Haydi Yıkayalım Ruhumuzu!
Neden ani heyecanlara, aşırı sevinçli telaşlara ve acı ile hüznü bulamaç yaparak yüreğimizi farkında olmadan limon gibi sıkar dururuz? Ruhumuzu bir narenciye sıkar gibi sıkmayı ne zaman fark ederiz? Sağlığımız bozulunca…
İnsanların duygusal zekaları ani gelişen olaylar karşısında, “zınk” diye donup kalır ve sonrası bir şaşkınlık, bir telaş yaşanır. Bir nevi duygu frenleri bozulur.
Bu anlarımızda; neşeli ve mutlu duyguları konuklarken bedenimizde, ani gevşemeler oluşur. Telaşlı, gergin, huzursuz, ve mutsuz anlarımızda ise ani kasılmalar başlar bedenimizde. Sonunda kaslarımız içinde yer alan damarlarımız; bu kasılmaya bağlı daralmalar/genişlemeler başlar.
Sonuçta ya tansiyonumuz yükselir, bir kalp hastalığına aday oluruz veya beyin enfaktüsü geçirir, genişleyen damarla beyin kanaması olur, hayatımız riske girer. Soluğu ya dahiliye uzmanının karşısında ya da psikoterapistin sedyesinde alırız.
Stres sinir sistemimizi öyle etkiler ki, daha ileriki arazı olan felce bile sürükler bizi. Ve şu çok kesindir ki tüm rahatsızlıklar stresten kaynaklanır. Bedenimizde artçı şoklar gibi sarsılır,kanımızın kimyası bozulur ve fizyolojik depremler yaşarız. Hatta genlerimizdeki en hassas organımız hangisi ise o organımız etkilenir ve hasta olur.
Mutluluk enerji bataryamız stres ile azalır. Azalınca da mutsuzluk yürek kapısından içeri sızar. Yeniden bu kaynağı alabilmemiz için duygularımızı kontrol etmeliyiz. Freni bozuk bir araç, sonunda hem kendine hem karşısındakine çarpacak ve zararı gözle görülür derecede olacaktır. İnsanın da duygu frenlerini koruması ve bakımını yapması gerekir.
Günlük ve sosyal yaşamımızda sürekli gerilim halinde olduğumuzdan kaslarımızdaki var olan en önemli etken maddeyi tüketmekteyiz. Adı kalsiyum olan bu elementin yokluğunda bedenimiz zayıf düşer. Yorgunluk, halsizlik, tembellik ve iştahsız bir bedenin ne kendine ne çevresine faydası olmaz.
Mükemmel bir ahenkle otonom çalışmakta olan insan vücuduna hükmeden bir küçük bez vardır. Adı Hipofiz olan bu bezin marifetlerini saymakla bitiremeyiz. Bu bez beynimizden tüm vücudumuza ve ruhumuza adeta hükmeder. Özellikle salgıladığı “mutluluk” hormonu bedenimizin enerji bataryasının dolu olmasını sağlar. Adı Endorfin olan bu hormonumuzun azalması halinde;
Depresyon bulaşır ruhumuza.
Sıkıntı…
Aşırı alınganlık…
Bunalım…
Endişe…
Panik atak bozuklukları…
Mani/Melankoli durumları…
Aşırı hassasiyet ve Vesveseli bir kişilik renk tablosunun yanı sıra; bedensel hastalıklar baş gösterir. Kanser başta olmak üzere; kalp/akciğer hastalıkları, mide ve üriner sistem hastalıkları başı çeker.
Peki ne yapmalıyız?
Bize mutsuzluk bulaştıran her vakadan, her sürekli olumsuz haberlerle insan ruhunu bunaltan insanlardan uzak kalmalıyız.
Yüreğimizdeki sevginin farkında olup önce kendimizi sevmeli sonra yüzünde mutluluk enerjileri taşıyan pozitif insanlarla iletişim halinde olup, spor ve temiz havayı bedenimizden eksik etmemeliyiz.
Bir mutluluk köşemiz olmalı ve bu köşemizde yalnız kendimiz olmalıyız. İçinde sevgi çiçekleri olan hayal kurduğumuz bahçemizi, baharın çiçekleri ile donatmalı, ruhu o çiçeklerin kokularıyla doldurmalıyız.
Ancak böyle yıkanır ve arınır ruhumuz…
Sevgi ve ışıkla
Sevgili Emine hanım yazınızı okudum yüreğiniz gibi güzel olmuş kaleminize sağlık, haklısınız insanlar bazı şeyleri kaybetmeden anlayamıyor maalesef değerini, o yüzden elinde olduğunda bilmek lazım kıymetini. Bütün hüzünlere, sevinçlere, endişelere rağmen biz özeliz bunu hatırlatmak lazım belki de kendimize. Hiç bir şeyin sonucu kendi bedenimizin sonucundan önemli değildir. İçimizde ki kırılmış dalları onararak başlamalı, onardıkça yeni filiz verenleri sulamalıyız. Her bir rüzgarda, yağmurda korumayı bilmeli, yazları renk banyosu yaparken, kışları da çetin olanlardan saklamalıyız, kendimizi gelecek güzel günlerin baharların yazların sarhoşluğuna bırakırken içimzdeki bizi açığa çıkarmalıyız...
Ağustos 3rd, 2010 at 12:24Esen kalın sevgiyle...
Sevgili Nesrin ATEŞ ŞENGÜLEN,
Yazımı okuyup, yüreğinizden kaleminize süzülen, duygu ve düşüncelerinizle bütünleşmiş, değerli yorumunuzla, yazıma eşlik etmiş ve anlam katmışsınız.
Teşekkürler Nesrin Hanım, onurlandırdınız beni.
Sevgi ve ışıkla
Ağustos 12th, 2010 at 16:05