Hayızlı Kadının İbadeti Nasıl Olmalıdır?
Sözlükte "suyun akıp taşması, kanın akması" anlamlarına gelen hayız, bir fıkıh terimi olarak, ergenlik çağına giren sağlıklı kadının döl yolundan düzenli aralıklarla belirli sürelerle gelen kanı ifade eder.
Kadınların ergenlik dönemine girdiklerinden menopoz dönemine kadar görülen fizyolojik bir olaydır. Kadının döl yatağının iç yüzünü kaplayan zarın, yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve yumurtalık hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından ibarettir. Türkçe'de bu olaya, hayız hali denildiği gibi, âdet hali, âdet görme, adet kanaması, aybaşı hali de denilmektedir.
2/Bakara 222 der ki: Sana, kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de ki: "O bir ezadır". Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın size buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.
Kur’an,da hayızla ilgili tek ayeti kerime budur, "O bir ezadır" yani hastalıktır.
Maide suresi 6. ayet derki: SİZ EY imana ermiş olanlar! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın ve [ıslak] ellerinizi başınızın üzerine hafifçe sürün ve bileklere kadar ayaklarınızı [yıkayın]. Eğer boy abdestini gerektiren bir halde iseniz kendinizi temizleyin. Ama eğer hasta iseniz yahut seyahatteyseniz yahut tabii ihtiyacınızı gidermişseniz yahut bir kadınla birlikte olmuşsanız ve su bulamıyorsanız, o zaman, temiz toprağa ellerinizi sürün ve onunla yüzünüzü ve kollarınızı hafifçe ovun. Allah sizi zora koşmak istemez; ama sizi tertemiz kılmak ve nimetlerinin tamamını size bahşetmek ister ki şükredenlerden olasınız.
Ve
Nisa suresi 43. ayet der ki: SİZ EY imana ermiş olanlar! Sarhoş iken namaz kılmaya kalkışmayın, ne dediğinizi bilinceye kadar (bekleyin); ve boy abdestini gerektiren bir durumda [iken de] yıkanıncaya kadar -seyahatte olmanız [ve yıkanma imkânından yoksun bulunmanız] hali dışında- [namaza kalkışmayın]. Ama eğer hasta iseniz veya seyahatteyseniz yahut tabii ihtiyacınızı yeni gidermişseniz veya bir kadın ile birlikte olmuşsanız ve hiç su bulamıyorsanız, o zaman temiz toprağı alın, [onunla] yüzünüzü ve ellerinizi hafifçe ovun. Bilin ki Allah, gerçekten günahları temizleyendir, çok affedicidir.
Bu ayetler ışığında şunu çok net diyebiliriz ki, Kuranda hayızlı kadına yasaklanan tek şey vardır ki o da cinsel ilişkidir. Eğer abdest ayetindeki temizlenme ile buradaki temizlenmeyi aynı sayarsak kadınların o haldeyken pis oldukları gibi bir sonuca varırız ki kitabın hiç bir tarafına uymaz. Eğer bu durum bir pis olma durumu olsa idi Allah "ezen" yani eza, hastalık, özür, zor durum yerine necis ve ya başka bir kelimeyi kullanmaz mıydı?"Oruç" ve "Hac" ibadetinde belirtilen detaylar içerisinde, abdest ve gusül şartı belirtilmemiştir.
Burada hemen şu noktadan itiraz edilebilir. Hayızın cünüplük ile eşdeğer tutulduğu. Şimdi bu kelimeye bakalım:
Cünüplük, boşalma ile olur. Boşalma da birleşme, ihtilâm, ya da şehvetin taşmasıyla meydana gelir.
Cenb: böğür, yan, yakın ve uzak anlamlarına gelir. Tecennub, mücânebe: kaçınmak, kenarda durmak demektir. es-Sâhibu bi’l-cenb: yanında, beraberinde bulunan arkadaş, yani eş anlamındadır. İşte kök itibariyle beraberlik anlamını veren bu kelime; beraberliğin en ileri derecesi olan cinsel birleşmenin sonucunada ad olmuştur. Cîm ve nûn'un zammıyla cünüp cinsel ilişki, ya da orgazm sonucundaki durumdur. Bir anlatıma göre namazdan uzaklaşmaya neden olduğu için bu duruma cenabet denmiştir. Cenabet durumunda olana cünüp denilir. Aslında cenîb ve cünüp garîb, kendi kavminden, ülkesinden uzak demektir. ( İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab; Râğıb, el-Mufredât.)
Savaşta bile namazın terkinin olmadığını ve sadece kısaltma olduğunu görüyoruz.
(Nisa 102)
Aksine namazın sürekli istenen bir ibadet olduğu şu ayetlerle sabittir.
Nisa 103: namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah'ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü'minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Ve Bakara 238-239)
Bakara 184’e göre ise hayızlı iken oruç yasağı yok. “içinizden hasta olan yahut yolculukta bulunan tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar” diyen Allah, ay halinde oruç tutmayın demeyi unuttu mu?
Bir rivayete göre Âişe annemiz,"Hayız günlenamazlarını kaza etmemiz gerekir mi?"rindeki diye soran bir kadına:"Sen Harûriyye (Hâricîler)den misin? Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi"demiştir.( Müslim Hayd- b.15,h.67-68 )
İşte adetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki delîl sadece Âişe annemize dayandırılan bu rivayetlerdir.
Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur'ân'in kesin emri nasıl askıya alınabilir?
Hayız, tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. İdrarını tutamayan birine:” Sen namazını kılmayabilirsin.” denilebilir mi?
Özürlü erkek ibâdetten mu'âf tutulabilir mi? Yapılacak olan, her vakit için abdest alıp ibâdetini yapmaktır.
Kur'ân'ın sınırlamadığı bir şeyi kimse sınırlayamaz. Kur'ân'a ters şeyler hadîs olamaz.
O rivayetler, peygamber'e iftiradır. Adetli kadın hakkında Yahûdîlikten ve çeşitli uluslardan Araplara sızan gelenekler hadîs biçimine getirilerek İslâm literatürüne sokulmuştur.
Bunların aslı olsaydı mutlaka Kur'ân'da kadının hayız halinde bu ibâdetleri yapamayacağına dair bîr açıklama olurdu.
Zira Kur'ân İbâdet yapamama gibi önemli bir hali kapalı bırakmaz, bunu belirtirdi. Yoksa Allah katında cinsel ilişki namazdan, oruçtan, Kur'ân okumaktan daha mı önemlidir?
İslamiyetten önceki toplumlarda “Hayız halindeki kadınlarla” ilgili olarak değişik inançlar ve düşünceler vardı.Meselâ İranlılar, âdet halindeki kadını evden çıkarırlar, kent dışında küçük bir çadıra kapatırlar; ona yemek götüren hizmetçi dahî ona veya onun temas ettiği eşyaya değip pis olmaması için ellerini, burnunu ve kulaklarını bez parçasıyla sarardı.
Yahudiler, hayızdan çok sakınırlar, hayızlı kadınla yatmadıkları gibi beraber yemek de yemez, aynı odada dahi oturmazlardı. Hıristiyanlar ise hayıza hiç önem vermezler, hayızlı kadınlarla ilişkide bulunurlardı. Araplar, özellikle Kitâb ehliyle bir arada oturan Medîneliler, bu hususta Yahudilerin etkisinde kalmışlardı. Onlar da Yahudiler gibi yapıyorlardı.
Müslümanların bazıları , adetli kadınla bütün ilişkileri kesmek gerektiğine, ona el sürülmeyeceğine, elini vurduğu her şeyin pis olacağına inanıyorlardı. Erkeklerde, o haldeki kadınlara karşı bir tiksinti duygusu yerleşmişti.
Bazı sahâbîler, Peygamber Efendimizden bu konuda İslâm'ın hükmünü sordular. İşte bu âyet bu soruya yanıt olarak indi.
Âdet ve loğusa halindeki kadının kirliliği inancı, Kur'ân'dan değil, Tevrat'tan alınmadır.
Kur'ân, bundan söz etmediğine göre demek ki, Tevrat'ın bu hükümlerini (tevratın orijinal metninde var kabul ederek) muhataplarından kaldırmış iken gelenek, bunları hadîsleştirerek fıkıh kuralları haline getirmiştir.
Levililer: 12/2-5:” Tevrat, loğusa kadını murdar (cünüp) saymaktadır.” Levililer. 15/19,23-24:”Yine Tevrat'a göre kendisinden kan gelen (adetli) kadın, yedi gün murdar olur, ona dokunanlar da murdar (pis) olurlar, hattâ o kadının oturduğu yatak, ya da döşek üzerine bir şey bulaşırsa o şeye dokunan erkek, akşama kadar murdar (pis) olur. Adetli kadınla yatıp da üstüne bîr şey bulaşan erkek de yedi gün murdar (pis) olur .”
Tevrat'ın, adetli kadının pis olacağı hükmü de hadîs şekline getirilmiştir.
Bilindiği üzere hayızlı dönemi bir kadının duygusal olarak çok daha yoğun olduğu bir dönemdir. Duygusal iniş çıkışları çoktur, tepkisel davranır, bazen boşluklarda gezer durur. Bu haliyle Rabbine yönelmeye ve ibadet etmeye normalden çok daha fazla ihtiyaç duyabilir. O halde hayızlı kadının namaz kılamayacağına dair bir hüküm olmamasına rağmen kadını bu ihtiyacından men etmek neden?
Yani kadın isteyerek mi bu hale geliyor? Hayır, bu Allahın emriyle, kadının isteği dışında olmaktadır. Dolayısıyla mümin bir kadının hem ben istemedim hem de namazımdan alıkoyuyorsun gibi Allaha böyle bir serzenişte bulunması doğru bir sitem değil midir?
Bu görüşü savunan mezhepçi ve gelenekçi zihniyet hayız haline 3 ile 10 gün arası bir süre biçiyor. Bazı hanımların üreme organlarındaki problemler nedeniyle bu süre 10 günü geçebiliyor, o zaman diyorlar ki, 10 günden sonra özüre girer, namazlarını kılacaklar. Şimdi ben burada haklı olarak şunu sormak istiyorum, bu tarz bir ifade Kuranın hangi ayetinde var. 10 Günden sonra kadından yine hayız kanı geliyor, yani kadın insanların biçtiği ilk 10 günde pis, 10. gün ve sonrasında temiz oluyor öylemi Salat için ne diyorduk, dua, bağlılık, yakarış. Namaz için ne dememiz gerekiyor. Şekilsel olarak namaz, salatın kime yapıldığının ilanı dersek tam manasını bulacaktır.Şimdi bu durumda çıkan tabloya hep beraber bakalım. Bağlılığını 3 ile 10 gün süresinde şekilsel olarak kes ama manevi olarak devam et, ya da 3 ile 10 gün süresince bağlantıyı kopar da nasıl koparırsan kopar, bu süre içinde yani 10. günün sonunda hayız halin bitmezse hayızlı olmana rağmen bağlantıya kaldığın yerden devam et…Böyle bir kulluk tablosu mümkün müdür diye insan sormadan kendini alabilir mi?
Gözden kaçan bir nokta daha var: Nisa-43 ve Maide-5 te geçen durumlarda temizlenmek gerekir, doğru. Ayrıca buradaki temizlenmenin ne ile olacağı da açıkça yazılmıştır (Nisa-43). Enteresan olan tarafı her iki ayette de su ibaresinin geçmesidir. Ancak Bakara-222 deki hayız durumuyla ilgili ayette ve ne de bir önceki ya da bir sonraki ayette ya da Kuranın başka herhangi bir ayetinde hayızdan sonra yıkanmadan bahsedilmediği gibi Bakara/222 ayetinde su ibaresi geçmez. Temizlenmek sözcüğünün benzerlerini ya da aynısını farklı ayetlerde geçtiği için aynı durumu açıklar diye bir mantık yürütmek pek doğru gelmiyor bana. Hele hele işin ucunda kadınları belli bir süre ibadetlerinden ya da mesela namazından alıkoymak hiç bir açıklaması olmayan bir durumdur. Ki bununla ilgili tek bir ayet bile yoktur.
Benim Kurandan çok net olarak, hiç zorlama ve yorum yapmadan anladığım budur. Kullandığım mantık çok basittir. Kuranda varsa amenna yoksa orada bir serbestiyet vardır.
Ayetin içeriğinde namaz kılınmaz, oruç tutulmaz, kuran okunmaz diye bir yasak yokken, ALLAH’ın koymadığı bir yasağı haram diyip, insanları ibadetten mahrum etmişlerdir. Bırakın mahrum edilmeyi bana göre her şeyimizi yaratan bizim bütün mahremimizi ve namahremimizi bilen ALLAH, dan uzaklaştırmışlardır. Yaratılmış hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Çünkü yüce yaratıcı Kur’an’ da helallerin ve haramların çerçevesini belirtmiştir.5/Maide 87 Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez
16/Nahl 116 Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar
Şimdi diyeceksiniz ki, Kur’an’da yok ama hadislerde var, çünkü birçok insan ibadetle ilgili her şey Kur’an da olmaz , Kur’an’da bulamadığımızı hadislere baş vururuz demektedirler.
Birincisi Resulullah (a.s) helal ve haram koyma yetkisine sahip değildir. İkincisi bize kadar rivayet edildiği söylenen hadislerin ne kadarı gerçekten Resulullah ın sözleridir!?.
İnanan ve özgür düşünebilen her akıl şunu diyebilmelidir: Var ettiği insanlar için değerler sistemi oluşturmayan bir Tanrı, hiçlikten daha beterdir ve ölmesi daha iyidir.
2/Bakara 2 İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir.
Ulemanın ortak görüşü şudur: Hükmi kirlilik açısından, kadın ve erkek farklılık arz etmektedir. Erkeklerin abdestsiz ve cünüp olmaları hali, hükmen kirlilik hali sayıldığından, bu halde iken namaz kılmaları yasaklanmıştır. Ne var ki, erkeklerin bu halleri, abdest almak veya yıkanmakla son bulup, uzun süreli devam etmediğinden, Müslüman erkekler, hükmi kirlilik sebebiyle, hiçbir adetten muaf tutulmamışlardır.
Kadınlar, abdestsiz olma, cünüp bulunma ve sonuçları açısından erkeklerle aynı hükme tabi olmakla birlikte, her ay gördükleri üç ile on gün devam edebilen adet ve doğum sonrasındaki, azami kırk gün kadar sürebilen nifas kanaması hali ile hükmen kirli sayılmaktadırlar.
Allahın kadının fizyolojisi ve üremesinin göstergesi gereği, kendi iradesi dışında vücudunda meydana gelen bir olaydan ötürü erkek zihniyetin kadını hükmen kirli saymasının arkasındaki nedene maalesef masum bir düşünce diye bakmam olanaksız olmakla beraber, arka planında çok daha fazla şeylerin olduğunu ısrarla düşünmekteyim.Bazıları bu noktada şunu diyebilir:
Adet olan kadın cinsel ilişkiye girecek kadar TAHİR değil ama namaz kılacak kadar TAHİR yorumu yukarıdaki kavram eşitliklerine göre kurana uygun mu?
Hayız hali nedir? Sormuşlar, Rabbim yanıt vermiş. O bir ezadır demiş./O insana rahatsızlık veren bir haldir demiş. Tanımı bizlere bırakmamış, kendisi yapmış. Sonra da cinsel ilişki için bir kural getirmiş, kadın temizlenene kadar uzak durun, demiş.
Mesela bir kişi boy abdestide alsa vücudunda bir çok mikrop barındırabilir ve yoruma göre temiz değildir ama boy abdesti alınmıştır.
Tevbe/103: Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir.
Enfal/11: O zaman sizi, Allah'tan bir güven olmak üzere hafif bir uyku bürüyordu; sizi onunla temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak, ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu.
Tevbe/108: Orada asla namaza durma, tâ ilk günden takvâ üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allâh da temizlenenleri sever.
Görüldüğü üzere TAHİR sözcüğü geniş bir sözcüktür ve bu temizlik gibi düşünülmekle beraber ziyadesiyle arınmak....sıhhat...gibi anlamlar da taşıdığı görülecektir..
. “Allah temizlenenleri sever” ifadesine bakarak, temizlenmeme durumu nasıl olur diye sorsam… Cevabım: “Allah’ın yasaklarını yasak bilmemek, şeytanın pisliğinden uzak durmamak” olur, diğer ayetleri de hatırlayarak.Bunlardan dolayıdır ki, içinde ne abdest, ne namaz geçen hayızla ilgili açıklama yapan ve cinselliğe vurgu yapılan bir ayete bizden ek şart eklememizi ya da ekleyenleri kabul etmemizi beklemeyin. Eğer böyle bir şart kuranda olsa idi emin olun 1400 yıldır kendi egemenliğini ayakta tutmak için hadis kurumunu bu kadar savunan ve birbiri ile çelişen hadis üstüne hadis üreten zümre bunun çoktan farkına varırdı.
