content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

05 Oca

Hayat

Öğle arası parlayan güneşin beni aldatmasına müsaade ettim. Kaç zamandır erindiğimden ihmal ettiğim yedinci caddeyi baştan bir başa yürüdüm. Ankara kışının hırçın ayazı gözlerimi ıslatırken, ne bezeli vitrinlerden aldım bakışlarımı ne de asta asta yürüyen insanlardan. Elimin tersiyle yanaklarımı silerken; “Her gözyaşı ağlamak değilmiş.” diye düşündüm.

Takvimin son yaprakları da tükenmek üzere… Senenin son günleri arzı endam ederek geçiyor ömür sahnemden. Gelenle giden arasında ki mesafeyi, karanlıkla aydınlık arasında ki fark kadar olduğunu düşünüyorum. Az önce geldik birazdan gideceğiz, bütün mesafe bu kadar değimi? Kaçımız hakkıyla biliriz ki bu iki arada olanları. Ya da bir gün son olacağını…

Yaşadıkça hayatlarımızın büyülü öyküleri yürüklerimizde sayfa sayfa yükseliyor. Gün geliyor utançlarımızın bile yüzü hüzünle kızarıyor. Sonrada yamalı dünlerimizin elinde birer hatıra oluveriyor. Yaşadığımız acılar sonsuza kadar sürecek diye düşünürken zamanın merhametinde ince bir sızıya dönüşüveriyor.

İnsanları düşünüyorum! Ne tuhaf… Kimilerinin ölümleri yeni bir yaşam gibi, hatta hiç ölmemişler gibi. Binlerce yıl öncesinden gelen seslerini duyuyorum. Ne dilleri değişmiş ne fikirleri… Anlıyorum her dediklerini. Ürküyorum bazılarının haşmetinden. Kimilerinin sözleriyle yeniden terbiye olunuyorum, Mevlana, Yunus, Edebali, Sokrates, Mimar Sinan, Muhibbi, Farabi, Fuzuli, Mir Hamza Nigâr, Âşık Şenlik, Nesimi gibi.

Ölürken bile yaşayanların seneleri tükenir mi hiç? Onları bilgece bir asaletin temsili olan, yüce dağlara benzetirim hep. Ancak ben gibi bugünü yarına calayanların kaygısı oluyor geçen günler.

Şimdiki zamanda cazibesine kapıldığımız acunun peşine düşünmüş, yürüdükçe yürüyoruz. Ve son çıkışa vardığımızda anlıyoruz hakikati. Ki kimlerimiz o an da bile fark etmiyor akıbeti. Bu dediğime istinaden geçtiğimiz yıllarda şahit olduğum bir hali paylaşmak istiyorum. İyisiyle, kötüsüyle seksen beş yılı arkasında bırakan teyzemiz ölüm döşeğinde oğluna; “Evimi ocağımı dağıtmayın.” der. Geri geleceğini mi düşündü, yoksa ölümün ne olduğunu mu fark etmedi dersiniz. O gideli belki on yıl oldu. Ben ise hala o dediğini hayıflanarak düşünmekteyim. İnsanın gönül hurcunu tıka basa dolu olsa da, her vedanın zamanı da zamanında olmalıdır bence. Hem de en layıkıyla. Ölümün varlığını anlamamak, yaşamın sanatını bilmemektir belki de.

Neyse ki her birimiz ayrı ayrıyız, yoksa çekilir miydi bu hayat. Üstelik bu kadar öykü biriktirebilir miydik? Cafcaflı yaşamın rengine kapılsaydık top yekûn! Neler olabileceğini hayal bile etmek istemiyorum.

Oysa ne güzeldir ansızın gülerek bir yerden çıka gelmek. Ya da en baştan doğuvermek insanlığa… İyiliğin sırrına vararak, gülümsemenin büyüsünde kaybolmanın esrarını bilebilmek. Sonra huzurun gönüllere yaydığı şiiri duyabilmek…

Savaşa, acıya, kedere tiryaki bu dünya umarım ki bir gün hakkıyla yaşayanların ellerinde iltifata ulaşır. Yürekleri kırgın kadınlar, “Seni Allah’ a söyleyeceğim.” diyen çocuklar, kederden avurtları çöken babalar tekrarı olmayan bu yaşam da bir gül güzelliğinde, bir kelebek narinliğinde, bir damla su berraklığında ömür sürer. Toz renkli şehirler yeniden yeşerir, bacası tüter evlerin. O vakit ölümün sınırsız gururu boyun büker, baş eğer. Tevazuuyla tutar gideceklerin elinden.

25.12.2015/ ANKARA

Etiketler :

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank