda şeytan.
Şayet makam, para, hırs gibi hastalıklara müptela olmuşsanız, hangi dönemde, hangi malzeme para ediyorsa onu kullanırsınız. Bu inandığınız en kutsal değeriniz bile olsa.
Endüstriyel egemen güçlerin gıdayı silah olarak kullandığını, bu köşeden defaten dile getirdik. Çünkü onlar elde etikleri gücü, asla bırakmak istemezler. Bunun içinde, gıda sisteminde daima etkili olmanın peşindeler.
Müslümanları yaşadıkları coğrafyaya göre ikiye ayırırsak; Güney Afrika gibi ‘azınlıkta’ oldukları veya Türkiye gibi ‘çoğunlukta’ oldukları ülkeler olarak tasnifleyebiliriz.
Geçmişte ve bazıları için halen Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde yaşamak, helâl tüketmek için yeterli sayılır. Ancak Tayland, ABD veya Güney Afrika gibi ülkelerde, takva sahibi Müslümanlar, ülkelerindeki gıdaların ekseriyetinin helâl olmadığı bilincinden hareketle çözüm arayışlarına giriştiler.
Bunun içinde ‘helâl sertifikası’ adı verilen çözümler geliştirdiler. Bunlar ilk çıkışta son derece iyi niyetli çabalardı. Ama…
Hiçbir şey başladığı gibi olmuyor. Maalesef, helâl sertifika meselesinin geldiği noktada büyük sorunlar ortaya çıktı. Netice itibariyle ihlâs ve samimiyet ortadan kalktı.
Bu coğrafyalarda pazar kaybeden egemen güçler, kayıplarını telafi etmekte pek zorlanmadılar. Çünkü -özellikle Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde- adı ‘Müslüman’ ama kendisinin Müslüman olup olmadığı tartışmalı kimseler adına, sözde ‘helâl sertifika’ kuruluşları kurdular. Bir kâğıdın başına ‘besmele’ altına da ‘helâl’ yazınca, nasılsa her şey çözülüyordu. Çünkü çağın Müslümanları, bir fâsığın getirdiği haberi araştırmak gibi bir derdin sahibi değildiler.
Tam da hesapladıkları gibi oldu. Artık adını sanını kimsenin bilmediği ülkelerde bile, onlarca hatta yüzlerce ‘helâl sertifika’ dağıtan kurum ortaya çıktı. Hatta hatta öyleleri ortaya çıktı ki; bu belgeyi verenlerin belirttikleri sanal ülkeleri, -haritadaki olmayan- yerini kendileri de bulamıyorlardı.
‘Helal sertifika’ yaygınlaşıyor
Dünyada sınırların kalkması, gıdaların tümüyle endüstriyel bir metaa dönüşmesi, her biri adeta bir zehir ve hastalık deposu petrokimya ürünü sözde gıdaların üretildiği gün, dünyanın bir ucundan diğer ucuna gitmesi, gıdayı dünyanın en büyük sorununa dönüştürdü.
Bizim gibi bu bilince sahip kimseler, süreci eleştirme ve toplumsal bilinci geliştirmek için örgütlenmeye başladılar. Ardından da helâl sertifika hastalığına yakalandık. Çünkü şeytanî düzenin sahipleri, bizleri kaybetmek istemiyordu. Ve sonra aramıza para girdi ve hesaplar başladı.
Hesaplara göre dünyanın üçte biri Müslüman’dı. Her biri şu kadar ürün tüketiyordu. O halde ‘2 trilyon dolarlık bir pazar payından pay alınmalıydı.’ Bu hastalığa aramızdaki Müslümanlarda yakalandı.
Aslında tüm hesaplar Müslümanların helâl gıda sorununa çözüm üretmek değil, ranttan pay almak üzerine kuruluyordu.
Sürekli bu pompalandı: “2 trilyon dolarlık büyük pastadan pay almak!”
İş kolaydı. Üç beş kişi bir araya gelecek, bir dernek veya şirket kurulacak; ardından ‘sertifika’ adlı bir kâğıt parçası düzenlenecekti. Bugün olmazsa yarın tüm üreticiler ve hizmet sağlayıcıları sıraya girecekti. Sonra gelsin paralar…
Hizmet mi? Para gelirse hizmet kendiliğinden gelirdi nasılsa.
