İşsizlik!Hayatı Tersten Yaşamak
Son zamanların en etkileyici filmlerinden biri hiç şüphesiz Benjamin Button’un tuhaf hikâyesiydi. Konu, senaryo ve oyunculuk bakımından oldukça etkileyici bir filmdi.
Yaşlı bir vücut’ta doğarak gittikçe gençleşen ve en sonunda çocuk olarak hayata gözlerini yumarak, hayatı tersten yaşamak zorunda kalan Benjamin’le yolları pek çok kez kesişen Daisy’nin tuhaf aşk hikâyesini konu almış film.
Düşündükçe kişide garip hisler uyandıran bir durum, hayatı tersten yaşamak… Yaşlı bir şekilde doğup, bebek olarak ölmek… Ne dersiniz? Yaşlanarak ölmek iyi, gençleşerek mi? Konuyla ilgili olarak hemen aklıma Can Yücel’in ‘’Tersine yaşamak’’ üzerine yazdığı bir makalesi geldi. Bakın büyük usta nasıl anlatmış; Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Camide uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev....
Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..
Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz.
Herkes karşınızda elpençe divan.
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade..
Aman ne güzel günler başlıyor..
Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
Bu arada babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun.”
Keyfe bakar mısınız?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor.
Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık...
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar...
Mamanız ağzınıza veriliyor,zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş bir olayla hayatınız bitiyor.. Ne dersiniz, sizce hangisi daha iyi?