Bunlar ışığında şu da düşünülebilir doğal olarak. Böyle ince bir nokta, neden öyle kullanılmamışta böyle kullanılmış sorusu. Bu sorunun cevabından emin olmak kolay değil gibi dursa da aslında çok kolaydır… Eğer böyle düşünürsek yani (hayız durumunun tahir olmadığının vurgulanması), bu durumda başka bir sorunun cevabından emin olmamız gerekmez mi? O soru da kaçınılmaz olarak şu olacaktır: Sonu yasaklamaya varabilecek bir konuda, olabilirlik ihtimali ya da vurgu yapılıyor düşüncesi üzerine inanç inşa etmek doğru bir yöntem mi? Bu yöntem bütün ilkerini apaçık insana sunduğunu ilan eden bir Allaha isnat edilebilir mi? Edilirse bunun adına ne denir?
Allah kuranda haramları bu kadar net bir şekilde ortaya koyabiliyorsa ki koyuyor, bu konuyu da muallâkta bırakmaz idi. Demek ki burada ayetlerde olan bazı hükümler ile keyfi bir surette oynanarak kadınları sosyal alandan ve din alanından soyutlamak için hadis başlığı altında bütünleştirmek gayesi güdülmüştür diyorum, hem de çok üzülerek bunu belirtiyorum.Eğer Allah Kuranda defalarca biz ayetleri böyle açıklarız, ya da dininizi tamamladım, eksik bir şey bırakmadım gibi şeyler söylememiş olsa idi aksi konuda görüş bildiren ulemanın söyledikleri bir derece düşündürücü olabilirdi. Kaldı ki yüce yaratan kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmamış, tek hüküm koyucu kendisi olduğunu defalarca tekrarlamıştır bizlere.
Ayrıca Hakka Suresinin 44-45-46-47. ayetlerine şöyle bir bakacak olursak orada derki yüce yaratan:
69/45- Şimdi o (kendisine bunu emanet ettiğimiz kişi), (kendi) sözlerinden bir kısmını Bize isnat etmeye kalkışsaydı,69/45- o'nu sağ elinden yakalardık;69/46- ve şah damarını keserdik;69/47- ve hiç biriniz o'nu koruyamazdınız.
Şimdi bu ayetler hakkında ciddi ciddi düşünmenizi öneriyorum. Benim bu ayetlerden anladığım, yüce yaratan peygamberine diyor ki, bak eğer sen benim sınırlarımın dışına çıkarsan, benim koyduğum hükmün dışında bir hüküm verirsen insanlara başına gelecek budur.
Bu durumda islamın muazzez peygamberi böyle bir şeye sizce cesaret edebilir mi, bırakın cesaret etmeyi, muazzam bir ahlakla donatılmış peygamberimiz böyle bir şeyi aklından bile geçirebilir mi?Lütfen, gelenekçi ve mezhepçi kalıptan uzaklaşarak Kuranı bütün olarak değerlendirelim ve ilahi mesajı bu doğrultuda özgür bir akılla kavramaya gayret gösterelim.
"İnanç, iman, ibadetler hepsi Allahla aramızda olan şeylerdir. Kimse kimsenin içini bilemez, zihnini okuyamaz. Herkes kendinden sorumludur. Ve bence Yüce Rabbimizin bizlere rehber olarak gönderdiği yüce kitabımız Kur'an-ı Kerimin amacı bizlerin huzur içerisinde mutluluk ve barış içerisinde yaşamasını sağlamak içindir. Hayızlı iken namaz kılan bir kimse kendini son derece huzurlu hissediyorsa hiçbir sorun yoktur. Ancak huzursuz hissediyorsa kılmayabilir, çünkü dinde zorlama yoktur. Dinimizde hiçbir şeyin amacı insanlara huzursuzluk yaratmak değildir. Burada ana mesele vahyi bir hükme bağlı kalmaksızın, insanların bazı nedenlerden ötürü haram, helal, farz gibi kavramlara kuran dışı kaynaklardan ulaşarak toplumun yarısını oluşturan kadını hayatın ve dinin dışına atma gayreti ve altında yatan nedenlerdir.Eğer Kur'an-ı Kerim sünnetler/hadisler olmadan anlaşılmaz bir kitap olsaydı, daima peygambere ihtiyaç duyan bir kitap olsaydı Allah Hz. Muhammed'i ölümsüz kılardı. Bunu yapardı değil mi? Ve bu mantıklı olurdu. Araya başka çıkarcı insanlar girip beyin bulandırmazdı.
Ama namaz gibi bir ibadette bir insanın özgürlüğünü elinden alarak ve kurani bir dayanak olmadan şu şu halde namaz kılamazsın gibilerinden hükümler vermek insana yapılan bir zulümdür, bunu peygamber dedi demek peygambere yapılan bir zulüm ve ona atılan iftiraların en büyüğüdür ve bunun adı düpedüz Allah ile aldatmadır.Şunu akıldan çıkarmamak gerekir. Yolumuz Allah yolu mu, ulema yolu mu? İbadetlerimiz Allah için mi, ulema için mi?Hak yiyeni, yetimi itip kakanı, ibadetlerini etiket yapanı sırf ben inanıyorum dedi diye temiz kabul edip; biyolojik bir gerçek olan, Allahın değişmez yasası olan sünnetullahın kadına verdiği doğurganlık ve üretkenlik adına sağlıklı fizyolojik bir olgu neticesinde kadını kanamasından dolayı pis sayan zihniyete yazıklar olsun diyorum…Ve yazımın sonunu eski bir gazete haberi ile bitirmek istiyorum…
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş, 17 Eylül 2003 tarihli Vatan gazetesinde aynen şöyle diyor:
Bir okurum, 26 ve 27 Ağustos 2003 tarihli VATAN gazetesindeki köşemde iki gün ardı ardına yayınlanan, adetli kadınların ibadet durumuyla ilgili yazımdan ötürü tereddüde düştüğünü belirtiyor. Buna neden olarak da VATAN'daki köşemde verilen bilgilerin, "Yeni İslâm İlmihali" adlı eserimin 1979 basımındaki bilgilere uymadığını gösteriyor. Bu okurum, kuşkusunu giderecek bir açıklama yapmamı istiyor.
Söz konusu ilmihalde adetli kadının oruç tutamayacağını, namaz kılamayacağı, âdeti kesildikten sonra tutamadığı oruçlarını kaza edeceği fakat namazlarını kaza etmeyeceği belirtilirken gazetedeki yazımda ise âdetin, biyolojik bir özür durumu olduğu, bu halde bulunan bayanın dilerse oruç tutabileceği, hasta gibi orucunu yiyip sonra kaza edeceği ancak namazın hiç düşmeyeceği, her namaz vakti için abdest alıp namazlarını kılacağı belirtilmektedir. Bu durum Büyük bir vebaldir.Okurum özetle diyor ki: "Yazarı aynı olan bu yazılarda bir çelişki yok mu? İkinci yazıda belirtilen bilgiler doğru ise âdet hali bittikten sonra gusletme gerekliliği ortadan kalkmıyor mu?" Şunu belirteyim ki İslâm İlmihali'ni yazdığım zaman dayandığım kaynaklar klasik ilmihal ve fıkıh kitaplarıydı. Bilgilerim bizzat Kur'ân'a değil, bu kitaplara dayanıyordu. Ama ne zaman ki tefsîr için Kur'ân'ın içine girdim ve bilgilerimi doğrudan Kur'ân'dan almaya başladım, klasik ilmihal kitaplarında yazılan birçok konunun yanlış anlatıldığını ve Kur'ân düşüncesinin yorumlarla çarpıtılıp değiştirildiğini gördüm. Elbette farkına vardığım hatada ısrar edemezdim çünkü bu, büyük bir vebaldir.
Dediğim gibi "Yeni İslâm İlmihali" adlı eserimin ilk baskılarındaki bilgiler, mevcut ilmihallere, klasik fıkıh kitaplarına dayanmaktaydı.
Düzeltmeleri yaptım. Hatayı fark ettikten sonra o kitapta da gerekli düzeltmeleri yaptım. Kitabın son baskısında, klasik fıkıh kitaplarında yazılan bilgileri aktardıktan sonra bu konudaki görüşümü açıkladım. Kitabın son baskısının 111'inci sayfasında, "Adetli kadınla ilgili önemli bir açıklama"yı okuyabilirsiniz. Değerli okurum, Maide Suresi'nin altıncı ayetinde namaz kılmak isteyenin, abdest alması, cünüp olanın ise tam temizlenmesi (yani yıkanması) emredilmektedir. Hayız (âdet hali), cünüplük değildir. Çünkü cünüplük, cinsel ilişki sonunda oluşan bir durumdur. Kur'ân cünüp olanın yıkanmasını emretmekte fakat adetli kadının yıkanması konusunda bir hüküm belirtmemektedir. Elbette âdeti kesilen bayanın temizlenmesi gerekir. Fakat bu Kur'ân'ın emri değil, Peygamberimizin buyruğudur. Zaten İslâm öncesi zamanlarda da âdet bitiminde yıkanma vardı.
***
Öznesi insan olan herkese, mahsus selam ederim.