Sürekli işin parasal boyutu işlendi. Devlet Bakanı, TSE Başkanı, Oda başkanları, İşadamı Derneği temsilcisi, mühendisi, şusu busu konuşan herkes, ‘2 trilyon dolardan’ bahsediyordu.
Amaç; şahsı, şirketi veya ülkesi bu dev pastadan pay almasını sağlamaktı. Şeytan bunu üfürüyordu durmadan.
Önce devlet, TSE üzerinden bu işe el attı. Birkaç laikçi ‘olur mu? Devlet bu işe bulaşmamalı. Haksız rekabet doğar’ dedi.
Laikler doğru söylüyorlardı. Önemli bir farkla bizde onlar gibi düşünüyorduk. Onlar meseleye haksız rekabet açısından bakıyordu. Bizse ‘laik ve laikçi devlet, Müslümanların hiç bir meselesine burnunu sokmamalı’ diyorduk. Çünkü mesele -bugün iktidarda ‘İslamcılar’ olsa bile- Müslümanların özel meselesiydi. Devlet, 80 yıldır hangi sorunumuzu çözmüş ki, bugün çözecekti. Başörtümüze bile tahammül edemeyen, kurban derisine, fıtr sadakasına bile karışan devlete ne olmuştu da Müslümanların helal ve haramlarıyla ilgileniyordu?
Her ürünümüze alkol ve domuz mamullerinin eklenmesine izin veren o değil miydi de, şimdi bu işle yakından ilgileniyordu? Peki, laik devletin bu işten ne çıkarı olacaktı?
Tek neden, iktidardaki siyasi partinin mensubiyeti miydi? Şayet öyleyse, iktidar onlara baki değil ki? Ama mesele çok açıktı. 2 trilyon dolardan pay almak, ihracatı artırmak, ekonomiyi güçlendirmek. Ne de olsa küresel kapitalist bir ekonomik düzeninin parçalarıydık…
Bu masal öylesine işlendi ki, konuyla ilgili hangi etkinliğe gitsek, kim ağzını açsa, ‘2 trilyon dolar’ diyor, başka bir şey demiyordu.
Sertifikacılarda patlama
Türkiye’de 3-5 bin dolara sessiz sedasız ‘sözde helâl sertifika’ dağıtan firmalar vardı. Parayla ISO belgesi alanlar gibi, hemen hiç kimse bu sertifikalarını deklare etmiyordu. Zaten bazı müftülüklere gidip, az bir paraya helâl yazısı da alınabiliyordu. Sadece ürünleri ihraç ederken, Müslüman alıcıları ikna için kullanılan bu sertifikaların gerçek olmadığını onlarda biliyorlardı. Yine eminlerdi ki; ürettikleri ürünlere kattıkları şeylerin menşeleri karanlık hatta haramlardandı.
Domuz jelâtinini, sığır jelâtini diye etiketleyip, parayla sertifika aldıklarının farkındaydılar. Sığır bile olsa, helâl kesim olmadığını çok iyi biliyorlardı. Sorun uzayıp gidiyordu…
‘Helâl sertifikamız var’ diye kamuoyuna deklare etseler, karşılarında sayıları azda olsa bilinçli ve Allah’tan başkasından korkmayan, ‘Gıda Hareketi’ gibi örgütleri bulacaklardı. İçerde kimse helâl haramla ilgilenmiyordu. Dışarıdan sorulunca da belge gösteriliyordu. Nasılsa böylece kervan yürüyordu.
Ardından ‘Gimdes’ geldi. Önce öyle şeyler söyledi ki, umut dağıttı. Fakat unutulan bir şey vardı: Helâl ama buna kim karar verecekti ve bu helâl kime göre helâl olacaktı? Bu helâllik hangi mezhebe, hangi cemaate, hangi hoca efendiye göre olacaktı? Bu iş hangi ekiple ve finansmanla yürütülecekti? Başarı şansı neydi?
Kendi ifadeleriyle 80’den fazla firmaya ‘ihracatta kullanılmak üzere’ ‘helâl sertifikası’(!) verdiler. Tavukçu firmaların ‘helâl olsun’ları ile başlayan reklâmları, eski ama büyüyen bir problemin ayak sesleriydi. Üstelik bu kez bağıra bağıra geliyordu.
Müteakip yazımızda ‘helâl sertifikalı tavukların neden yenilemeyeceğini’ yazacağız İnşaAllah. Bu nedenle bu kısmını şimdilik geçelim.
Önceki gece bir sitede dolaşırken, bir google reklâmı dikkatimi çekti. Helâl sertifika pazarlıyordu bu reklâm. Linki tıklayıp girdim.
Referanslarının başında “EFES PİLSEN BİRACILIK A.Ş.” 35. sırada “SHILLER BIRACILIK A.S.” 33. sıra ise “DANNONE FOOD CO. LTD.” diye devam eden bir liste vardı.
Devamlı okurlarım hatırlayacaktır. Geçmiş yazılarımızın birinde, İslami Usullere göre helâl kesim domuz jambonu, etiket ve sertifikasının resmini yayınlamıştık. Bu durumda domuza helâl sertifikası veriliyorsa, biracılara da verilebilirdi. Nasılsa Kabe’nin bitişiğindeki marketlerde de ‘Efes Pilsen’in biraları satılıyordu. Üstünde de kocaman ‘alkolsüz’ yazıyordu. O halde helâldi(!)
Alkolsüz biralar, kolalar, meyve suları, sade veya aromalı gazozlar, enerji içecekleri, aromalı ve yapay maden sularına eklenen alkol ve diğer zararlılarla ilgili mesele çok detaylı olması nedeniyle hızla geçelim. Çünkü yazımız oldukça uzayacak, bu nedenle meraklıları için belirtelim. Bu konu çok yakında piyasada olacak olan yeni kitabımızda detaylarıyla inceleniyor. Zaten ehli ve helâl endişesi olanlar meseleyi çok iyi biliyorlar.
Söz konusu firma, sitesinde sertifikaları İran’da kurulu ‘ICRIC’ adlı kuruluş adına, verdiğini yazıyordu. Kendilerine ulaştık. Önce sert ve güvensiz bir yaklaşım sergilediler. Sorularımızdan rahatsız olmuş olmalılar ki, sözde helâl sertifikası verdikleri 42 adet referansın en başındaki, Efes Pilsen Biracılık A.Ş.’ni beş dakika sonra listeden çıkardılar.
Bu kez arayıp nedenini sorduk. Ardından tümünü kaldırdılar. Allah’tan sitenin verilerini indirmiştik.
* * *
Helâl sertifikası almak isteyenlerdeki artış, çok kimsenin iştahını kabartmış durumda. Konya’da, Kayseri’de, Bursa’da, Ankara’da, İstanbul’da derken yurdun dört bir yanında mantar gibi ‘helâl sertifikacılar’ ortaya çıktı.
Her biri kendini ümmete adamışlarmış. Güya Müslümanların bir derdini daha çözeceklermiş. Her birinin sitelerindeki iddia en basitiyle böyle… Müslümanları bırakınız, tüm insanlığı ‘haram’ belasından kurtarma taahhüdünden tutunda, güvenli gıda ve sağlıklı beslenmeye kadar neler neler yok ki sitelerinde. Kısacası siteleri, ağır lokmadan ağır iddialarla dolu...
Daha ilginci, çoğu üyesi küresel egemen batılı şirketlerden oluşan, geriye kalanları ise yerel taklitlerinden müteşekkil, bir gıda üreticileri derneği de sözde ‘helâl sertifika’ hazırlığı yapıyor. Anlayacağınız kendilerini aklayacaklar.
Şimdi fetvalar laboratuarlardan
Bir ürünü laboratuara götürüp, analiz ettirdiniz mi helâl oluyor. Bunu diyenler ömründe hiç laboratuar görmeyenler.
Dünyanın her yerinde dönen dolaplar, sanki buralarda dönmüyor. Anlayacağınız işimiz, artık bazı laboratuardaki kimselerin merhametine ve vicdanına ve de sözde sertifikalara kaldı.
Ürününe; istediğin alerjen, kanserojen, ani ölümlere bile neden olan katkıları kat, yemlerine kan, ölü hayvan etleri ekle, tüm gıdalarını GDO’lularla doldur, kısacası zehir ticareti yap ama ‘helâl’ yazan bir belge seni aklasın…
Galiba helâl yemeye yemeye basiretimiz bağlanmış ve akletmeyi unutmuşuz… Yine galiba helâl yemeye yemeye ‘helâle haram, harama helâl demeyin’ ayetinin hükmünün, bizi nereye götüreceğinin farkında değiliz…
Basiretimiz bağlanmış, ölçülerimiz değişmiş, artık helâl ve haramlarımızı egemen küresel güçlerin verileri üzerinden belirliyoruz. Helâl sorununu imanın gereği olarak çözmek yerine, 2 milyar dolarlık pastadan pay almaya indirgemişiz…
Peki, şimdi ne olacak?
Mesele büyüyecek. Çok konuşulacak. Herkes bu işi ‘Allah rızası’ için yaptığını iddia edecek.
Dört yıl kadar önce TSE, ‘helâl standardı’ hazırlayacağını açıkladığında, bizimle birlikte Banvit’in genel müdürü de tepki vermişti. Dünya Gazetesi; DTM temsilcisi, Banvit’in genel müdürünü ve bendenizi meseleyi tartışmak için yuvarlak masa mülakatına davet etmişti. Ne hikmetse diğerleri masaya gelmekten vazgeçmiştiler. Gazete, tekrar arayacağını söylemesine rağmen bir daha dönmedi.
Bundan sonrada benzer girişimler olmasını diliyoruz. Ama yine biliyoruz ki, bu tek başına atıp tutanlar, masaya şu ya da bu gerekçe ile gelmeyecekler.
Helâl bilincini oluşturmak ve helâl öğretiyi sunmak yerine, Müslümanları hazır haplar yutturmaya alıştırmak saman alevi gibidir. Failleri istemediklerini söyleseler de, dünyalık kazanabilirler. Ama kar tapu gibi büyüyen bir soruna neden olduklarını, bununda vebal olduğunu bilmelerini diliyorum.
Görülüyor ki ‘nur topu’ gibi yeni bir sorunumuz daha doğdu. Çözüm adına üretilen bu sorun, büyük tartışma ve sorunların başlangıcıdır.
Sertifika veren kuruluşların, hemen hiçbirinin sağlıklı bir standardı ve sistemi yok. ABD’deki bir sertifika kuruluşu, dünyanın ikinci büyük likörlü çikolata üreticine ‘helâl sertifika’ vermiş. Üstelik bu markanın yeni sahipleri de Türkiye’den ve çok tanıdık bir aile. Sitelerine likörlü çikolata üretimlerini kendileri yazmışlar. Üstelik bu markanın tüm ürünlerinin ‘helâl sertifikası’ var. Ne güzel değil mi? Materyalist, seküler ve hedonist dünyada dini sorunlar bile, ehlinin elinde olmayınca böyle çözülüyor(!) demek ki?
Sonuç itibariyle, ortada çok sayıda ‘helal sertifika sağlayıcısı’ ile ‘helal sertifikalı’ ürün var. Ama ne yazık ki; Kur’an emrettiği (halâlen tayyiba) hem helal hem de temiz ürün hâlâ bulunamıyor.
Son sözü Kur’an’a bırakalım: Bakara 205: “Pis ve haram olan şeyleri yiyip içmede şeytan ve benzerlerinin adımlarını izlemeyin…” Ali İmran 94: “Artık kim bundan sonra da -haram ve helâl hakkında- Allah adına yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Nisa 30: “Kim, haddi aşarak ve haksızlık ederek bu -haram sayıla-nları yaparsa, onu ateşe koyacağız.” Maide 100: “De ki: Kötü/pis şeyin çokluğu/bolluğu senin tuhafına gitse bile, pisle temiz (haram ile helâl) bir olmaz. Bunun için, ey akıl sahipleri! (Dînin temiz saydığı şeyleri seçin) Allah’tan çekinip emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” Maide 87: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz (yiyecek ve giyecek) şeyleri (kendinize) haram edip yasaklamayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez” Taha 81: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helâl olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner.” Kasas 77: “Emirlerine muhalefet ederek yeryüzünde bozgunculuk yapmayı isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
Yazınızı zevkle okudum ve tamamen katılıyorum.
Ekim 15th, 2010 at 14:59Deccal ın adamları artık zuhur etmeye başladılar bence.
Cennetin arsa satışları da yakında başlar.
Genelevlere de birer mescit yaptırılır ve saatlik nikah ile insanlara daha doğrusu ahmak soytarılara HELAL GENELEV sloganlarıyla davet yapılır.
Madem ki her şey bir HELAL tabelasıyla değişiveriyor bu tabelalara kanacak ahmak soytarı müslüman kılıklı salakları da üretmek oluşturmak şart.
Bu ahmaklar da oluşturuluyor işte.
Velhasıl zaman ahir zaman, deccalin adamları çok zalim, çok yaman.